Yazarlar

Published on Eylül 10th, 2020

0

12 Eylül Askeri Darbesinin 40. yılı – Hüseyin Şenol


Gözaltılar, tutuklamalar, işkenceler, kayıplar, idamlar, baskılarla dolu kapkara bir dönem…  12 Eylül 1980 askeri darbesi kapkara günlerin başlangıcıdır. Zulmün, işkencenin, sömürünün had safhaya çıkışıdır… 12 Eylül bugün de iktidardadır…

            Üzerinden 40 yıl geçse de, 12 Eylül Askeri Darbesi’nin uygulamaları bugün de devam ediyor. Uygulamaların yetmediği yerde ve muhalefetin güçlenmesi veya egemenlerin iç çekişmelerinin sonucu olarak da arada yine yeni “darbeler” devam ediyor. Son 15 Temmuz 2016 Erdoğan Darbesi ve diğerleri gibi.

12 Eylül; idamlar, gözaltılar, işkenceler, kayıplar, baskılarla dolu kapkara bir dönemdir ve bugün de iktidardadır. 12 Eylül 1980, askeri diktatörlükle birlikte kapkara günlerin başlangıcıdır. Zulmün, işkencenin, sömürünün had safhaya çıktığı bir ülke ortamıdır, 12 Eylül dönemi.

            Ancak 12 Eylül, bugün hala geride kalmış, izleri silinmiş bir dönem değildir. Yasaları, uygulamaları ve zihniyetiyle halen iktidardadır.

           Başında eli kanlı general Kenan Evren’in bulunduğu, 12 Eylül darbesinin başta ekonomik olmak üzere, siyasal, ekonomik, sosyal ve kültürel nedenleri ve sonuçları çok ağır oldu. Bu ağır koşullar, kesintisiz olarak 40 yıl sonra günümüzde de devam etmekte.

Geçiş dönemi olarak askeri diktatörlük

            12 Eylül’de iktidara cuntacıları getiren oligarşik devlet için de, eskisi gibi yönetebilmenin koşullara her geçen gün ortadan kalkıyor, ezilenler için ağırlaşan koşullara rağmen, ortam yönetenlerin aleyhine işliyordu. Oligarşi için tek alternatif kalmış, o da ara bir yönetimdi. Yani askeri diktatörlük.

            Ülkenin büyük bölümü zaten sıkıyönetim gibi anti demokratik bir ortamdayken, 12 Eylül sabahı askeri darbesini gerçekleştirmek oligarşik devlet için öok da zor olmadı. Emperyalist devletlerin de desteğini alan nu darbenin yaratacağı koşullar ve sonucuna göre; ya faşist diktatörlüğünü kuracak ya da tekrar “rayına oturmuş” eski düzenine geri dönecekti. Bunun hangi şekilde ilerleyeceği, başta işçi sınıfı olmak üzere, muhalefetin de neyi nasıl yapacağına bağlıydı. Egemenler karşısında başta işçi sınıfı, köylü, gençlik ve tüm muhalefet güçleri olmak üzere büyük yenilgiye uğrarken, “öncüsü” devrimci hareketler, uzun bir dönem kendine gelemeyecek bir şekilde büyük darbe aldı. Daha doğrusu, askeri diktatörlük karşında ezildi. Bu durum karşısında da devlet, faşist diktatörlüğünü kurma gereksinimi duymamış, faşizan uygulamalarını daha da ağırlaştırarak günümüze kadar iktidarını sürdüre gelmiştir.

            78 Kuşağından biri olarak, dönemin şahidiyim: 12 Eylül’e gelindiğinde, işçi eylemleri artık gençlik hareketinin eylemlerini geride bırakmıştı. “Devrimci hareket sadece gençlikle sınırlı kaldı” tezi çok da doğru biz tez değil. Artık okuldan çok, işçi sınıfının yanında ve içinde çok daha fazla yer alıyorduk. Grevler dalga dalga yayılıyor, işçiler direnişe geçiyordu. Cevizli Tekel Direnişi, Tariş Direnişi gibi…

İşçi sınıfı içinde örgütlenme, sınıfın eylemliliğini örgütleme her geçen gün daha güçleniyordu. Ki zaten, egemenleri asıl olarak korkutan gelişme de buydu. Kürt halkının özgürlük mücadelesinin yükselmesi de, burjuvazi için ortam darbenin yapılmasını zorunlu kılıyordu.

İleri yazılarımda da geniş olarak işlemek istediğim, “toplamda sayıları yüzbinleri bulan ‘parçalanmış’ olan devrimci hareketin kendi içinde bir türlü birlik kur(a)maması da askeri diktatörlüğün elini kolaylaştırmıştı.

            Bana göre 12 Eylül, bir devlet politikası olarak sürekli hal alarak, ANAP, CHP, MHP, İYİ-P, Saadet, AKP ve diğerleriyle de devam etmiştir. Yani hepsi oligarşinin temsilcileridir. Zaten bunu adı geçen tüm partilerin liderleri de sürekli şu şekilde dillendirmektedir: Bizler devletin temsilcileriyiz ve birilerimiz gelir, birilerimiz gider. Yani hepsi için devlet bakidir.

