Makaleler

Published on Kasım 22nd, 2021

0

Bu kirlilik helalleşmeyle değil, ancak hesaplaşmayla temizlenebilir! | İ. Metin Ayçiçek


-Açıkçası, AKP ile hesaplaşmak için yola çıkarken CHP’ye güvenemeyeceğimizi anlatan onlarca örnekle yaşadığımız için, CHP ile ilişkileri, talepleri net olan ve iki partinin birlikte kamuoyuna açıkça ilan edeceği bir anlaşmanın bile CHP’ye tam güvenmemizi sağlayacağını düşünemiyorum…
-Şimdi kendi yolumuzu kendimiz belirlemek zorundayız. Bu ülkede HDP dışında bir ana muhalefet partisinin olmadığı yüz kere kanıtlanmıştır…

Eğer bir parça politik tarih bilgisine sahipsek göreceğiz ki hiçbir diktatörlük, kendiliğinden, “demokratik” bir seçime gitmeyi kabul edemez. Hele de, günümüz Türkiye’si gibi, ahlaki değerleri dumura uğratarak Taliban sisteminin oluşumunu önüne hedef olarak koymuş bir politikanın iktidar olduğu bir dönemde bu mümkün değildir. İslam’ın içini boşaltarak, onu Adnan Oktar, Cüppeli Ahmet gibi sapıkları bile aklayabilecek Şeyh-ül-İslam rolüne soyunmuş bir Hıyanet İşleri Başkanı’nın yorumuna terk ederek kirletmiş ise, böylesi bir iktidar kendini kaybedeceği olasılığı olan bir seçime katılma riskine girmeyi düşünmez.

TV önünde canlı yayınla, başta kendisi olmak üzere, bütün uleması ile birlikte aile boyu hırsızlığıyla yolsuzluğuyla deşifre olmuş, ülkeler arası bir cinayet örgütünden, bir suç örgütü iktidarından söz ediyoruz artık. Ve yüzünün ar perdesi yırtılmış, yargıyı, yasayı, adaleti, halkı bütünüyle unutmuş bir politik iktidardan söz ediyoruz. Reis’in “çocuk da olsa cezasını çekecek” fetvasıyla çocukları öldürmüş; bunca öfkeme rağmen “dilerim kendi çocuklarının başına gelmez” demekten kaçamadığım bir “ana-kadın” aile bakanının, “birkaç olay ile tecavüzcü olunmaz” yorumuyla, çocuklara yönelik “tecavüzü” koruma altına aldırmış bir politik iktidardan söz ediyoruz. Ahlaki bütün değerlerini para için satabilen, aile boyu bir soygun şebekesi.

Kendi isteğiyle gitmez, gidemez. Öylesine can yaktı, öylesine haram yedi ki, arkasında bir tümen koruma askeri olmadan resmi törenlere bile katılamaz. Ve saraydan çıkmamak için saray kapısında savaşmayı bile göze alabilir.

Birkaç bakan, görevinden ayrılıp ülkeyi terk etse, inanın kaçıracakları servet miktarı ile bu ülke bir günde çöker. Öyle kolay değil. Seçimleri yapmayıp Olağanüstü hal yaratacak birkaç provokasyon ile olağanüstü hallerle de götürmeye çalışır. Avrupa mı itiraz edecek buna? Güldürmeyin gecenin bu saatinde beni, komşular rahatsız olur!

Söyler misiniz? Türkiye’de bunca darbe oldu, en zalimi Evren idi, tamam, biliyorsunuz. Kaç Avrupa ülkesi karşı çıktı? Karşı çıkanlar ne yaptı? İdamlara karşı olan Avrupa ülkelerinin hangisi Türkiye’de 12 Eylül sürecinde gerçekleştirilen 50 idamdan birine itiraz etti?

Ve 17 yaşındaki Erdal Eren’i asabilmek için, devlet doktorlarının kemik testi ile yaşının 18’e çıkarılmasına hiç itiraz olmadı. Bilimsel bir cinayet!? Peki, Hrant Dink’i öldüren 18+ yaşındaki Ogün Samast’ın yaşının devlet doktorlarının raporu ile 17’ye düşürülerek “Çocuk Mahkemeleri”nde yargılanmasının sağlanmasına neden itiraz edilmedi?

