Yazarlar

Published on Haziran 3rd, 2020

0

Bizim Siyahlarımız ve Yahudilerimiz yok mu? – Sinan Öztürk


Her şey bir süreç meselesidir. Biz hep yukarıya bakan bir coğrafyanın halklarıyız. Ya Allah’a ya devlete bakmışız… Bizim tarihimizde de günümüzde de yeterince Siyahımız ve Yahudimiz oldu ve şimdi de var…

  Amerika’da siyahi Floyd’un polis tarafından acımasızca öldürülüşü ırkçılığı yeniden dünya kamuoyunun gündemine getirdi. ABD’de başlayan eylemler başka ülkelere de sıçradı. Haliyle bizim ülkemizde de en azından sosyal medyada gündem olabildi. Bu vesileyle “uzaktaki ırkçılık” kınandı ama “yakındaki ırkçılığa” karşı üç maymun pozisyonu devam etti.

Zaten her zaman böyle değil miydi? Kendi dışında yapılana karşı çıkılırken, kendi içinde ve bizzat kendinin yaptığı ırkçılık, ötekileştirme, baskı, zulüm karşısında birden statükocu olmak bizim memleketin hayli uzun bir geçmişinden bugününe kadar sürekli var oldu. Bu statükocu, ikiyüzlü davranış biçimi salt devletin refleksi olmayıp toplumun da hemen hemen neredeyse tümüne egemen ve musallat olmuş ağır bir maraziyedir.

Senden uzak yerlerdeki soykırımları, katliamları, hukuksuzlukları, insan hakları ihlallerini, doğa katliamlarını eleştirirken kendi yaptıklarını gizlemek, ortaya çıkmasını engellemek için binbir gece masalları uydurmak, ortaya çıktığında da red ve inkâr politikasına sarılmak Türkiye’nin gelişmesindeki en büyük engellerden biri olmuştur.

Irkçılık her yerde

Gelelim son olaylara. Irkçılık denildiğinde Türkiye toplumunda gözler hep uzaklara çevrilidir. Çünkü ırkçılığın sadece siyah-beyaz, Alman-Yahudi barındıran yerlerde olduğu ve olabileceği dışında başka bir fikri olmadığı gibi, ırkçılığın ne demek olduğunu da gene bu dar alan dışına çıkartıp anlayamaz. Belki de anlasa ırkçılığın aslında dünyanın her tarafında, yaşamın her alanında olabileceğini görecek ve aynda kendisiyle karşılacaktır.

Irkçılık siyah beyaz meselesi kesinlikle değil. Alman Yahudi meselesi de değil. Sırf böyle görüldüğü için herkes kendi ırkçılığından arındığını sanıyor. Irkçılık çok yaygın olarak bizim ülkemizde de var. Bunun ırkçılık olduğunun anlaşılması için siyahlara ya da Yahudilere ihtiyaç yok. En tepeden en alta kadar kendinden olmayanı ezmeye çalışan, ötekileştiren, yüzyıllardır yaşadıkları topraklardan kadim halkları tehcir, sürgün, mübadele, zorunlu iskân açıklamalarıyla köklerinden koparıp katleden, mallarına mülklerine, geride kalanların kimliklerine el koyan bütün devletler ve onları alkışlayan toplumlar da ırkçıdırlar. Kendi anadilinde insanları susturan devletler ve o devletleri alkışlayan ayakta tutan toplumlar da ırkçıdırlar. Türk devleti ve ağırlıklı olarak Türkiye toplumu ırkçıdır, fırsat bulduğunda, ki tarihte örnekleri çoktur, acımadan komşusunun gırtlağını kesip malına mülküne el koyacak kadar da vicdansızdır. Bizim tarihimizde de günümüzde de yeterince siyahımız ve Yahudimiz oldu ve şimdi de var.

