Yazarlar

Published on Ekim 18th, 2020

0

Biyografik bir hikaye: Çoban Hüseyin ve Einstein – İsmail Göçüm

Karanlık bir odada siyah bir nesne arıyorsanız bunun adı felsefedir.
Yarı karanlık bir odada bir nesne arıyorsanız bunun adı metafiziktir.
Yarı karanlık bir odada bir nesne ararken “buldum” diye çığlık atıyorsanız bunun adı da dindir. Ama; eğer zifiri karanlık bir odada siyah bir nesne ararken el feneri kullanmak aklınıza gelebiliyorsa bunun adına da bilim diyoruz.

Mevlana’nın bir sözü; “Efendi; bağ yapmada Rum çiftçi, bozumunda Türk çiftçi tutmak gerektir. Çünkü dünyayı imar etmek Rumlara; yıkmak ise Türklere mahsustur. (…) der.

Mevlananın bu sözüne katılıp katılmamak bir tercih sorunu. Bizim öyle ata sözlerimiz var ki; insana külah çıkartır.

Yukarıdaki söz bize avcı toplumlarla tarım ve zanaatkar toplumlar arasındaki farkı sunar. 

Bizler millet olarak çok konuşan ulusların başında yer alıyoruz. Sahip olduğumuz özelliklerimiz, malesef konuşurken anlaşılmazlığın ötesine, kara deliği delip geçer; sonsuzlukta kaybolur gider. Bu açıdan neye karşı çıkacağımız, neyi reddedeceğimiz her zaman, hep havada… muallak kalmıştır.

Bizler bazen boş boş ve çok gereksiz şeyler konuşurken asıl sahip çıkacağımız gerçekleri göz ardı ederiz. Hani boş konuşmanın öyle bir tarihi açıklaması da söz konusu değildir. Az ve öz konuşma yeteneğine sahip olan toplum ve insanların sözleri bir atasözü gibi günlük yaşamın fiiliyatı gibi kendini eylemle dışa vurur. Gerçeğe odaklanamayan toplumlar geçmişi bir hikaye olarak algılamaktan öteye geçemedikleri gibi sahip olabilecekleri fırsat ve değerler de -kaybolan zamanda- başkalarının eline çoktan geçmiş olur. Biz öyle trajikomik bir toplumuz ki, her şeyin bir bahanesini bulur, sonra geçer lafın başına;
“Bütün bunlar kur-anda zaten yazıyor.”
“İlk cep telefonunu Nuh Peygamber buldu.”

“Temizlik imandan gelir” gibi, Tuvalet ve taharet kültürü ile, yaşamın sadece bunlardan ibaret olduğuna kanar, içi boşaltılmış sözcükleri birbiri ardına ekleyerek işin içinden sıyrılır çıkarız. Acaba fiiliyatta bunların bir karşılığı var mıdır? Hiç sorgulamayız bile.


Peki o zaman size sormazlar mı?

Yurt dışına giden beyin göçü neden ileri gelir?
Ülkenin bilimsel altyapı eksiklikleri neden hiç sorgulanmaz?
Eğitim sistemindeki bilimsel olmayan ezberci monolog metot neden hiç sorgulanmaz?

Aşağıda okuyacağınız araştırma hikaye tam da bu noktaya dikkat çekiyor. Sahip olduğumuz bir çok değerin elimizden nasıl uçup gittiğini ve bu değerlerin başka milletlerin, ya da devletlerin lehine nasıl işlediğini gördükten sonra insanın üzülmemesi içten değil.

Hikaye 1936 yılında Denizli’nin Acıpayam ilçesinin bir köyünde öğretmen grubunun, bir bahar günü piknik yaptıkları sırada yaşadıkları olayla başlar.

Öğretmenler piknik sırasında keçilerini otlatmaya çıkan bir çocuk çobanla karşılaşırlar. Çobanı yanlarına davet ederler, ona yiyecek, içecek ikram ederler. Bu sırada çobanla öğretmenler arasında samimi bir ortam oluşur ve çobana adını sorarlar.

