Makaleler

Published on Aralık 8th, 2021

0

Acelen neydi Abidin? | Füsun Erdoğan


Hayat hakikaten çok adaletsiz!.. Ve böyle zamanlarda insan bağıra bağıra bu adaletsizliğe isyan etmek istiyor. Peki ya sen! Sen Abidin! Hapishanede büyüyen çok sayıda devrimci gibi, bunca bedelin ardından acelen neydi canım?

Yıl 1996 Nisan’ı. Günlerdir İstanbul Vatan Caddesi’nde hücredeyim. Bir hafta boyunca binanın alt katlarında bir yerlerinde gözlerim bağlı tutmuş, oradan sorguya götürüp getirmişlerdi. Yukarı hücrelere çıkardıklarında ise, sanırım gözaltı sürem bir haftayı geçmişti. Gece gündüz hücrenin parmaklıklı kapısının kenarındaki yerimi sadece tuvalete ve sorguya götürdüklerinde terkediyordum. Bir gece vakti, genç bir lise öğrencisi genç kadını getirdiler. Her yeni gelene sorduğumuz gibi, hangi davadan, nerden, neden getirildiği gibi soruları bir biri ardına sıralamıştık.

Yanlış hatırlamıyor isem, 10 lise öğrencisini İstanbul Maltepe’de bir eve baskın yaparakgetirmişlerdi. Ayrıca, bizim hücreye konulan öğrencinin anne ve babası da getirilmişti. Biz şaşkın bir biçimde on kişinin bir evde ne yaptığını sorduk elbette. Üniversite sınavlarına hazırlanan on genç birlikte ders çalışıyorlarmış. Annesi de börek, poğaça, kek yapmış çocuklar için. Akşam üzeri telefon etmiş kızının bulunduğu eve… Bir türlü yanıt alamayınca, eşiyle birlikte pasta ve börekleri de alarak çocukların ders çalıştığı eve gitmişler. Kapıyı evde karakol kurmuş olan DHKP-C timinden polisler açmış. Anne-baba şaşkın, çocuklar şaşkın. Bir süre evde bekletildikten sonra hep birlikte Vatan Caddesi Emniyet Müdürlüğü Siyasi Şube’ye getirilmişler.

Emniyette anne bas bas bağırınca, avukat gelmiş. Polisle görüşmeler sonucunda, sabaha kaşı anne ve babayı bırakmışlar. İki gün sonra da polislerin ha bire çağırırken ‘pasta-çörekçi’ dedikleri çocuklar da bırakıldı. Tabi bu arada geçerken polislerin evde annenin getirdiği bütün pasta börekleri midelerine indirdiğini de atlamayayım.
O gün alınan lise öğrencilerinden sadece Abidin’i bırakmayıp tutuklamışlardı. Meğer Abidin bir kez, bir arkadaşıyla bir eyleme katılmış. Arkadaşı gözaltına alındığında Abidin’in ismini ve ailesiyle yaşadığı evin adresini vermiş. Sonrası malum!.. Her şey yukarıda özetlediğim gibi gelişmiş.

15 günlük gözaltı süresinin ardından, çıkarıldığımız savcılıkta, polisin savcıya yaptığı baskı sonucunda tutuklanarak bir gece yarısı Bayrampaşa Hapishanesi’ne götürüldük. Tutuklandığımızı duyan arkadaşlar, gecenin ilerleyen saatlerine rağmen uyumamış, bizi bekliyorlardı. İşlemlerin ardından kadınların bulunduğu bölüme götürüldüm. Ertesi sabah sayımından sonra karşı bloktan hemşire bir arkadaş gelip serum taktı, ilaçlarımı verdi. Malum, sitematik işkenceden geçmiş bedenlerimiz yaralı, askıdan kollar tutmuyordu…

Hafta başında bizim ziyaret günümüz olmadığı halde, gardiyan ziyaretçin var diye seslenince, hızla görüş kabinlerine gittim. Kabin görevlisi arkadaşın işaret ettiği kabine girdiğimde, karşımda iki genç kadın duruyordu. Benim bulunduğum tarafta da bir genç. Kadınlardan birini hemen tanıdım. Kuzenimin kızı Hülya idi. Uzun yıllar aile çevremle ilişkim olmadığı için, gençleri tanımıyordum. Bir ihtiyacım olup olmadığını sordular, sevecenlikle. Ardından Hülya, yanımdaki gencin kardeşi Abidin olduğunu söyledi. Hemen oracıkta tanışınca, Abidin’in biz gözaltındayken getirilen 10 lise öğrencisinden biri olduğunu öğrendim. Gözaltı sürecinden sonra savcılıkta tutuklanan Abidin hakkında kısa bir süre sonra da DHKP-C’ye üyelikten dava açıldı. Kısa bir süre sonra da, üyelikten 12.5 yıl hapis cezası verildi. Bir süre sonra da Yargıtay cezayı onayladı.

