Makaleler

Published on Ocak 6th, 2021

0

49’lar davası ve dahası: Kürt halkına karşı genetikleşen soykırımlardan biri – Gül Güzel

Tekçi zihniyet iktidar sistemi üzerine kurulan Devletin, Kürt halkı politikaları açısından, 49’lar davası hukuksal bir cinayeti. O yüzden bu konuda yazmak istedikçe sayısız kalemim kırıldı, tuşlar sürekli yer değiştirdi, parmaklarım acı-sızıdan tutmaz olurken, yanaklarımdan akan ılık tuzlu suyun dudaklarıma değmesiyle yazmaya olan gücümü kaybettim her seferinde…Yazmak istedikçe aklıma her seferinde 49’lardan Yaşar Kaya gelir. Onu Fransa’da yaptığımız KARZAS toplantımızda tanıma imkanım ve bana o lağım kuyusu üzerinde, içinde yaşamak zorunda bırakıldığı vahşeti anlatmıştı yalın, zelal, masum ve çekingen kelimelerle…

Devletlerin görevi yurttaşlarının yaralarına parmak basmak olmalı. Ama bizim ülkemizde bunun hep tersi oldu, oluyor. O zaman da yine Kürtlerden öç alma refleksiyle, MİT’in ‘’25 Türkmen’e karşılık, 2500 Kürdü öldürelim’’ fikri uygulamaya geçemeyince, yerine hiçbir suçu olmayan 49 Kürt aydının/üniversite öğrencisinin tutuklanıp, idamla yargılanması davasıdır ve  dava 1965’in sonlarına kadar sürmüştür.

Bundan 62 yıl önce çoğunluğunu üniversite öğrencilerinin oluşturduğu 50 Kürt aydını ev ve işyerlerine yapılan baskınlarla gözaltına alınmıştı. 17 aralık 1959 günü tutuklanan bu insanlar İstanbul Harbiye Kışlası binasının altındaki tek kişilik ölüm hücrelerine konulmuştu. Ancak Öç almak için tutuklanan gençler, birbirleriyle hiç görüştürülmeden iki yıla yakın bir zaman diliminde bu havasız, işkence etmek için özellikle üzeri açılan lağım kanalı hücrelerinde çile doldurmuştu

Bu tek kişilik hücrelerde sağlıksız bir ortamda yaşamaları sonucu gençlerin bir çoğu hastalanıp verem olmuştu. Lağım kanalları üzerine uzatılan tahtalar üzerinde kalmak zorunda bırakılan bu gençlere ilaç, doktor, tedavi yasaklanmıştı. Mehmet  Emin Batu isimli üniversite öğrencisi de bu yüzden verem olup, tedavi görmesi yasaklandığı için kan kusarak hücresinde ölünce, geriye 49 kişi kalmıştı. İşte bunun için, bu olayın mağdurları, tarihte 49’lar diye anılırlar.

“Bin Kürt’ü sallandıralım”

Irak’taki olaylar üzerine, lakabı ‘Alman Generali Rommel’ olan CHP Niğde Milletvekili emekli asker Asım Eren, dönemin Başbakanı Adnan Menderes’e “Irak Kürtlerinin, Irak’ta Türkmen soydaşlarımıza yaptığı baskı, zulüm veya öldürme olaylarından dolayı, Türkiye’deki Kürtlere karşı aynıyla mukabele yapacak mısınız” diye sormuştu. İddialara göre, Cumhurbaşkanı Celal Bayar veya ileriki yıllarda Mardin Valiliği yapacak olan MAH (MİT’in selefi) Ergun Gökdeniz, “Kürtlerden bin tanesini Taksim Meydanı’nda sallandıralım ki diğerlerine ibret-i âlem olsun” demiş. Ancak Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu’nun “Türkiye’nin dışarıdaki itibarı Ermeni meselesi ve Rumlara karşı yapılan 6-7 Eylül saldırıları dolayısıyla zaten kötü, buna bir de Kürtleri eklemeyelim” demesi üzerine, ‘daha yumuşak’ (!) bir plan olan 49’lara uygulanan işkence ve benzeri şeyler yürürlüğe konmuştu.