Küçük çoban adının Hüseyin olduğunu söyler. Çoban Piknik yerindeki öğretmenlerin yanından tam ayrılacaktır ki; öğretmenlerden biri çobanın eline -okuması için- bir kaç gazete sıkıştırır. Çoban şaşkın şaşkın, bir öğretmene bir gazeteye bakar ve der ki;

“Ben okuma yazma bilmem” der ve gazeteyi geriye iade eder.

Bunun üzerine, öğretmenler sorarlar;
“Kaç yaşındasın?”

Çobanın yanıtı;
“12 yaşımdayım” der.
Bu yaş sınırı, ilkokul bitirme yaşı olduğu için öğretmenler şaşırır ve bir kaç soru daha sorunca, çocuk çoban anlatmaya başlar;

Üç yaşımda annesini kaybettiğini, 11 yaşında da babasını kaybettiğini söyler. 

Diyalog sırasında, çocuğun zeki bir kişiliğe sahip olduğunu farkeden öğretmenler, bu çocuğun mutlaka okuması gerektiği konusunda hemfikirdirler… Küçük Hüseyin, şans eseri karşılaştığı bu öğretmenlerin verdiği destek ile, Denizli’de parasız yatılı okumak için okula kaydettirilir… 

Aradan geçen kısa sürede okuma yazmayı söken Hüseyin bir başka yeteneği daha ortaya çıkarılır. Bu yetenek, onda olan olağanüstü bir Matematik sevgisi ve bilgisidir. Daha sonra bir bilgi yarışmasına katılır. Yarışmada kendisine bir kitap hediye edilir. Kitabı eline alıp yurda dönen Hüseyin, bir gecede kitabı bitirir… Kitabı okuyup bitirdiğinde ise, sabahı zor yapar. O gece Hüseyin hiç uyumamıştır. Sabah Okul açılır açılmaz doğru Fen Bilgisi öğretmeninin yanına koşar. Soluk soluğa, Öğretmeni görür görmez, heyecanlı heyecanlı;

“Öğretmenim, bu kitapta bir eksiklik var, bir eksik” der. Öncesinden habersiz Öğretmen, tabii ki bu duruma çok şaşırır ve şöyle der;

“Dur bi dakika, dur. Ne dedin sen”der…

Hüseyin, kitabın sayfalarını açarak, ince parmakları ile gösterir.

Bahsettiği eksiklik Einstein’ın, “Relativität Theorisi, Yani, türkçesi Görecelilik Teorisi hakkındadır. Hüseyin, söz konusu bu teorinin önemli bir parçasının kitapta bulunmadığını fatketmiş olmasıdır. Öğretmen çok şaşkındır… Aradan bir kaç gün geçer, Fen Bilgisi öğretmeni konuyu İstanbul Teknik Üniversitesinde hocası olan Fizik profesörü Nusret Kürkçüoğlu’na bir mektupla iletmek için kağıda kaleme sarılır…

Fen bilgisi öğretmeni, Fizik Profesörü Küçükoğlundan aldığı yanıtta şunlar geçmektedir;

“Hüseyin liseyi bitirince İstanbul Teknik Üniversitesi Elektrik Mühendisliği’ne gelsin ve beni bulsun.” yazılıdır.

Hüseyin liseden mezun olur ve elindeki diploma ile doğru İstanbul Teknik Üniversitesi Elektrik Mühendisliği’ne gider. Burada Fizik Profesörü Küçükoğlu’nun yardımları ile İTÜ kaydını yaptırır… Denizlili öksüz yetim Hüseyin, İTÜ’ de birtakım çalışmalara katılır fakat, hocaları bu çalışmalardan bir şey anlayamazlar… Sonra bir hocası ona;

“Bu çalışmaları anlasa anlasa Amerika Boston’daki Massachusetts Teknoloji Enstitüsü’nde (MIT) görevli olan Prof. Dr. Morse anlar” der. Prof. Dr. Morse ye iletilmek üzere bir mektup yazılır… mektuba formüller eklenir ve Amerika’ya gönderilir. 