Bugünün algısı

Bugün de farklı değildir. Bu gerçeği görememek, bu gerçeğin sürmesini sürekli kılmıştır. Uzaklara bakmaya, ırkçılığı uzaklarda aramaya hiç gerek yok. Irkçılık mayamızda, içimizde var. Ama biz ne yazık ki hep dışarıya kusuyoruz. İkiyüzlüyüz, tarih bilincimiz gelişmemiş, işgalleri, fetihleri, ganimetleri, ganimetlerin erkeklere sunduğu cariyeleri, kadınları, çocukları haklı bir hamış gibi görüp işgalcilerimizi alkışlayıp kutsuyoruz. Yayılmayı, başka ülkelerin topraklarına girmeyi hak gibi görüp bundan yüce devletimiz ve milletimiz adına gurur duyuyoruz. Mayamız bozuk. Sahtekarız. Kendi içimize kapalıyız. Sahte bir milliyetçiliğimiz var. Kapıları açsalar nüfusun yarısı Avrupa’ya kaçacak. Zorunlu olmasa kimse askere gitmeyecek kadar aslı astarı olmayan sahte bir milliyetçi hezeyan içerisinde savruluyoruz.

Kabul etmek ancak arınmanın önünü açabilir. Kabul etmiyoruz; hep mazlumuz, hep masumuz. Herkes kötü biz iyiyiz! Herkes ırkçı biz hümanistiz! Yalanlar üzerine kurulmuş bir devlet ve toplum birbirini kucaklayıp birbirinin yalanlarını örtüyor. Kendi çocuğunu, kardeşini, babasını öldürerek ayakta kalmış bir imparatorluğun hevesiyle, hala sütten çıkmış ak kaşık sanısıyla Türk’e Türk’ün propagandasını yapıyoruz. Koşarak ve büyük bir iştahla kendimizi kucağına atıp hidayete erdiğimizi söyledikleri dinimiz din değil. Yüzyıllar süren katliamlar, baskılar ve zorlama sonucu sana giydirilen ve şimdi artık „deli gömleği“ gibi toplumu kıskıvrak içine hapsetmiş, aklını tutmuş „dinimiz“ bile kendi kültürüyle çatışa çatışa yorulmuş. Alttan gelen hiçbir hareket, hiçbir bilinç yok. Her şeyin üstten dizayn edildiği bir toplum projeksiyonundan da farklı bir şey beklemek mümkün değil.

Ne olmalı aslında?

Ama olamıyor ne yazık ki! Olması, bütün „paradigma“nın tersyüz edilmesi anlamına gelecek olduğundan olamıyor. Yüzleşmeden dolayı yüzümüzü kaybedeceğimizden korkuyoruz. Korkuların hakim olduğu yerlerde bu korkuları haklı çıkaracak efsaneler, mitler, kara propagandalar yapılacaktır. Sürekli bir savunma refleksi içindeyiz. Tüm bunlar kabuğumuzu da giderek kalınlaştırıyor, o kabuğun içinde mutlu yaşadığımızı sanırken, gene o kabuğun bir dönem sonra bizi artık hava alamayacağımız bir duruma getireceğini göremiyoruz.

Oysa kabul, o kabuğu sarsacaktır, dolayısıyla en başta huzurumuzu kaçıracaktır, bizi çıplak bırakacaktır, hatta ve hatta daha çok korku yaşamamız da mümkün olabilecektir. Ama ben Platon’un “mağara” allegorisinin, o müthiş aydınlanma hikayesinin önünde sonunda kendini kabul etttireceğinden kuşku duymuyorum.

Kabul, yeniden varoluşun iradesini de yeşertecektir. Toplum deli gömleğini yavaş yavaş sökmeye ve ondan sıyrılmaya başlayacaktır.

Kabul reddin başlangıcı, inkarın imhası olacaktır; yalanların bizi bizden nasıl alıp resmi ideolojiye esir ettiğini gösterecektir. Aslında hayatın Platon’un mağarasından ibaret olmadığını, dışarda gürül gürül bir dünya olduğunu gösterecektir.

Her şey bir süreç meselesidir. Biz hep yukarıya bakan bir coğrafyanın halklarıyız. Ya Allah’a ya devlete bakmışız. Türkiye toplumu her zaman tepeden dizayn edilen bir toplum olduğu için burada da gene tepeden gelebilecek bir adımın tüm bu kabul davranışını daha çok hızlandıracağından eminim. Ama bu da şimdilik çok zor görünüyor.


Sinan Öztürk – 03.06.2020

Tags:


About the Author



Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Back to Top ↑