Emek

Published on Kasım 1st, 2021

0

Çekçekçiler: Değer üretimi ve sınıf mücadelesi

Toplumun en yoksul kesimlerini oluşturan ama örgütsüz ve sessiz olmadıkları besbelli çekçekçilerin kolay geri adım atmayacakları ortada. Bu öykü özü itibariyle yoksul emekçilerin kendilerini örgütleyerek değer üretmeleri ve buna izin verilmemesi öyküsüdür.


Mahmut Mutman

2016 kışına kadar uzun süre yaşadığım Nişantaşı’nın Amerikan Hastanesi’nin arkasındaki Büyük Çiftlik Sokağı’nın Ferah Sokağı ile birleştiği köşedeki büyük çöp konteynırı yetmez, çöpler sokağa taşardı. Üstelik Büyük Çiftlik’in Sezai Selek yokuşuyla kesiştiği noktada da bir başka çöp konteynırı olmasına rağmen…

Plastik kapak

Çekçekçiler, her iki köşede de akşam üzeri belirirler, kafalarını konteynırların içine uzatarak eldivenli elleriyle işe yarar, satabilecekleri şeyleri toplarlar, çekçeklerine büyük bir özenle istiflerlerdi.[1] Çoğunlukla kağıt ve karton, plastik atık, bazen şişeler, içecek kutuları, işe yarar ne varsa. Belediye bu konteynırları ilk koyduğu zaman yan taraflarında dilimlenmiş lastikten, içine kolaylıkla çöp atmanızı, içeriyi de görmemenizi sağlayan gevşek kapakları vardı.

Ama çekçekçilerin çöpü satılabilecek nesneye yani değişim değerine dönüştürebilmek için bedenlerinin üstünü konteynırın içine sokup inceleme yapmaları, elleriyle her yeri karıştırmaları gerekiyordu. Bu lastik kapak ise rahat hareket etmelerini engelliyordu. Kısa bir süre sonra kapakların birer birer koparılıp atıldığını gördük. Semtin üst-orta sınıf ahalisi hemen şikayete başladı: Çöp konteynırları kapaksız kaldı, pislik yayıyorlar!

Orta sınıf itirazları

Eşim bu itiraza hiç katılmamıştı. Ona göre bu görünürde doğru, ama biraz düşündüğünüzde aslında mantıksız bir itirazdı. Çekçekçiler lastik kapakları rahat hareket edebilmek için koparmışlardı ve yaptıkları iş, böyle şikayetlerde bulunmayı pek seven ve böylece ekolojik ve medeni vicdanlarını temizleme ritüelini yerine getiren orta sınıf mensuplarının yarattığı olağandışı tüketim pisliğini temizlemekti.

Onların çöp diye attıklarını yeniden değişim devresine sokarak hem kendilerine geçimlik sağlamış oluyor hem de muazzam bir pisliğin birikmesini engellemiş oluyorlardı. Her konuda pek bilgili, pek ekonomik üst-orta sınıfın şikayeti tamamen anlamsızdı. Aslında mantıklı ve işlevsel olan, belediyenin çöp konteynırlarını bu kendiliğinden oluşmuş mesleğin mensuplarını akılda tutarak onların çöplerini ayıklamasını sağlayacak bir şekilde yaptırmasıydı.

Gayrimeşru el koyma

Elbette belediye bunu yapmazdı. Bu kapitalist dünyanın belediyeleri ve yönetimleri toplumsal oluşumlara eğer böyle yanıtlar üretebilselerdi zaten başka bir dünyada yaşıyor olacaktık. Kapitalist dünyanın yönetimlerinin “yanıt”tan anladığı bir tek şey vardır: Nerede yaşama mücadelesi veren işçilerin bir şey icat ettiğini, bir değer üretildiğini görseler üzerine atmaca gibi atlayıp o değeri üreten işçilerin ellerinden kaparak kendilerine kâr kapısı yapmaya girişirler. İşçilerin, emekçilerin kendi başlarına değer yaratmalarına asla izin verilmez. İşte bugünlerde çekçeklere, çekçekçilerin üretim araçlarına bu nedenle tamamen gayrimeşru biçimde el konuyor.