49’lar neden tutuklandılar? DP’nin rolü…

Sorunun cevabı dosyadaki, Ergun Gökdeniz imzalı milli emniyet hizmetleri (mah), (bu günkü mit) raporunda vardı. DP o dönemde büyük ekonomik sorunlarla karşılaşmıştı. Dış yardıma büyük ihtiyacı vardı ve milli emniyet hizmetlerinin (mah) raporlarında bu konuya dair çözümler öneriliyordu: 40-50 kişilik bir Kürt grubu tutuklanacak. Bu grup, bir “komünist Kürt hareketi” olarak gösterilip ABD’den daha fazla ekonomik yardım sağlanacaktı. Bu planla diğer yandan Üniversite gençliği arasındaki “Kürtçülük” hareketleri de önlenmiş olacaktı. (Buna benzer şekilde, ABD o zaman İstanbul’da bulunan Fetullah Gülen’e büyük maddi destek vererek, Komünizm ve komünistlere karşı mücadele etmesi için İstanbul ve Erzurum’da dernekler açtırmıştı 1957-58).

Tutuklamalar ve Gözaltında ölüm: Tutuklama kararını Ankara’daki Askerî Savcılık istemişti ama tutuklananlar İstanbul Harbiye’deki hücrelere konuldular. Harbiye’de 40 hücre olduğu için, geriye kalan 10 kişi tutuksuz yargılanacaktı. Sorgulamayı yapacak hâkim Orhan Akaya, ancak iki ay sonra İstanbul’a gelip, sorgulamaları da ancak üç ayda tamamlayabilmişti. Bu uzun süre içinde tutuklular ne yıkanmışlardı ne de tıraş olmuşlardı. Hücrelerin uygunsuz koşullarından dolayı, sanıklardan Ankara Hukuk Fakültesi son sınıf öğrencisi Mehmet Emin Batu mide kanamasından ölünce geriye 49 kişi kaldı. Daha sonra iki kişi daha dahil oldu ama dava kamuoyunda hep ‘49’lar Davası’ olarak kaldı.  Milletvekili Avni Doğan’ın Emin Batu ile ilgili soru önergesi ve İsmet İnönü’nün Samsun CHP Kongresi’ne çektiği telgraftaki üstü örtük ifadeler dışında CHP’nin 49’lar davası’na yönelik ciddi bir tepkisi olmadı. iddianame de bir türlü hazırlanamıyordu. Çünkü ’50 kişiyi sallandıracak’ kanıt bir türlü bulunamıyordu. Ancak ortada öyle bir korku atmosferi yaratılmıştı ki, avukat olan Kürt milletvekilleri bile 49’ları savunmaya yanaşamıyordu.

‘kımıl’ olayının 49’lar davasıyla bağlantısı

14 temmuz 1958’de, Irak kralı Faysal, general Abdülkerim Kasım tarafından kanlı bir darbeyle tahttan indirilmişti. Darbeden sonra Cumhuriyet ilan eden generalin ilk işi, İran’da kurulan Mahabad Cumhuriyeti’nin önderlerinden olup 1947’de Cumhuriyet yıkıldıktan sonra önce Irak’ta sonra Sovyetler Birliği’nde gözetim altında tutulan Molla Mustafa Barzani’yi Bağdat’a davet etmek ve Kürtlere Kerkük’ün de içinde olduğu bir otonom bölge sözü vermek oldu. Bu ittifak sonucu, 7 mart 1959’da general Sevaf adlı ırkçı bir Arap generalin Abdülkerim Kasım’a karşı Musul’da başlattığı ayaklanma Mustafa Barzani ve peşmergeleri tarafından bastırıldı. Olaylar sırasında iki Türkmen’in de ölmesi, Irak’ta Kürtlerin giderek güçlenmeye başlamasından rahatsız olan Türkiye’nin olaylara dahil olması için bahane oldu.