Batı uygarlığı… Öyle mi? Evet, doğru, kapitalizm bu uygarlığı oluşturacak kapitali Latin Amerika’dan başlayarak kanla gerçekleştirmiştir. Kamışlı katliamında kullanılan elma kokulu gazdır onun öldürme yöntemi. Kokusu hoştur, ama ikinci nefesi çekemeden ciğerine, kaskatı kesilir ölürsün. 

Ve kanlı diktatör Tayyip’in bu ülkenin başında bunca zaman kalabilmesinde, her seçimde Türkiye’yi ziyaret ederek Tayyip gibi bir faşiste destek veren Almanya Başbakanı Merkel’in rolü çok büyüktür. Avrupa böyle kurmuştur uygarlığını ve yöntemleri değişse de özü aynıdır.

  *****

Bu hırsızlar koalisyonu çöküşe başlamıştır, doğru. Ama sistemine “kapitalizm” de desek, üretimin istikrarı ve toplumun uzun vadeli kontrolü için yasaların geçerli olduğu demokratik ülkelerde her çöküşün seçimle çözümlenmesi genellikle kuralları içinde ve şeffaf olur. Oturmuş olan sistem, hükümet değişikliklerine fırsat tanır, ama devlet değişimine (sistem değişimine) fırsat tanımaz. Bu nedenle politik sistemin biçimi ikinci dereceden önemlidir. Birincil öneme sahip olan şey, ekonomik sistemin (ve buna bağlı olarak o ekonomik sistemi koruyacak olan) devletin özünün değişmemesidir.

Tayyip’in 20 yıldır iktidarını sürdürdüğü sistem elbette sermaye birikimini klasik tanımları içerisinden oluşturmuş bir kapitalizm değildir. Feodal üretim sistemi de bütün olarak pazara hakim olamasa da hayli yaygındır. Artık bu konuda ahkâm kesmek yerine konunun uzmanı komünist yoldaşlarımızın tanımları üzerinden düşünmeye çalışmak zorundayız. “Her şeyi bilen” politikerler dönemi sadece Tayyip cahili için değil, hepimiz için geçerlidir. Sonuçta açık diktatör Tayyip de, sosyal demokrat denilen parti içinde tam diktatör Genel Başkanlık sistemi de aynıdır. Hatta Tayyip’in diktatörlüğü CHP’ye kıyasla daha açıktır. Çünkü CHP demokrasiyi savunarak katlederken toplumu yanıltmaktadır, Tayyip ise bir faşist olarak zaten buna bile gerek duymadığı için hırsızlığını da, cinayetlerini de, tecavüzcüleri korumayı da, uyuşturucu pazarıyla ortaklığı da saklamadan sürdürmektedir iktidarını.

Şimdi düşünelim: Bir zamanlar “yüreğimize taş basarak” oy vermemiz istenen Muharrem İnce’nin, ipini kopardıktan sonra nasıl ulumaya başladığını gördük: “PeKaKA diyeceksin, PeKeKe değil” diyerek, Atatürk’ün güya “ona” emanet ettiği ve okunuşunu ve yazılışını bile bu tür kafalardan koruyabilmek için tek tek belirlediği; üstüne üstelik bununla da kalmayarak İnce gibi kişilerden koruyabilmek için yasa da çıkardığı Türkçe yazım kurallarını bozmaktan çekinmeden düşman saptaması yapabilen düşük seviyeli bir dengesizi Cumhurbaşkanı seçecektik. Şimdi ise bu onursuz kişinin Tayyip desteğiyle kurduğu parti, daha yarım yıl öncesinde kendi partisi olan CHP’den oy çalmaya çalışacak.

******  

Hafıza zayıflığı falan değil, resmen politik saygınlıklarını mirasyedi mantığıyla harcamış bir politik çizgi oldukları için. 1950 sonrası Askeri darbelerle iktidara getirilme, yani seçim kazanmadan iktidarı gasp etme rahatlığı içindeki devlet partisi CHP, AKP’yi ve Tayyip’i sistem için tehlike olarak görmediği için destek bile verme gafletinde ya da “kaset” baskılarının yarattığı zorunlulukla davrandı. Küflenmiş bir devletçilik anlayışı ile sistemin yedek gücü olarak kalmayı yeterli bulmuştu. Kılıçdaroğlu’nu, Tayyip Erdoğan denilen caniyi kuyudan çıkarmak için ona kement atma gafletine kadar düşürmüştü politikada yediği hurmalar.