Klasik proletarya değiller

Bu olaya biraz daha yakından bakalım, çünkü burada dogma olarak alınan marksist bir söylemin yerleşik kategorileri içinde okunamayabilecek bir başka dinamik var. Çekçekçiler klasik anlamda proletarya, yani fabrika işçisi değiller. Öte yandan, örneğin 1871 Paris Komünü’ne katılan, hatta önder konumda olan pek çok emekçinin de klasik marksizmin proletarya tanımına pek uymayacaklarını söyleyebiliriz.[2]

Proletaryanın ister istemez metaforik bir kullanımı da var, ve bu kullanım çerçevesinde “çekçekçiler” pekala proleter tanımına uyabilirler (örneğin, elbise yapımının kapitalist üretimin eline geçmesiyle zanaatlerini kaybeden ve komüne katılan terzilere benzediklerini söyleyebiliriz).

Marx, sosyalist toplumun kapitalizm içinde koşullarının olduğunu ileri sürerken en temel referansı modern fabrika üretiminin işçileri karmaşık bir iş bölümü içinde biraraya getirerek yeni bir kollektif koşul yaratmış olmasıydı. Bu yeni kollektivite, yani üretimin toplumsallaşması ona göre üretim araçlarının özel mülkiyeti ile çelişki halindeydi. Burada hiç kuşkusuz önemli bir nokta, fabrika işçisinin tüm üretim araçlarını kaybetmiş olmasıydı (örneğin bunları hala elinde bulunduran ve kullanan köylünün tam tersine).

Çekçekçileri nereye koyabiliriz?

Çekçekçilerin üretimlerinin tek aracı olan “çekçek”, kendi icat ettikleri ve ürettikleri bir taşıma gereci. Aralarında bölgeleri paylaşma, topladıkları artıkları bir yere götürme ve orada birlikte koruma vb. biçimindeki örgütlenme yapıları yine de işin ayrı, bireysel yapılıyor olması bakımından fabrika işçisinden farklı. Topladıkları materyali sattıkları insanlar onlar için bir çeşit patron işlevi görebilir, ve bu ayrı bir inceleme konusu çünkü onların üretim süreçlerini de mutlaka etkiliyor.

Çağdaş sosyoloji, çekçekçileri, çevre kapitalizminin şehre göçetmiş küçük iş sahibi (sokak satıcısı, küçük esnaf, tamirci, vb) emekçiler için kullandığı “enformel sektör” kategorisine yerleştirecektir, ama bu da hayli muğlak ve belalı bir kategoridir. Ben Hintli “Subaltern Studies” tarih ekolünün, Gramsci’den alarak yeni bir kullanıma tabi tuttuğu “subaltern” kategorisi içinde düşünülmeleri gerektiği kanısındayım. Bu yaklaşıma göre “subaltern” sistem tarafından radikal biçimde dışlanmış ve içeri girmesi imkan olmayan kesimdir, çünkü sistem bu dışlama ile mümkündür. Fakat tam da bu radikal dışlanma durumundan dolayı “subaltern” sürekli bir hayatta kalma mücadelesi içindedir ve bu onu sürekli olarak geçimliğini yaratma ve varolma yolları bulmaya zorlar.[3] Çekçekçiler, kentsel “subaltern”ın mükemmel bir örneği.

Kolektif ve anonim yaratış

Burada dikkat etmemiz gereken “çekçekçiliğin” kökenini bulmanın neredeyse imkansız olmasıdır. Şehirlerimizde birdenbire beliriveren bu ilginç pratiği ilk kimin bulduğunu sormak, adeta dili ilk kimin konuştuğunu sormak kadar saçmadır. Ama bir tek şey kesin: Belirli bir toplumsal gurubun (muhtemelen çoğu kırsal veya yabancı göçmen yoksulların), yaşama mücadelelerinin aciliyeti içinde kendi başlarına icat etmek durumunda kaldığı, kollektifanonim bir yaratış karşısındayız. Böylelikle çekçekçi, modern ve metropolitan tüketim toplumuna eklemli, onun sorunlarından çıkan ve ona yanıt veren bağımsız bir geçimlik ve hayat tarzı yaratmıştır.[4]