Amerikadan gelen mektubun yanıtında, aşağıdaki şu ifadelere yer verilmektedir;

“Bu alandaki çalışma ve çözümün 5 yıl önce bir grup tarafından bulduğu”…
Yine de bu çözümün bir kişi tarafından bulunması büyük başarı olarak kabul edilir. Tüm masrafların kendileri tarafından karşılanması güvencesi ile, Hüseyin Yılmaz Amerikaya davet edilir.

Yıl 1952 dir. Hüseyin Yılmaz, artık İTÜ’den Yüksek Elektrik Mühendis olarak mezun olmuştur. Bir gazetenin açtığı kampanya sonucunda toplanan paralarla, fakir ve yetim Hüseyin Amerikaya gider.

Hüseyin Yılmaz, bir tez öğrencisi olarak Prof Dr. Morse’un karşısındadır fakat; yeteri derecede İngilizce bilmediği için çok zorlanır. Morse’un söylediklerine;

“Write on the blackboard”
“Kara tahtaya yazar mısınız.” der.
Böylece, Prof. Dr. Morse Hüseyin’in tez konusunu tahtaya yazar. Hüseyin yazılanları deftere geçir. MIT’te genelde 5 ile 9 yıl arasında bitirilebilen Tez konularını Hüseyin 3 ay içerisinde bitirip hocası Morse’nin karşısına çıkar.

Morse birkaç gün sonra tezi inceleyip Hüseyin’i yanına çağırır;

“Senin tezin bitti. Ancak burası bir MIT. Biz burada böyle hemen doktora diploması veremeyiz. Sen git istediğin dersleri al, 2 yıl sonra yine gel.” der.

Hüseyin 2 yıl sonra doktorasını alıp bu kez Princeton Üniversitesi’ne gider. Orada ünlü fizikçi Albert Einstein ile birlikte çalışmaya başlar. Birkaç yıl Einstein’la çalıştıktan sonra tekrar Boston’a geri döner. Burada icatları destekleyen bir firmada çalışmaya başlar. İşi, bilgisayarlar ile konuşma ve onlara talimat vermeye yönelik projelerdir.

Böylece, ses ile kumanda edilen bilgisayarın odasında, ilk defa 1960’ların başında Hüseyin Yılmazın imzası vardır.

1958 yılında, çalışmalarını yakından takip ettiği Albert Einstein’in kendisi kadar ünlü “fonksiyon teorisi”n de eksikler tespit eder. Bu konudaki görüşlerini bir mektupla kendisine bildirmek için mektup yazar. Ancak; mektup yerine ulaşmadan Einstein ölür.

Yılmaz, hata olarak tespit ettiği “fonksiyon teorisi” ni ünlü bir bilim dergisinde yayımlayınca akademik dünyada adeta kıyamet kopar. Bilim dünyası ikiye böler ve Einstein’in kuramına karşı “Yılmaz kütle çekim kuramı” da tartışmalı olarak bilim fizik literatürüne girer ve tartışmalar sürer gider…

Tartışmalar sürerken…
İnsanlığın varoluşundan önce, her ne kadar nesnel gerçeklik var olsada, gerçeğin varoluş gerçekliğini ortaya çıkaran tek canlı yine insan olacaktı.

İnsanın varoluşu, toplumların varoluşlarını insanlık tarihini ortaya çıkaran sözlü varoluşu ve bunu takip eden evrimleşme süreçlerini; dokunmayı, keşfetmeyi, yazmayı, bilmeyi, incelemeyi, araştırmayı, işlemeyi ve yaşamı yenileyerek tekrardan üretmeyi beraberinde getirmiştir.

Milyonlarca yıllık evrimsel geçmişi olan insanın ne yazık ki; tarihi tanıma bilinci kendi yaşı kadar eski değildir. Bu fikir bize insanın kendi varoluş çizgisindeki tarihsel diyalektik gelişimi konusundaki muğlaklığın olduğunu ortaya çıkaracaktır.