Ve Şeyh Edebali ile keşfetti topu avuta atmanın yolunu, ya da oynar gibi görünüp rakip takımı kazandırmayı. Hatırlayalım, CHP’ye değişim yolu olarak Şeyh Edebali’nin yolu sunuldu. Halkla buluşuyoruz görüntüsünü verebilmek için propagandada, Tayyip’in elinde hakkıyla kullanılabilen İslami motiflere yöneldi. “Kara çarşaflı” kadınların partiye törenle alınmaları tiyatrosu başladı.

Milli Gazete gibi bildik gazeteler Baykal’ın bu tutumunu hemen desteklediler (Milli Gazete. 4.8.2008). Baykal bu görüşünde de tutarlı olamıyor, artık bir uçtan öbür uca savrulup duruyordu. Bir yandan “bizim için insanların ne giydiği, nasıl göründüğü değil, ne düşündüğü önemli” diyordu ama bu tür söylemlerin içi bir parti programı tarafından doldurulmamış olduğu için, sürekli olarak tutarsızlık sergilemekteydi. Örneğin başörtülü kızların üniversiteye girebilmelerine olanak sağlayan yasaya itiraz ederek Anayasa Mahkemesi‘ne götürmekten de geri kalmıyordu.

Bu yazının okurlarının kaçta kaçı Şeyh Edebali’yi tanır acaba? Ben de Hazreti Google Efendimize sorarak aldım yanıtımı. 2000’li yıllarda “çağdaş” bir partinin kitle modeli ve fikir yolu olacak adam, 1200 başlarında doğup 1326’da ölmüş bir din şeyhi. Osmanlı’nın kurucusu Osman beyin kayın babası imiş hazret.

Ve anlayamadığım bir konuyu ortaya soru olarak atayım. Eskiye dair: Bir yanıtı vardır elbette: Kılıçdaroğlu neden felçli ve lekelenmiş bir Baykal’ı yeniden milletvekili seçtirdi? Yeniye dair: Son “Aleviler, Kürtler, Romanlar, Emekçiler, Yoksullar” diye sayılan beş benzemez konunun muhataplarıyla “helalleşme” vaadi, “hesaplaşmayı” içeriyor mu? Kaset olayında “Baykal genel başkanımdır” diyerek girdiği parti toplantısından “başkan benim” diyerek çıkan Kılıçdaroğlu bile kendi kimliğini açıkça söyleyemediği halde, ne oldu da böyle cesur vaatlerde bulunmaya başladı. Gökten vahiy mi indi? Örneğin Fethullah “mağdurları” nasıl karşıladılar bu sahteci vurguyu? Üstelik hadi diyelim ki gasp edilen Sulukule’yi yeniden sahiplerine terk ederek Roman azınlık halkıyla (Çingenelerle) helalleşmeyi becerdiniz. Dersim’de, Çorum’da, Maraş’ta, Sivas’ta ve daha çoğunda toplu katledilen, topraklarını terke, sürgünlere zorlanan Alevilerle helalleşmeye, Mercedesli Sünni Şeyh-ül İktidar, yani Alevi vergilerini alıp Sünni fanatiklerle katliam düzenletebilen bu zulüm politikasının sahibi iken nasıl helalleşeceksiniz? Peki, Sömürge Kürdistan’da gerçekleşen özgürlük için bunca direnişlerde sömürgeci devletin gerçekleştirdiği katliamlar, soykırıma uğratılmaya çalışılan Kürt halkı ile nasıl helâlleşilecektir? Ya soykırıma uğratılan Ermenilerle. Asuri-Süryani-Keldani halklarıyla, ya Rumlarla, Lazlarla… Bu sizin harcınız değil, biliyorum, milliyetçilik insanı “haklı” olduğuna inandırarak cinayete yönlendirir. Siz helalleşme yerine kendinizle hesaplaşmaya, tarihinizle yüzleşmeye çalışsanız  insanlık için bu gerçekten büyük kazanç olurdu.