Aklımızda tutmamız gereken şudur: Çekçekçiye proleter veya “subaltern” derken, Marx’ın proletarya tanımına harfi harfine uymasa bile, onun değer kuramının en temel yönüyle tamamen uyum halinde bir “sınıf-lama” yapmış oluyoruz. Eğer emekçinin veya proleterin temel yüklemi değer üretmekse, çekçekçinin yaptığı tam anlamıyla budur: Tüketilmiş, yani değeri sıfırlanmış olan meta veya meta parçası yeniden değerlendirilir, yeniden üretim ve dolaşıma sokulur. Antonio Negri, özellikle erken döneminin en önemli çalışması olan Marx Beyond Marx’ta böyle özerk biçimde değer yaratan bir proletarya anlayışının Marx’ta varolduğunu göstermişti.[5] Üstelik böyle yapmakla çekçekçiler sadece maddi bir değer üretmiş olmakla kalmazlar, kendilerinin de haklı olarak vurguladığı gibi, ekolojik bir pratik ortaya koymak suretiyle çevreci normatif gücü de yeniden üretmiş olurlar.  

Kolay geri adım atmayacaklar

O halde şimdi olan biten daha bir açıklığa kavuşmaktadır: Değer üretimi alanında bir sınıf mücadelesidir bu. Çekçekçilerin çöp konteynırlarının kapağını kopararak zarar vermeleri, trafikte engel teşkil etmeleri, ortada çirkin ve kocaman çekçekleriyle oluşturdukları kirli görüntü, vb. malum üst-orta sınıf şikayetlerini zaten uzun zamandır duyuyorduk.

Ama araçlarına el koymak ve çalışmalarına izin vermemek hiç kuşkusuz onları ortadan kaldırmaya yönelik bir adımdır. Hükümranların ne gibi bir planı olduğunu tam olarak bilmiyoruz. (Basitçe rahatsızlık mı söz konusu olan, durdurmak isteği mi, yoksa bir üretim sürecini örgütleyicilerinin elinden alarak kapitalistleştirme mi?) Toplumun en yoksul kesimlerini oluşturan ama örgütsüz ve sessiz olmadıkları besbelli bu insanların kolay geri adım atmayacakları ortada. Karşılarındaki güçle ne kadar baş edecekleri, hatta baş edip edemeyecekleri apayrı bir konu. Önümüzdeki günlerde göreceğiz.

Ama bu öykü özü itibariyle yoksul emekçilerin kendilerini örgütleyerek değer üretmeleri ve buna izin verilmemesi öyküsüdür. Toplumun ne kadar marjinal bir kesimi gibi görünürlerse görünsünler, onların bu ekonomik, toplumsal ve siyasal örgütlenme gücü, belki henüz bilmediğimiz bir geleceğin, henüz tanımadığımız bir halkın işaretleri.

(Bianet – MM/NÖ) 

Kaynaklar:

[1] Siyasal doğruculuğa uygun olarak onlara “geri dönüşüm işçileri” demediğim için eleştirileceğimi hissediyorum. Bu adlandırmayı tercih edenler, haklı olarak, onun ekolojik boyutunun işçileri meşrulaştırmadaki önemine işaret edecekler. Zaten kendi dernekleri de bu adı kullanıyor. Ama ben o aleti icat edenlerin ona verdiği adı daha çok seviyorum: “çekçek”, “çekçekçi”. Onların yazdığı şehir poetikasından vazgeçmekteki isteksizliğim umarım sorumsuzluk olarak görülmez.
[2] Bu emekçilerin biyografileri üzerine bkz. Jacques Ranciere: Proletarian Nights: The Workers’ Dreams in Nineteenth Century France (Verso, 2012). 
[3] Özellikle kentsel “subaltern” hakkında temel bir referans için, bkz: Partha Chatterjee: The Politics of the Governed: Reflections on Popular Politics in Most of the World (Columbia UP, 2004).
[4] Kültürel ekonomi ürünlerinin yeniden kullanımı Michel de Certeau’nun araştırmalarında temel bir yer tutar. De Certeau, aynı zamanda alt sınıfların bireylerinin hakim kültür içinde görülmesi ve okunması imkansız direniş pratikleri oluşturduklarını da söyler ve bunlar üzerinde durmamızı salık verir. Bkz. The Practice of Everyday Life, University of California Press, 1988, özellikle birinci bölüm.  
[5] Antonio Negri: Marx Beyond Marx: Lessons on Grundrisse (Autonomedia/Pluto, 1991). 

Tags: , , , ,


About the Author



Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Back to Top ↑