Bu tarihi gelişim sürecinde her ne kadar muğlaklık sözkonusu olsada, bilimsel gelişmenin çizgisinden hareketle insanlığın geçmişine, yani geriye doğru bir yolculuğa çıktığımızda; göreceli sosyal, bilimsel-modern karma toplumdan kapitalist topluma, kapitalist toplumdan yarı ilkel yarı feodal topluma, feodal toplumdan, ilkel köleci topluma, ilkel-vahşi köleci toplumdan insanlığın ilk nüvesi olan komunal-komün toplumuna kadar uzanan bir tarihi diyalektik bir çizelge oluştuğunu görürüz.

Matematik ve peryodik çizelgelerin şaşmaz özelliklerinden olan tarihsel ve diyalektik rakamlar; 1 den sonsuza kadar uzaya dursun, bilimsel gerçeklerin aracılığı ile yaşamı hazımsaya hazımaysa, keşfede keşfede, tadını çıkara çıkara ilerlediğini görüyoruz… örneğin; Telefonlar olmadan akıllı telefonları akıl edemediğimiz gibi…

Bundan öncede bir çok kez bilimsel gerçeklik üzerine araştırma hikayeleri ve denemeleri üzerine yaptığım çalışmalardan yola çıkarak, aşağıda aktaracağım eleştirisel analiz kunusu, Çoban Hüseyini çoktan aşmış, dünyanın en değerli Fizik Profesörleri ile birlikte çalışma fırsatı bulmuş Fizik Profösörü, Doktor Hüseyin Yılmaz ın “Kütle Çekim Kuramı” üzerindeki bilimsel katkılarına yönelik eleştirisel bakış açılarını, bu açılar nelerdir? Bunlar üzerinde durmaya çalışacağım.

Denizli Acıpayam’da başlayan ve ABD’nin Boston şehrine kadar uzanan bu başarı öyküsü -tesadüfleri bir kenara bırakacak olursak- başlı başına bir Prof. Dr. Hüseyin Yılmaz öyküsüdür.

Yukarıda da belirttiğim gibi, Bir Fizik dehası olan Yılmaz, “meslektaşı Einstein’in hatasını bularak” literatüre geçer. Kendi ismiyle anılan kuramlar oluşturur. 1958 yılında, çalışmalarını yakından takip ettiği, ünlü fizikçi Albert Einstein’in kendisi kadar ünlü fonksiyon teorisinde eksikler tespit eder. Bunu bir mektupla ünlü bilim adamına bildirmeye çalıştığı sırada, mektup Einstein’ ulaşmadan Einstein ölür.

Bu bir gerçek mi?
Biraz karışık…

Gerçek tarafları nedir?

Prof. Dr. Hüseyin Yılmaz’ın gerçekten de önemli bir fizik profesörü olduğu, MIT’de eğitim aldığı ve teorik fiziğe (özellikle Einstein’ın da çalıştığı kütleçekim teorilerine) yaptığı katkılarla bilindiği doğrudur.

Peki bu doğru ise, öyleyse biraz karışık ve yanlış bilinen nedir?

Prof. Dr. Hüseyin Yılmaz, Albert Einstein’ın kütleçekim teorisini veya fonksiyon teorisini (?) çürütemediğidir.

İddianın Kökeni…

Bazı kaynaklar ve kurumlar bilim insanlarının akademik çalışmalarına odaklanıp, bilime yaptıkları önemli katkıları halka aktarmak yerine, mağdur edebiyatı üzerinden, “bak bak” larla kendi toplumlarına daha fazla prim getireceğini düşünerek Prof. Dr. Hüseyin Yılmaz’ın çalışmalarını gerçeklikten uzaklaştırarak saptırmaya uğraşmışlardır.

Peki bu yönlü gerçek bilgi nedir?