Helalleşme üzerine açıklama yapan CHP Genel Başkan yardımcısı Muharrem Erkek’in açıklamasıyla, helalleşme kapsamında “hukuk dışı, suç oluşturan tüm işlemlerin sorgulanacağı; sorumlularından hesap sorulacağı” iddiası nasıl gerçekleştirilecektir? 20 yıldır AKP iktidarının yaptığı her türlü uygulama hukuk içidir. Her soygunun önce yasası çıkarıldı, sonra o yasaya uygun soygun gerçekleştirildi. Minareyi çalacak olan önce onu saklayabilecek kılıfı hazırlamak zorundadır. Bu durumda, bu cümlenin içeriği, AKP’yi ürkütmemek için güvence vermek amacıyla özel düzenlenmiş olabilir mi acaba?

Açıkçası, AKP ile hesaplaşmak için yola çıkarken CHP’ye güvenemeyeceğimizi anlatan onlarca örnekle yaşadığımız için, CHP ile ilişkileri, talepleri net olan ve iki partinin birlikte kamuoyuna açıkça ilan edeceği bir anlaşmanın bile CHP’ye tam güvenmemizi sağlayacağını düşünemiyorum. Milletvekili olduğunda “Anayasa’ya bağlı kalacağına” dair yemin eden bir parti genel başkanının, birkaç HDP’li milletvekilini hapse attırarak güç kazanmayı amaçlayan bir politika içinde dokunulmazlık önerisine “Anayasa’ya aykırı olduğunu biliyorum ama evet diyorum” diyerek açık bir hukuk dışılığı ve ahlaki düşkünlüğü göze alabilmesi sonrası, yeniden güven yaratabilmesi mümkün müdür? Eğer bu soru Kılıçdaroğlu’nu hedef alırsa yanıtım elbette “hayır” olur.

*******

CHP gülmeye başladı önce ve sanırım sosyalist solumuz da pek ciddiye almadı Tayyip’in Muhtar toplantılarını. Bu tutum, özelikle CHP tavrının “elitist” üstten bakışının ürünü idi. Oysa Türkiye topraklarında yaklaşık 50 bin muhtarın varlığı, bu büyük gücün etkilenebilmesi halinde nasıl büyük bir toplumsal güç oluşturacağı önceden görülebilir bir somutluktadır.

“Cumhurbaşkanı”nın “köy muhtarları” ile muhteşem sarayında yaptığı toplantıları alaya aldılar. Elitist CHP henüz uyanamadan, o, en küçük yerleşim alanlarından başladı kuşatma hareketine. En küçük yerel birim yöneticilerini “onore” etti, “politik güçler’inin altını çizdi, ve bir sultan rolüyle onların gücünü kendi çevresinde örgütlemeye başladı. Söz konusu soygun politikalarının sonucu olarak, bir süre sonra kentlerde “hayat pahalılığının” artacağını sıradan bir iktisatçı bile görebilirdi. Hatırlayalım: Demirel her seçimin ilk yarısında hep geride kalırdı, ikinci yarı köylerin oyunun sayımı idi. Ve CHP hiç iktidar yüzü görmedi.

Muhtarlar toplantısı tahmin edemeyeceğimiz kadar önemliydi. Örneğin 50. Muhtarlar Toplantısı’nda Tayyip şöyle konuşuyordu: “Ben buradan bir şey açıklıyorum tüm muhtar kardeşlerime belediye başkanlarımız özellikle AK Partili belediye başkanları sizin emrinizdedir. Kaymakamlar sizin emrinizdedir. Ben bu talimatı belediye başkanlarımıza, kaymakamlara da verdim ve valiler de buna dahil”dir…. “biz bu milletin efendisi değiliz biz bu milletin hizmetkârıyız bizim farkımız bu” dedi. (19 Ekim 2021 50. Muhtarlar Toplantısı.)