            Üniversiteli Türkiye Kürtlerinin Kürtlük talepleri

Her şey 15 Nisan 1959 tarihli Akşam gazetesinin manşetten verdiği şu ithamla başlamıştı: “102 üniversiteli kürt, kürtlük iddiasında bulundu.” haberden anlaşıldığına göre, öğrenciler ‘Rommel’ Asım Eren’in Molla Barzani tarafından Irak’ta öldürülen Türkmenler kadar Türkiye’de yaşayan Kürt’ün öldürülmesi’ şeklindeki insanlık dışı teklifini protesto etmek için, Başbakan, Cumhurbaşkanı, TBMM başkanı, Diyarbakır Baro başkanı ile ABD, Almanya, İtalya, Fransa ve İngiltere gibi büyük devletlerin büyükelçiliklerine olayları kınayan birer telgraf çekmişlerdi. Telgrafın altında ‘Türkiye Kürtleri’ imzasının olması Ankara’da alarm zillerinin çalmasına neden olmuştu. Eylem hiçbir şekilde şiddet içermeyen gayet demokratik bir tepkiydi ama, 1938 Dersim olaylarından beri sesi çıkmayan Kürtlerin, üzerlerindeki ölü toprağını atmaya karar verdiklerinin işaretiydi. Buna karşın ilk tedbir olarak ‘Kürtçülük Mevzuundaki’ tüm yayınların yasaklanması yönünde bir mahkeme kararı çıkartıldı.

ikinci kriz, 31 ağustos 1959 günü, Diyarbakır’da yayınlanan İleri Yurt gazetesinde Musa Anter’in ‘amma ne ileri yurt’ adlı hiciv sütununda boy gösteren ‘Qimil’ (kımıl) adlı Kürtçe şiiri yüzünden yaşandı. Olayın ayrıntılarına girmeden söyleyelim, ‘kımıl’, can yoldaşı ‘süne’ ile birlikte, tüm Cumhuriyet tarihi boyunca (hatta bugün de) bir türlü baş edilemeyen bir hububat zararlısıydı. Kürtçe şiirin konusu şuydu: Siverekli bir kız, kımıl zararlısı tarafından samana döndürülmüş bir torba buğdayı çerçiye götürüyor, çerçi buğdayın işe yaramadığını görünce, buğdaya karşılık mal veremeyeceğini söylüyor. Kızcağız da yüzyıllardır gelenek olduğu üzere, üzüntüsünü bir şarkıyla dile getiriyordu: “bi çîya ketim lo apo, çîya melûlbûn rebeno/ ceh seridî lo apo, genim hûrbûn êvdalo/ qimil hatî lo apo, bi refa ye rebeno/xwar genimî lo apo, hiştî qâye rebeno” (‘dağa tırmandım amca, zavallı dağ mahzunlaştı/arpa olgunlaştı amca, buğday un ufak oldu biçare/kımıl geldi amca, kafile halen de zavallı/buğdayı yedi, geride samanı bıraktı zavallı….’) yazar, yazının sonunda şiirin kahramanı kıza şöyle diyor: ‘üzülme bacım, seni kımıl, süne ve sömürenlerin zararından kurtaracak kardeşlerin yetişiyor artık.

Kürt uyanışı mı?  Kımılın bu metaforik kullanılışını Ankara elbette affetmedi. 6 eylül 1959 tarihli Cumhuriyet gazetesinde “doğu illerimizden birinin merkezinde çıkan bir gazetede anlaşılmaz sebeplerle Kürtçe bir şiir neşrediliyor” dendikten sonra “İnsaf edelim. Bu Doğu ili. İstanbul değil ki, 20-30 gazete çıksın da insan meşgul olup bir günde hepsine bakamasın. Sonra hadi kendisi bakamadı, o il merkezinin zabıtası yok mu, adliyesi yok mu?” diye ortalığı velveleye veriyor… 19 Eylül 1959 tarihli Ulus ise “…bir soru da benden: Bu gazeteye kim kâğıt veriyor” diye öküz altında buzağı arıyordu. Beklendiği üzere İleri Yurt ve Musa Anter aleyhine dava açılmıştı. Ancak olay yerelden ulusal düzleme taşmış; sanıkları savunmak için başka şehirlerden avukatlar gelmeye başlamış, mahkeme salonu ve adliye binasının önü miting alanına dönüşmüştü. Aynı şekilde Ankara ve İstanbul’daki Kürt asıllı lise ve üniversite öğrencileri de heyecanla davayı izliyorlardı. Ödemiş’te yayınlanan Cephe isimli gazete kelleyi koltuğa alarak, Diyarbakır’a ve Musa Anter’e şöyle destek vermişti: “İstanbul gazeteleri kıyamet koparıyor. Diyarbakır’da çıkan İleri Yurt gazetesi Kürtçe bir şiir neşretmiş. Bakın küstaha. Genelevlere kadar ‘welcome’ diye Amerikanca yazılan memleketimizde, Kürtçe şiir garbilik şerefimize dokunuyor…”. Bu durum Ankara’nın canını o kadar sıkmıştı ki, Celal Bayar, Diyarbakır Valisi’ne telefon açıp, Musa Anter’in ‘kafasının ezilmesini’ istemişti.