O zamanlar hafta sonlarında sabah sayımından sonra, idareyle yapılan bir anlaşmaya göre erkek arkadaşların koğuşlarına gidebilirdik. İbrahim’in kaldığı koğuşla, Abidin’in kaldığı koğuş aynı havalandırmayı kullanıyordu. Yine bir hafta sonu görüşünde Abidin’in hikayesini ayrıntılarıyla öğrenmiştim.

Bizim tutuklanmamızdan bir-iki hafta sonra Adalet Bakanlığı’nın yürürlüğe koyduğu Mayıs Genelgeleri’nin iptali için süresiz açlık grevi başladı. 40 gün sonra da açlık grevi ölüm orucuna dönüştürüldü.

Abidin bu süreçte, herkes gibi açlık grevine katıldı. Hapishanede politikleşti. Ben altı ay sonra tahliye oldum. Benim tahliyemden bir süre sonra Abidin, Ümraniye Hapishanesi’ne gönderilmişti.

19 Aralık 2000 Hapishaneler Katliamı İki Kardeşi Aynı Eylemde Buluşturdu
19 Aralık 2000 tarihinde bir gece yarısı 21 hapishaneye baskın yaptıklarında ise, Abidin Bursa Hapishanesi’ndeymiş. Oradan Tekirdağ F Tipi Hapishane’ye götürülmüş. 19 Aralık katliamı sonrasında tutsakların başlattığı ölüm orucu eylemine katılmış.
Aynı süreçte Tutuklu ve Hükümlü Aileleri Yardımlaşma Derneği (TAYAD) üyesi ablası Hülya’da Armutlu’da başlatılan ölüm orucu eylemine başlamıştı. Bir ara polis baskınında gözaltına alınarak tutuklanmıştı. Ama içeride de ölüm orucunu bırakmamıştı. Dışarı çıktığında da, Armutlu eylem evinde ölüm orucunu sürdürmüş, 31 Ağustos, 2001 günü saat 12.40’da yıldızlaşmıştı. Hülya 2000’de başlayan ölüm orucu eyleminde yıldızlaşan 32. kayıp idi.
Hülya Şimşek bu uzun yolculuğuna çıkmadan önce hapishanede ölüm orucu eylemini sürdüren kardeşi Abidin’e bıraktığı mektupta şunları yazmıştı:

” Sevgili Abidin,
Gönderdiğin her mektupta çok mutlu oldum. Ama şunu iyi bil ki, Pir Sultan’ı sevmek her şeyin en büyük mutluluğuydu. Abidin yokluğa, zulme ve hücrelere karşı çıkmak görevimdi. Çok başarılı değildi bu karşı çıkış ama yapabildiğim kadarını yaptım. Sakat görüp gülmek, yoksul görüp gülmek…Bizim çocuklarımızı üstsüz başsız, dipsiz kuyularda okula göndermeden, üstünü örten burjuvaziye binlerce kez lanet okuyorum. Bilim şu anda binlerce gerçeği insanları normal yaşayacak duruma getirmiştir. Fakat bilimle burjuvazi öyle bir uğraşıyor ki, onları bizim görmemizi, yaşamamızı engelleyerek kendi başımıza sormadan, üretmeden, öğrenmeden diplerde, köşelerde çürüye çürüye ölmemizi istiyor.
Annelerimizle babalarımızla diyalog kuramıyoruz. Kardeşim, sevgiye inanırım. Bunu yıkmasını öğreneceğiz. Sana olan derin sevgimden hiç kuşkun olmasın. Ama sen de hakettin. Karşılığında bir kusur işlemedin. İnsanlarımızdan, arkadaşlardan destek alıyorum. Dünya halkları da Türkiye’de dönen rezaleti görecek.
Her birimiz bu düzende öyle de böyle de acılardan…Ortak hazırladığımız sofralardan yemek yiyeceğiz. Hastalarımız kalmayacak. Hastalıklarımız kalmayacak. Espirilerle sabah kahvaltıları yapacağız. Benim, benim, benim, benim…lafını kaldıracağız. Tarlada çalışanlar, çalışanlar bunu söyleyecek. O zeytinler nasıl dövüldü, unlar nasıl yapıldı, pazarlar nasıl kuruldu…Yolumuz doğru, asla hakkımızı alamadık, insanca yaşam için hakkımız nedir öğrenemedik. Birbirimize sevgiyle bakamadık. Merhametle, saf dürüstlüğe koşan insanlara yardım etmek için koşmaktan kaçmayan insanlara hayranlıkla baktım. Yanlarında olmaya çalıştım. Ama başarılı olamadım. Halkımızı çok seviyorum, çünkü çok çekti. Ama bu acılar bir gün ortaya çıkacak. Bu acıların niye çekildiği ortaya çıkacak. Kendileri bunu anlayacak. Bunun bedelini ödeyecekler. Çok yazmak istediğim şeyler var toparlayamıyorum. Yine de bu savaştaki yerimin güzel olduğunu düşünüyorum.
Zengin sofrasında yirmi çeşit yemek varken, bir parça ekmek bulamayan, sokaklarda battaniyesiz binlerce insanın olduğunu da biliyorum. Hiç de o demiyorum. Yazıklar olsun böyle bir dünyaya. Bu kadar yazabildim. Şimdilik gözlerinden öpüyorum. Yanındaki tüm arkadaşlara selamımı söyle. Mektubuma son verirken gözlerinden öpüyorum. Bu savaşta birlikteyiz. Sizi sonuna kadar destekliyorum. Ablan-Hülya Şimşek”