Ve elitist cahillerin sıkça başvurduğu o iğrenç ayrımcılığı, ahlaki olarak onlarla aynı karede yer alan Tayyip evire çevire kullandı: “Muhtar bile olamaz, denilerek itibarsızlaştırılmaya çalışanlara inat, 19 yıldır milletin iradesiyle seçilen ve bu 19 yıl içerisinde de hem Türkiye’yi hem de muhtarlık kurumunu çok farklı bir noktaya getiren, güçlendiren, kapasitelerini yükselten, milletin evinin kapılarını muhtarlarımıza sonuna kadar açan, muhtarlarımızla kendisi arasında hiçbir perde, hiçbir basamak kabul etmeyen ve muhtar buluşmalarını bir devlet geleneği haline getiren kıymetli Cumhurbaşka-nımız…” (S.S. İçişleri Bakanı: Türkiye Muhtarlar Konfederasyonu Genel Kurul 4. Toplantısı 25.09.2021.)

*******

Şimdi güya yeniden bir seçim sürecine giriyoruz. Kenan Evren’e bile itiraz edememiş bir Batı’nın Tayyip’in kazanmasına itirazı sadece çıkarlarının tehlikeye düştüğünü görmesiyle mümkündür. Tayyip sanırım böyle bir riskin giderek daha fazla yaklaştığını önceden görmüştü. Hiç hafife almayın, bir kişinin faşist olması, akli dengesinin eksikliğine değil, çıkar güdüsünün yüksekliğine, ahlak anlayışının pragmatist ya da Makyavelist olmasına yani insanı-insanlığı değil kendini merkeze koymasına vb. işaret eder.

**********

Türkiye zaten bir kaosun içindedir ve yeni kaos teorilerine ihtiyaç yoktur.

AKP, iktidar olduktan sonra taban örgütlenmesini küçümsenmeyecek bir biçimde genişletti. İkinci adım 26 Ocak 2016 tarihinde başlatıldı. Bu kez idari kademenin ilçeler düzeyinde mülki amirleriyle şatafatlı saray külliyesinde “kaymakam toplantıları” adıyla toplantılar başlatıldı. Dikkat, valiler değil, muhtarların hizmetine sunulan kaymakamlar.

Ve bu toplantıda Kaymakamlara verdiği gazı artırarak yasayı yasa olmaktan çıkarıyor, mevzuat engeli (yani kısıtlı da olsa demokratik haklar sorunu) konusuna değiniyor: “ ‘Mevzuattan önce zihniyeti değiştirmek gerekiyor. Zihniyet değişmeyince, siz hangi kanunu çıkartırsanız çıkartın, hangi yönetmeliği değiştirirseniz değiştirin, uygulama, aşağı yukarı aynı kalıyor’ diyen Cumhurbaşkanı Erdoğan konuşmasında “yeri geldiği zaman mevzuatın bir kenara konularak, zihinsel inkılabın devreye sokulması gerektiğini” vurgulayarak, “ ‘Ben bunu bu şekilde yaparım’ deyin ve yapın. İşte bu, iradeyi kullanmaktır, bu iradeyi kullanın.’ ” diyerek, valiler karşısında ve hukuk karşısında idarenin bu en alt ama en geniş alanını da örgütlemeye yönelmiş ve büyük oranda başarılı olmuştur. Artık mevcut yasaları, idarenin isteklerine izin vermediği hallerde hiçe sayan bir yönetim gerçekleştirilmiştir.

https://www.tccb.gov.tr/haberler/410/38624/kamu-gorevlileri-icin-mukfat-vatandaslarimizin-ettigi-hayir-duadir.html

Muhtarlardan sonra Kaymakamları da, gerektiğinde yasa ya da mevzuata uymayı reddederek, üstlerine karşı Cumhurbaşkanının önerdiği doğrultuda uygulama gerçekleştirilmesinin altını çizerek idari yapılanmayı kendi etrafında alttan örgütlemeyi sürdürmüştür. Ve artık demokratik özgürlükler karşısında idarenin davranışlarını sınırlayan engeller kamu görevlilerinin iradesine bırakılmıştır. Yani, artık gerçek irade yasa olmaktan çıkarak Cumhurbaşkanı’nın “vatan görevi” olarak kutsadığı kararlardır.