ODTÜ Fizik Bölümü’nden Prof. Dr. Bayram Tekin, Prof. Dr.Yılmaz ile ilgili anılarını şöyle anlatır;

“Boston taraflarında doktora sonrasında araştırma yaparken eski kitapçılara çok uğrardım. Bazen ilginç kitaplar düşer. Harvard Üniversitesi yakınlarındaki bir kitapçıda Hüseyin Yılmaz’a ait olan birkaç kitap buldum. Kitaplarla ilgili ilginç olan şey şu: Hüseyin hoca kitapların bir kısmını çok dikkatli okumuş, satır satır pek çok yeri çizmiş, not almış, soru işaretleri koymuş. Kitaplardan birisinin arasında 1958 yılında Physical Review dergisinde yazdığı makalenin el yazısı ile bir kopyası vardı. Sanıyorum o zamanki yazma imkanları nedeniyle eliyle yazmış. Sonra da daktilo ile sekreteri yazmıştır. Ama bu orijinal metin kitabın arasında kalmış ve sahafa satılmış o kitap”

Hüseyin Yılmaz’ın Kariyeri:

*Dr. Yılmaz okuma yazmayı 12 yaşından sonra öğrenir.
*İstanbul Teknik Üniversitesi Fizik Bölümü’nde eğitimine devam eder.
*1950 yılında lisansını, 1951 yılında ise yüksek lisansını İTÜ’de tamamlar.
*1954-1956 yılları arasında Stevens Teknoloji Enstitüsü’nde yardımcı doçent olarak görev yapar.
*1956’da Kanada Ulusal Araştırma Konseyi’ne kabul edilir.
*1957 yılında Sylvania Electric Products firmasında çalışmaya başlar.
*1958-1959 yıllarında Princeton İleri Araştırmalar Enstitüsü’ne girer.
*1959 yılında, “maser” (uyarılmış radyasyon emisyonu ile çoğaltılmış mikrodalga) kullanarak Genel Görelilik Teorisi üzerine yaptığı çalışmaları nedeniyle Kütleçekim Araştırmaları Vakfı Ödülü’ne layık görülür.
*1962 yılında Arthur D. Little firmasında üst düzey yönetici olarak çalışmaya başlar. Aynı zamanda MIT’de Biyoloji Bölümü’nde araştırmalar yapmaya başlar 1964 yılında Eindhoven’da Algı Araştırmaları Enstitüsü çatısı altında çalışmalarını sürdürür ve sonradan Winchester’daki Algı Teknolojileri (Perception Technology Corporation) firmasına davet edilir.
*1965 yılında Northeastern Üniversitesi’nden fahri profesörlük aldı. *1970’lerde bilim felsefesi ile ilgilenmeye başlayan Dr. Yılmaz, 1990’larda ise Tufts Üniversitesi Elektro-Optik Araştırma Merkezi ve Japonya’daki Hamamatsu Fotonik firmasına katıldı.

Dr. Yılmaz Bilime Ne Kattı?

Dr. Yılmaz’ın araştırma konuları fazlasıyla genişti. Özellikle kütleçekim teorisi üzerine çalışan Yılmaz, sonradan renk algısı ve konuşma algılama konularına da ilgi duymaya başladı. 1960’larda Edwin Land’in Evrim Teorisi’yle ilgili görüşlerinden yola çıkarak renk algısına yönelik yeni bir evrimsel teori geliştirdi.

Ancak en çok ses getiren ve tanınan çalışması, 1958 yılında kütleçekim üzerine yayınladığı teorisidir. Bu teoride, Einstein’ın Genel Görelilik Teorisi’nin zayıf alanlarla ilgili açıklamasının genellenmesi üzerine yoğunlaştı.

Prof. Dr. Hüseyin Yılmaz’ın çalışmaları, aynı alanla ilgili olarak çalışan Fizik Prof. Dr. Bayram Tekin şöyle anlatıyor:

“Hüseyin hocanın ne tür bir araştırma yaptığı sorusunun cevabı biraz teknik; ama kısaca bahsedeyim: Aslında önerdiği 2 teori var. 1958 yılındaki teorisi biraz daha naif bir skalar kütleçekim teorisi. İkincisi ise bundan yola çıkarak geliştirilen, ama özünde Einstein denklemlerinin sağ tarafına maddenin yanında kütleçekimin de enerji-momentum tensörünü ekliyor. Tabi böyle bir tensörün anlamlı bir halini henüz bilemiyoruz. O yüzden teori, günümüz itibariyle sadece bir “fikir”, bir “hipotez” konumunda. Teorinin öngörüsü ise önemli: “Karadelik” diye bir şeyin var olmadığını ileri sürüyor. Ancak kim ne derse desin, teorisine çok güvendiğini biliyoruz. Bunu ben, kitapları arasına aldığı notlardan rahatlıkla görebiliyorum.