Ölüm orucu eylemini sürdürdüğü sırada Abidin Tekirdağ F Tipi Hapishane’den Edirne F Tipi Hapishane’ye gönderildi. Devletin ölüm orucu eylemlerini kırmak üzere başlattığı tahliye sürecinde Abidin’de korsakof olduğu için tahliye edilmişti. Çocuk denilebilecek bir yaşta girdiği hapishanede büyümüştü Abidin. Gencecik biri olmasına rağmen, açlık grevleri ve ölüm orucu nedeniyle ağzında doğru dürüst diş kalmamıştı.

Ölüm orucu eylemini kırmak için tahliye furyasını başlatan Adalet Bakanlığı, bir süre sonra serbest bıraktığı korsakof hastası olan devrimcileri bir bir içeri almaya başladı. Abidin dışarıda kaldığı süreçte hayatını idame ettirmeye çalışmıştı. Cezasının geri kalan kısmını çekmesi için arandığı süreçte de, kaçak olarak çalışmış, ayakta kalmıştı.

9 Şubat 2018 tarihinde yeniden tutuklanarak Silivri F Tipi hapishane’ye konuldu. Böbrek ağrıları yakasını hapishanede de bırakmamıştı. Hastaneye götürülmedi, gerekli muayenelerden geçirilmeden çok sayıda hasta mapus gibi, hapishanenin demir ve betonuyla baş başa bırakıldı.

Abidin 22 Mart 2021’de tahliye olduğunda, herkes çok sevinmişti. Ama bu sevinç çok sürmedi. Böbrek sorunu için hemen hastaneye götürüldü. Muayene sonucu böbreğinin tekinin iflas ettiği belirlendi. Böbrek ameliyatı için yapılan tetkiklerde akciğer kanseri tanısı koyuldu. Üstelik hastalığın son aşamasındaydı. Kanser şoku yaşayan aile, belki Küba’da tedavisi mümkün olur diye düşünüp araştırırken, bir yandan da Ankara’da Abidin’in akciğer kanseri tedavisi başladı. Ancak ailenin çırpınışı boşunaydı… 1996 yılında girdiği hapishanede büyümüştü Abidin. Açlık grevleri, ölüm oruçları, tedavi hakkının gaspı derken bütün bedenini çürütmüştü hapishane.

7 Aralık sabahı haber yaparken, telefonum çaldı. Arayan ablamdı. Abidin’in mektup arkadaşı…Hıçkıra hıçkıra ağlayan ablam Abidin’i kaybettiğimizi söyledi. Abidin bugün memleketi Erzincan’da sonsuzluğa uğurlandı. Bana da, sessiz sedasız sonsuzluğa yürüyen lise öğrencisiyken tanıdığım Zeynel Abidin’in hikayesini yazmak düştü!..

Hayat hakikaten çok adaletsiz!.. Ve böyle zamanlarda insan bağıra bağıra bu adaletsizliğe isyan etmek istiyor. Peki ya sen! Sen Abidin! Hapishanede büyüyen çok sayıda devrimci gibi, bunca bedelin ardından acelen neydi canım? Eminim çektiğin bütün acılar şimdi dinmiştir… Seni sevgi ve saygıyla anacağız…


Füsun Erdoğan – 08.12.2021

Tags:


About the Author



Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Back to Top ↑