*****  

Tayyip iktidarının örgütlenmesi elbette bununla sınırlı değil. Özellikle “15 Temmuz Darbe Girişimi” adlı senaryo ile ülkede ilk kez silahlı siviller tarafından gerçekleştirilen “yargısız olarak asker katli”nin meşrulaştırıldığı; Sedat Peker’in belgeleriyle aktardığı gibi on binlerce “kaynağı belli olmayan” silahın önceden belirlenmiş sivil güçlere dağıtıldığı; bunların, devletin resmi katilleriyle birlikte örgütlenerek kitlesel katliam deneyimini sergiledikleri; bu tür sivil silahlı katliam örgütlerinin devlet eliyle hem ülke içinde hem de Avrupa’da örgütlendiğini açık olarak biliyoruz.

Soysuz’un polisleri, darbe tezgahının mimarlarından eski Genel Kurmay Başkanı sonra Savunma Bakanı ve şimdi muhtemel cumhurbaşkanı adaylarından biri olan Akar’ın örgütlediği askerler; doğrudan Tayyip’e bağlı olan SADAD cinayet örgütü, MHP’nin içi bütünüyle boşaltılmış ve silahla donatılmış gençlik örgütlenmeleri… Kısaca artık devleti korumakla görevlendirilmiş dört dörtlük bir cinayet şebekesi her türlü çatışmayı göze alarak iktidara yönelik bir değişimi engellemeye hazırlanmıştır. 

Ve bu koşullar altında, çoğu konuda Tayyip’e, onun HDP’ye yönelik her tür girişimine, yasadışı eylemlerine tam destek vermiş bir ana muhalefet partisinin varlığı ülke demokrasisi için bir facia ise de, Tayyip için bulunmaz bir nimet olmuştur. Meşruiyeti bu iktidar zamanında bile reddedilemeyerek onaylanmış ve seçimlerde üçüncü büyük siyasal parti olarak parlamentoya gelebilmiş bir siyasal partiyle aynı kare içinde resim vermemek için her türlü sahteciliğe bulaşmaktan kaçınmamış bir ana muhalefet partisi. Uyuşturucu pazarı kurmaktan cinayet örgütleri oluşturmaya, taciz tecavüz olaylarından hırsızlık ve yolsuzluğun her çeşidine kadar battığı kamuoyunca da bütünüyle açık olan bir iktidara karşı gıkını bile çıkaramayan ve hâlâ haramzadelerle “helalleşmekten” söz eden bir ana muhalefet partisi lideri. Türk usulü Gandi’nin son yıllarda sık sık ırkçılığın ve faşizmin sembolü olan kurt işaretiyle tanımak olağan sayılmaya başladı. Bu işaret de, HDP’den ve Kürtlerden hortlak görmüş gibi kaçmasının bilinşsel alt yapısının kaynağını sergilemektedir.

Sorun iktidarın gücü değil, ana muhalefetin güçsüzlüğü, hatta, “anayasaya aykırı olduğu biline biline” HDP’ye karşı uygulamaya sokulan “dokunulmazlıkların kaldırılması”na destek sunan; kayyum uygulamalarına itiraz etmeyen; bir siyasal partinin Genel Başkanı’nın yasalara aykırı olarak cezaevine atılmasına fırsat gözüyle bakarak ses çıkarmayan; kısaca “demokrasi”nin bekası için özveride bulunmak yerine, demokrasi düşmanlarına destek olan bir ana muhalefet partisi ile ortak yürünecek bir yol yoktur. Söz konusu “devletin bekası” olunca, AKP, CHP ya da MHP, İyi Parti fark etmiyor. Demokratik hak ve özgürlüklerin bütününü ortadan kaldırmak için bu iki sihirli kelime yetmektedir: “Devletin bekası.”

*****

Bu durumda belli ki iş başa düşmektedir. Yani demokrasi düşmanlarına karşı mücadelede, demokrasiyi savunmak için bedel ödemeyi göze alamayanlarla bir ittifak kurmanın anlamsız bir yol olduğunu artık üstelik birkaç kez deneyerek öğrendik. Şimdi kendi yolumuzu kendimiz belirlemek zorundayız. Bu ülkede HDP dışında bir ana muhalefet partisinin olmadığı yüz kere kanıtlanmıştır. Yolsuzlukta hiç de Tayyip kuklalarından geri kalmayan Deniz Baykal’ın, sırlarını saklayabilmek için hiç olmazsa AKP’ye karşı “minik fare” misali kükremesi vardı.