Teorileri fizikte yaygın olarak kabul gören kavramlar olan olay ufkunu (dolayısıyla karadelikleri), kütleçekimini, Büyük Patlama’yı ve genişleyen evren modelini reddediyor olmasından ötürü fizik camiasında yaygın olarak eleştirilmiştir; hatta 2007 yılında yayımlanan bir makale, Dr. Yılmaz’ın kütleçekim teorisini doğrudan doğruya, deneysel ve kozmolojik olarak çürüttüğünü ileri sürmektedir. Dr. Yılmaz’ın kütleçekim teorisi, şu 3 ana madde üzerinden eleştirilmektedir:

Teorisinde kullandığı alan denklemleri iyi tanımlanmamıştır,

Zayıf alanlarda bile, eğer ki süper kütleli bir karadelik civarı söz konusuysa, olay ufuklarının oluşabildiği bilinmektedir (Dr. Yılmaz’ın iddiasının aksine),

Teorinin geçerli olduğu sadece iki durum vardır: Tamamen boş bir evren veya negatif bir enerji vakumu altında.

Dr. Yılmaz’ın en temel iddiası, geliştirdiği kütleçekim teorisinin kuantum mekaniği ile de uyumlu olduğu, süpersicim teorisine ise alternatif bir teori geliştirdiği yönündedir. Halbuki bunu bugüne kadar başarabilen kimse olmamıştır.

Ancak birçok akademisyen, Dr. Yılmaz’ın çalışmalarını övmüş ve uzun uzadıya analiz etmiştir. Dr. Yılmaz da ömrü boyunca teorisini eleştirenlere akademik makaleler ile yanıtlar vermeye çalışmıştır.1994 yılında, GPS teknolojisindeki ufak sapmalardan yola çıkarak teorisini test etmeye çalışmıştır.

Prof. Dr. Hüseyin Yılmaz’ın geliştirdiği teoriler bilim camiasında tartışılmış; ancak dikkate değer bir değişim yaratmaya yetmemiştir. Prof. Dr. Yılmaz’ın ileri sürdüğü gibi fikirler, fizikçiler arasında sıklıkla geliştirilen sayısız fikirden sadece birkaçıdır.

Bu fikirlerden belirli fiziksel öngörülerde bulunabilenler sınandıktan sonra güç kazanırlar. Dr. Yılmaz’ın hipotezleri bu sınavları geçebilmiş değildir. Buna rağmen Dr. Yılmaz, fiziğe birçok katkıda bulunarak bilimin ilerlemesine hız katmıştır.”diye açıklar.

Bilim abartılara yer bırakmaz. Bilim yasa koyucu olmadığı gibi, kendi bilimsel gerçekliğıni yine, yeni bilimsel gerçeklerle ortadan kaldıran yegane deneysel gerçekliğe dayanır. Büyük fizikçi Einstein, ışığın bükülmesini kanıtlayabilmek için tam 20 yıllık bir çalışma ile; Güneş tutulması deneyi ile kanıtlayarak tarihe geçmiştir. Bilim işte böyle meşakatli bir deney sürecinin sonunda ortaya çıkar.

Çoban Hüsayin ile başlayan bir yaşam öyküsü, Prof. Dr. Hüseyin Yılmaz ile noktalanarak, 27 Ocak 2013 yılında, doğruğu topraklardan binlerce Km. uzakta, Amerikada sessiz sedasız yaşama veda eder…


Kaynaklar:
Mevlana-Rıza Zelyut, Hüseyin Yıkmaz. Prof. Dr. Bayram Tekin, Evrim Ağacı, Wikipedia


İsmail Göçüm – 18 Ekim 2020

Tags:


About the Author



Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Back to Top ↑