            ANAP, CHP, MHP, İYİ-P, Saadet, AKP ve diğer burjuva partileri, sürekli hem iktidarda hem muhalefette oldular. Yani bugüne kadar devlet oldular…

Darbelerin en uzun soluklusuydu

            Toplumsal muhalefetin her geçen gün daha da geniş örgütlendiği, iktidarın da her türlü saldırılarının yanı sıra, faşist saldırılarını da sürekli artırması, 12 Eylül Askeri Darbesi’nin de öncekilerinden çok daha örgütlü ve kalıcı olarak uygulanması gerekiyordu, emperyalistler ve uşakları yerli işbirlikçileri için. Sonuçta bu amacında başarılı olan egemenler, 12 Eylül’le en uzun soluklu ve “sonuç” alıcı darbesini gerçekleştirmiş oldu.

            Oligarşik diktatörlük, Türk Silahlı Kuvvetleri eliyle yaptığı 12 Eylül 1980 Darbesi, 1960’taki 27 Mayıs Darbesi ve 1971’deki 12 Mart muhtırasının ardından cumhuriyet kuruluşundan sonra üçüncü müdahalesini yaparak ve yönetime “farklı” el koydu. Farkı, zaten kendi iktidarları olan egemenler, kendileri adına yönetenleri de “geçici” olarak görevden aldı.

12 Eylül darbesiyle birlikte…

Başında Süleyman Demirel’in başbakan olduğu hükümet görevden alınarak, meclis lağvedildi. 1961 Anayasası tamamen rafa kaldırılarak, ülke 1983 seçimlerine kadar Genelkurmay Başkanı Kenan Evren ve kuvvet komutanlarından oluşan Milli Güvenlik Konseyi tarafından yönetildi.

Gerçekleştirilmesi, uygulanması ve sonuçları bakımından da 12 Eylül Askeri Darbesi, o güne kadar gerçekleştirilenlerin en uzun soluklu ve örgütlüsüydü:

-12 Eylül öncesinde yükselen örgütlü işçi mücadelesini bastırıldı. Mevcut ekonomik ve sosyal krizi büyük burjuvazi lehine çözmek için askeri kuvvetler yönetime el koydu. TİSK Başkanı Halit Narin, bu gerçeği “bugüne kadar hep işçiler güldü, bundan böyle biz güleceğiz” sözleriyle dile getirdi.

-Askeri darbeyle birlikte halk tarafından seçilmiş meşru hükümet görevden uzaklaştırıldı, TBMM kapatıldı, yürürlükteki 1961 Anayasası lağvedildi, işçi sınıfının önderleri cezaevlerine dolduruldu, idamla yargılandı, örgütleri darmadağın edildi; sendikalar kapatıldı, toplu sözleşme yetkileri ellerinden alındı, ekonomi dışı zor yöntemlerle ücretler bastırıldı; aydınlar tutuklandı, üniversitelerden öğretim üyeleri uzaklaştırıldı.

-İşçi sınıfının örgütlü güçlerine karşı savaş ilan edildi, bütün ülkede devrimci avı başlatıldı. Yüz binlerce insan gözaltına alındı, milyonlarca insan fişlendi, işkenceden geçirildi. Devrimciler, işçi önderleri, rejim muhalifleri, demokratlar özel olarak hazırlanmış cezaevlerine dolduruldu. Ankara Mamak Cezaevi’nde, ülkenin her yerinde işkence sıradanlaştı. Yüzlerce kişiye idam cezası verildi. Yaşı henüz 18 olmayan Erdal Eren’in raporla yaşı büyütülüp idam edildi.

-12 Eylül darbecileri Kürt halkının üzerine bir kâbus gibi çöktü. Kürt halkının önderleri, özgürlük savaşçıları Diyarbakır Cezaevi’ne kapatıldı, burada akıl almaz işkenceler gördüler. Diyarbakır Cezaevi hem işkencenin ve karanlığın, hem de direnişin ve aydınlığın simgesi oldu. Kürt halkı yok sayıldı, kart-kurt teorileri üretildi, köyleri yakıldı, yıkıldı, katledildi.

-Türkiye, 1983 seçimlerine kadar Genelkurmay Başkanı Kenan Evren ve kuvvet komutanlarından oluşan Milli Güvenlik Konseyi tarafından tümüyle gayrı meşru ve keyfi bir şekilde yönetildi. Milli Güvenlik Konseyi’nin belirlediği Danışma Meclisi tarafından hazırlanan anayasa, 1982 yılındaki halk oylamasında, yüzde 92’lik “Evet” oyu ile kabul edildi. Anayasaya hayır oyu verilmesini engellemek için akla gelebilecek her şey yapıldı. Hayır propagandası yapmak yasaklandı. Kenan Evren ve suç ortakları, yaptıkları konuşmalarda evet oyunu telkin ettiler. Seçim günü şeffaf zarflara konan görünür oy pusulaları, insanların “hayır” oyu kullanmasını zorlaştırdı.