Bu çerçeveyle birlikte, üzerine düşünce üretilmesi gereken konular belirginleşmektedir:

– Son haftalarda HDP’nin ortaya attığı, bütün sol güçlerin bir ittifak altında örgütlenerek bu ceberrut iktidara karşı savaşması; ve bu işbirlikçi sözde ana muhalefetle ilişkilerini de ayrı bir güç olarak önceden kendi içinde belirlenmiş ilkeler çerçevesinde sürdürmesi. Konumuz açısından okuduğumuzda, “cumhuriyet” de “millet” de içi boşaltılmış, kimlikten yoksun kavramlardır. Bu durumda bir asırdır tekrarlanan her iki cephenin içeriğinin eksikliğini tamamlayacak olan taleple yola çıkmak gerekir: “Özgürlükçü Demokrasi”. Böylece, yüz yıllık “cumhuriyet”in en büyük sorunu olan ve darbeci diktatörlükleri sürekli kılan “demokrasi” vurgusunun eksikliği giderilmiş ve örneğin şeriatçı İslami İran Cumhuriyeti’nden farklılığı belirlenmiş olur.

– Sol, geleneksel kaprislerinden ve rekabet anlayışından bir anlık olsun uzaklaşabilirse, hedefi doğru belirleyerek “asgari talepler” içinde politik istem olan “demokratik hakları yeniden geçerli kılacak” bir politik iktidarın oluşturulması talebini öne çıkarıp bir mücadele verirse, on yıllardır kaybettiği prestiji yeniden kazanabilir.

– “Üçüncü güç” olarak ortaya çıkmak ve ana muhalefet cephesiyle ilişkilerini, bütün görüşmeleri tutanaklarıyla birlikte kamuoyunun bilgisine tamamen açık tutarak AKP ile mücadele sürdürmek, sağın solunda ve en solunda yer alan bu siyasal güçlerin kimliklerinin de kamuoyu önünde netleşmesine hizmet eder.

– Üçüncü Güç’ün ortak zeminini, bütün örgütlerin asgari talebi olan yasalarla sürdürülen demokratik bir cumhuriyetin gerçekleştirilebilmesi ile sınırlı, yani sadece iktidarın ele geçirilmesi değil ama Tayyip diktatörlüğü zamanında gerçekleştirilen demokrasi anlayışı ve hukuk dışı bütün uygulamaların hesabının sorulmasının; demokratik hakların yeniden hayata geçirilmesinin kapıları açılmalıdır.

– Bir iktidar değişiminde AKP’nin örgütlediği sivil-resmi faşist silahlı güçlerin demokrasi güçlerine karşı büyük olasılıkla caydırmaya yönelik saldırılara geçeceği bellidir. Bunun engellenebilmesi ve meşru savunma için atılacak adımlar silahlı mücadeleyi gerektirebilir ki buna karşı önlemler önceden alınmalıdır. Açıktır ki meydanlar ve sokaklar halk güçlerinin eline geçmediği sürece demokrasinin dillendirilmesi mümkün olamaz. Oysa AKP iktidarı, kurduğu korku imparatorluğunun yıkılmasını engellemek için meydanlar ve sokaklar üzerindeki egemenliğini asla kaybetmek istemeyecektir. Bu nedenle silahlı bir mücadele olasılığı açık bir biçimde ortaya çıkar. Buna hazırlanmak, öncelikle ana muhalefet partisinin devletin silahlı güçlerini tarafsızlığa çekebilmek için yoğun çaba göstermesini zorunlu kılar. Bunun yanı sıra ve buna rağmen düşük iktidar tarafından gerçekleştirilecek olan bir silahlı müdahalenin aynı yöntem ve araçlarla püskürtülebilmesi ise kesinlikle amaca yönelik bir çalışmayı gerektirmektedir. 

Yani, belli ki demokrasiye geçiş, sanıldığı gibi kolay olmayacaktır.


İ. Metin Ayçiçek – 22.11.2021


About the Author



Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Back to Top ↑