Burada bir parantez daha açıp, ape Musa Anter’le ilgili bir anekdotu aktaralım. 1950’lerde hemen her makalesinde Kürtçe ’ye yer verdiği için sık sık mahkemeye çıkarılan Kürt aydını Musa Anter’e, bir gün hâkim “ne diye Kürtçe yazıyorsunuz” diye sormuş, Anter de “hâkim bey, İstanbul’da Yahudiler, Rumlar ve Ermeniler gazete çıkarıyorlar. Ayrıca İngilizce ve Fransızca gazete de çıkıyor. Ben Kürtçe yazıyorum diye ne olacak?” demişti. Hâkimin “efendim onlar azınlık” karşılığı üzerine de taşı gediğine koymuştu: “hâkim bey, yani bir memlekette azınlık çoğunluktan daha mı avantajlıdır? Eğer bir azınlık kadar hakkım yoksa ben böyle çoğunluğu ne yapayım? lütfen karar verin ve beni de azınlık kabul edin.” Ape Musa Anter, 20 Eylül 1992’de kalleşçe bir tuzağa düşürülerek öldürüldü.

Rastgele tutuklamalar ve  hükümetin tutumu: Bu olaylardan sonra hükümet MİT’e emir vererek bir ‘Kürt raporu’ hazırlamasını ister. Raporda, 1.000 ila 2.500 kişilik bir Kürt grubunun ‘tenkil’ edilmesi öneriliyor. Celal Bayar’ın ‘bin kişiyi sallandıralım’ şeklindeki meşhur sözünün bu öneri üzerine yaptığı etki anlaşılıyordu. ‘sallandırma’ işine prensip olarak karşı çıkmayan Adnan Menderes, Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu’nun uyarısı ile 50 kişilik bir idam listesi ile yetinmeye karar verilir. Yani 1950’lerde izlediği CHP karşıtı politikalarla Kürt oylarını DP’de toplamayı başaran Bayar ve Menderes, uluslararası konjonktürün de etkisiyle, bir öğrenci protestosu karşısında devletin iliklerine kadar işlemiş olan kadim paranoyaya teslim olmuştu. Yurdun dört bir yanındaki tutuklamalar 17 aralık 1959 günü başladı. tutuklama müzekkeresinde isim yoktu. MİT kimi öneriyorsa, 50 kişilik listeye onun adı yazılıyor ve tutuklanıyordu. Polisin iddiasına göre Bitlis bağımsız milletvekili Ziya Şerefhanoğlu’nun evinde üzerinde el yazması Arap harfleriyle ‘Kürt istiklal partisi’ yazan birkaç sayfalık bir tüzük taslağı bulunmuş. Ayrıca bazı üniversite öğrencilerinin üzerinde ve ev aramalarında Molla Mustafa Barzani’nin resimlerine rastlanmıştı. Ancak tutuklananlar arasında bulunan Dr. Naci Kutlay’a göre olayın arkasında bir örgüt yoktu.

TCK 125 mi 141-142 mi?  Hepsini sallandıralım!!!

27 Mayısçıların niyeti tutuklu Kürtleri diğerlerine emsal olmak üzere alelacele yargılayıp idam etmekti. ‘Sallandıralım’ diyor başka bir şey demiyorlardı. Ancak savcılık bu yönde bir talebi kılıfına uyduracak delilden yoksundu… Ve o nedenle iddianame kaleme alınamıyordu.