-Ancak geçtiğimiz yıllarda Ergenekon örgütünün darbeye zemin hazırlamak için yaptığı planlar gibi, 12 Eylül öncesinde de darbeye zemin hazırlanmıştı. Çorum, Maraş gibi katliamlara göz yumulmuş, faşist güruhlar işçilerin ve devrimcilerin üzerine saldırtılmış, ülke ekonomik ve siyasi bir krize sokularak, halk nezdinde darbenin kaçınılmaz olduğu izlenimi uyandırılmıştı. Kenan Evren daha sonra “şartların olgunlaşmasını bekledik” diyerek, darbe zemininin hazırlandığını bizzat itiraf etti.

Aynı halk oylamasında, Kenan Evren cumhurbaşkanı seçildi. Kabul edilen anayasada, darbecilerin ömür boyu yargılanmasını engelleyen geçici 15. madde, seçimlerle iktidara gelen hiçbir hükümet tarafından kaldırılmadı ve 12 Eylül liderlerinin dokunulmazlığı sürdü. Talihsiz “boykot” ve “yetmez ama evet” tavırlarıyla birlikte, tarihin bir cilvesi olarak 12 Eylül 2010 tarihinde yapılan anayasa değişikliği referandumu, evet oylarının çoğunluğuyla sonuçlandı.

-Böylece anayasanın geçici 15. maddesi ve bununla birlikte Kenan Evren ve suç ortaklarının yargılanması önündeki engeller kaldırıldı ve Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından Kenan Evren ve Tahsin Şahinkaya’ya dava açıldı.

-Dava 2014 yılının Haziran ayında sonuçlandı. 12 Eylül askeri diktatörlüğünün mimarları, darbeci generaller Kenan Evren ve Tahsin Şahinkaya, iki yıl devam eden yargılama sürecinin sonunda ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına çarptırıldı.

Sayılarla 12 Eylül Askeri Darbesi

1 milyon 683 bin kişi fişlendi. 650 bin kişi gözaltına alındı. Açılan 210 bin davada 230 bin kişi yargılandı. 7 bin kişi idam istemiyle yargılandı. 49 kişi idam edildi. 517 kişiye idam cezası verildi. 3 gazeteci öldürüldü.

Araştırmalara göre 12 Eylül Askeri Darbesi’nin toplumsal ve siyasal bilançosu şöyle:

– TBMM kapatıldı, anayasa ortadan kaldırıldı, siyasi partilerin kapısına kilit vuruldu ve mallarına el konuldu.
– 650 bin kişi gözaltına alındı.
– 1 milyon 683 bin kişi fişlendi.
– Açılan 210 bin davada 230 bin kişi yargılandı.
– 7 bin kişi için idam cezası istendi.
– 517 kişiye idam cezası verildi.
– Haklarında idam cezası verilenlerden 50’si asıldı (18 sol görüşlü, 8 sağ görüşlü, 23 adli suçlu, 1’i Asala militanı).
– İdamları istenen 259 kişinin dosyası Meclis’e gönderildi.
– 71 bin kişi TCK’nin 141, 142 ve 163. maddelerinden yargılandı.
– 98 bin 404 kişi “örgüt üyesi olmak” suçundan yargılandı.
– 388 bin kişiye pasaport verilmedi.
– 30 bin kişi “sakıncalı” olduğu için işten atıldı.
– 14 bin kişi yurttaşlıktan çıkarıldı.
– 30 bin kişi “siyasi mülteci” olarak yurtdışına gitti.
– 300 kişi kuşkulu bir şekilde öldü.
– 171 kişinin “işkenceden öldüğü” belgelendi.
– 937 film “sakıncalı” bulunduğu için yasaklandı.
– 23 bin 677 derneğin faaliyeti durduruldu.
– 3.854 öğretmen, üniversitede görevli 120 öğretim üyesi ve 47 hâkimin işine son verildi.
– 400 gazeteci için toplam 4 bin yıl hapis cezası istendi.
– Gazetecilere 3 bin 315 yıl 6 ay hapis cezası verildi.
– 31 gazeteci cezaevine girdi.
– 300 gazeteci saldırıya uğradı.
– 3 gazeteci silahla öldürüldü.
– Gazeteler 300 gün yayın yapamadı.
– 13 büyük gazete için 303 dava açıldı.
– 39 ton gazete ve dergi imha edildi.
– Cezaevlerinde toplam 299 kişi yaşamını yitirdi.
– 144 kişi kuşkulu bir şekilde öldü.
– 14 kişi açlık grevinde öldü.
– 16 kişi “kaçarken” vuruldu.
– 95 kişi “çatışmada” öldü.
– 73 kişiye “doğal ölüm raporu” verildi.
– 43 kişinin “intihar ettiği” bildirildi.

Veriler için kaynaklar: İHD, bianet, marksist.org,

Hüseyin Şenol – 11.12.2020

Tags: , , ,


About the Author



Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Back to Top ↑