Nihayet 3 Ocak 1961’de mahkeme başladı… Savcılık 50 sanıktan 15’i için yeterli delil bulunmadığı için, 10 sanık hakkında mahkumiyete yeterli delil olmadığından beraat kararı verilmesini istemiş ama 24 sanığın ‘‘Devlet topraklarının tamamını veya bir kısmını yabancı bir devletin hâkimiyeti altına koymaya veya devletin birliğini bozmaya veya devletin hâkimiyeti altında bulunan topraklardan bir kısmını devlet idaresinden ayırmaya matuf bir fiil işleyen kimse ölüm cezası ile cezalandırılır” hükmünü getiren TCK’nun 125. maddesine göre yargılanmasını istemişti… İdamı istenenler; Şevket Turan, Naci Kutlay, Ali Karahan, Koço Elbistan, Yavuz Çamlıbel, Mehmet Ali Dinler, Yusuf Kaçar, Ziya Şerefhanoğlu, Medet Serhat, Hasan Akkuş, Örfi Akkoyunlu, Selim Kılıçoğlu, Şahabettin Septioğlu, Sait Elçi, Sait Kırmızıtoprak, Yaşar Kaya, Faik Savaş, Haydar Aksu, Ziya Acar, Fadıl Budak, Halil Demirel, Necati Siyahkan, A. Efem Dolak, Musa Anter, Canip Yıldırım ve Mehmet Bilgin’di.

Diğer yanda 49’lar davasını yetersiz gören 27 Mayısçılar ihtilalin hemen akabinde bağımsız Kürdistan kurmaya matuf çalışmalar yapmakla suçladıkları 485 aşiret ileri gelenini derdest edip Sivas’ta oluşturulan kampta toplamışlardı… Gazetelerde Şeyh Said’in oğlunun bir Rus jeepiyle Doğu Anadolu’da dolaşıp, siyasi faaliyette bulunduğu gibi aslı-astarı olmayan şeyler yazılıp çiziliyordu…

Bir yanda Sivas Kampı diğer yandan 49’lar Davası’yla Arap saçına dönmüş yargı 1965’e kadar elindeki dosyalardan kurtulamadı… 49’ların idamla yargılanan 25 sanığından 10’u beraat etti, 15’i bir kez beraat edip bir kez suç vasfı değiştirilerek davanın yenilenmesi neticesi 1965’te TCK’nun 141 ve 142. maddelerinden yani ‘Yabancı devletlerin müzahereti ile milli duyguları yok etmeye ve zayıflatmaya matuf cemiyet kurmaktan’ 16 ay hapis, 5 ay 10 gün sürgün cezası aldılar. Sivas Kampı ise bundan önce 1963’te istihbarat birimlerinin seçtiği 55 kişi hakkında alınan sürgün kararıyla dağıldı…

Ve zamanaşımı: Ortada delil falan olmadığı için tüm sanıklar 30 nisan 1964’te beraat etti. Ancak savcının itirazı üzerine karar askerî Yargıtay tarafından bozuldu. 1965’te suç vasfı değiştirilerek dava yeniden görüldü. Bu sefer Y. Çamlıbel, Ş. Turan, M. Serhat, H. Akkuş, Ö. Akkoyunlu, S. Kılıçoğlu, Ş. Septioğlu, S. Elçi, S. Kırmızıtoprak, Y. Kaya, F. Savaş, F.Budak, A. E. Dolak, C. Yıldırım ve M. Anter tck’nın 141 ve 142. maddelerinden yani “yabancı devletlerin müzahereti ile milli duyguları yok etmeye ve zayıflatmaya matuf cemiyet kurmaktan” 16 ay hapis, 5 ay 10 gün sürgün cezası aldılar. Askerî Yargıtay bu kararı da bozunca dava Askerî Yargıtay Daireler Kurulu’na gitti ancak karar kesinleşmeden dava zaman aşımına uğradı ve ‘49’lar’ bu davadan kurtuldular. Mehmet Emin Batu ise ne yazık ki öldüğüyle kaldı…

Kazdıkları kuyuya kendileri de düştü. 49’lu tutukluları beş ay boyunca hücrelerinde mahkemeye çıkarılmaları için bekletilirken, 27 mayıs darbesi oldu. Başta Adnan Menderes ve Celal Bayar olmak üzere önde gelen DP’liler Yassıada’ya gönderildi. Sanıklar Demokratikleşme vaadiyle iktidara gelen darbecilerin kendilerini salıvereceğini ummuştu ama yanıldıklarını kısa sürede anladılar. Çünkü darbeciler, 26 ekim 1960’ta çıkardıkları genel aftan 49’ların yararlanmasına izin vermemişlerdi…

Yararlanılan kaynaklar: Ekşi Sözlük, Radikal


Kadının Kalemeninden: Gül Güzel – 06.01.2021

Tags:


About the Author



Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Back to Top ↑