Makaleler

Published on Ağustos 25th, 2020

0

Dağlar bir gün konuşursa: Kurşun kalemli açıklamalar ve… – Gül Güzel

Bir gün konuşacak dediklerimiz, sanki yüzyıl önceki bir kabusu anlatırcasına çekingen, ürkek ve omuzlarına yüklenen ağır yükün ağırlığı altında nefes çekişiyor…Vatani görev adı altında yapmak zorunda kaldıkları askerliğin bir suç silsilesi, güvenliği sağlamak için gittikleri bölgede aslında, saldırı ve gasp güçleri olacaklarını nereden bileceklerdi ki. Bütün bu yaşananların neticesi olarak, ülkelerinden binlerce kilometre uzakta olsalar da yine gözleri uzağa, kelimeler acıya batırılarak, kurşun kalemle anlatılıyor… Çünkü ‘’gerçek çıplaktır’’ o yüzden korkutup, acıtıyor. Onlar Güneydoğu’da yani Kürdistan topraklarında askerlik yapanlardır. Kulaklarımızın dibinden geçen kurşunları yağdıranlar, arazide bıraktıkları patlayıcılarla binlerce insanın hayatını paramparça edenlerdir demek de mümkün…

Her ne olursa olsun, savaş alanı olan o yerler, onlardan da çok şey alıp, götürdü. Yaşadıkları olayları konuşabilmeleri ancak uzun seneler sonra bazen mümkün oluyor. Kendisiyle yıllar sonra, yaptığı askerliği konusunda konuşmak istediğim bir er, bütün bu betiminin bir edilgeni durumunda ve hala korku fobisi engeline takılı. Yine de sorularıma verdiği cevaplar oldukça etkileyici ve ayna tutar niteliğini taşıyor.

İlk görev yerin neresiydi, oraya giderken ruh halin nasıldı?

Çekingen hali, kaçamaklı gözleriyle söze nerden başlayacağını pek bilmese de Nurhak Güneş sürece dair, ’ilk önce Ankara’da birliğe katıldım. Korkak ve tedirgin bir haldeydim. Çünkü askerde kendi egolarını tatmin etmek için uygulanan şiddet, eziyetleri daha önce biraz duymuştum. Ben er asker olarak, daha sonra gönderildiğim Şırnak – Silopi  hudut karakollarından birinde görevliydim.  Kürdistan bölgelerine yine Kürt olan bizleri asker olarak gönderiyorlardı. Ölen Kürt, öldüren Kürt olsun mantığıyla…Bir gün çekine çekine, birlikte nöbet tuttuğum çavuşa merak edip ‘’Komutanım karşıdaki HPG noktalarında neden hiç bir gece ışık yanmıyor? Şimdiye kadar bir kişi dahi görmedik. Halbuki bizler bütün gece ışıkları açarak, sürekli nöbet tutuyoruz. Neden böyle, biz burda ne yapıyoruz?’’ diye sorduğumda, komutanım biraz gizemlide olsa mertçe, ‘’Onlar bizim gibi korkmuyorlar ki ışıkları açık tutsunlar’ dedi. Bunun üzerine ben biraz daha şaşkın ve heyecanla, ‘’Peki, biz neden bu kadar korkuyoruz ki?’’ dediğimde, komutan bana bakarak, ‘’Bak, sana bunu anlatacağım ama bu söylediklerimi sakın başka kimseye anlatma!’’ diyerek beni uyardı. Ardından şunları söyledi: ‘’Bulunduğumuz bu bölgede yıllar önce, yani 1992’den 1996 yıllarına kadar ben yine görev yapmıştım. Gece yarıları tanklarla, zırhlı araçlarla köylerine giriyorduk. Köylüleri evlerinden toplayıp, meydana çıkarıyor, Kürt oldukları için aşağılıyor, işkenceler yapıyorduk. Hatta bazı komutanlar köyden beğendikleri kızları zorla alıp götürüyorlardı. Bu kızları haftalarca cariye olarak kullanıp, sonra bir paket gibi getirip, evlerinin önüne atıyorlardı. Bu yaptıklarımızla buralarda yaşayan insanları isyankar, devlete kin, nefret duyan düşmanlar haline getirdik. Çünkü hepimiz koltuk ve mevki peşindeydik. Eğer bu tür vahim şeyler yapılmasaydı, bizim gibiler, bu kadar insan hangi koltukta oturacaktık ki? Yani bu halka uyguladıklarımızla, devlet ile halkı birbirine karşı getirip, düşman ettik. Bizler de o vesileyle kendimize sağladığımız koltuklarda daha sağlamca oturmaya devam ediyoruz. Yoksa nasıl bu kadar insan mevki ve makam sahibi olacaktı ki?’’

Askerdeyken psikolojin nasıl oldu, neler görüp, hissettin?

İlk zamanlar şoktaydım. Kendimi cehenneme gelmiş gibi hissettim. Sonraları da oradaki halka yapılanları ve bizden önce olanları duyduktan sonra bu olanlara bir anlam veremeyip, psikolojik bir çöküş yaşadım. Kendi koltukları, çıkarları uğruna bu insanların, Kürt halkına yıllardır yaptıkları vahşet, katliam, zulmü duydum, gördüm. Beni en çok etkileyen olay ise, askerler tarafından daha önceleri atılıp, patlamayan bombanın yıllar sonra 14 yaşındaki Kürt bir çobanın bilmeden eline alıp, taşa vurması sonucu bedeninin paramparça olması olayıdır. O anda ‘’ölmek istemiyorum!’’ diyerek haykırışlarını hala her gün duyuyorum, hissediyorum. O yüzden bütün bunları daha önce duymuş ve bilmiş olsaydım, asla askere gitmezdim.

Yine bir gün karakola yaklaşık 400 metre uzakta bulunan araziye, kendi sahipleri gelmişti. Karakol komutanın emriyle, bunların arazide çalışmamaları ve oradan gitmeleri için bize emredildi. Bize bu emir saçma geldiği için, ‘’Komutanım, neden insanların kendi arazilerinde çalışmayıp, terk etmelerini isteyelim?’’ diye sorduğumuzda; bize hiddetle bağırıp, azarlaması bir yana, ‘’madem öyle, alın bu rütbeleri siz takın! Ben mi komutanım, siz mi? verdiğim emri uygulayacaksınız! ‘’diyerek bize tehditler yağdırarak oraya yolladı. O gün ben de sorumlu asker olarak çok kızdım ve ‘’Sizin rütbenize ihtiyacım yok. Ben elbet bir gün buradan gideceğim; ama siz burda kalacaksınız. Gerisini siz düşünün’’ dedim. Bu tartışmanın ardından mecburen arazilerini süren köylülerin yanına gittik. Köylüler bizi sıcak bir şekilde karşılayıp, ayran ikram ettiler. Peki, biz şimdi bu insanlara nasıl, “arazinizi terk edip gidin” diyecektik? Sonra o insanlara karşı dürüst davranıp, durumu anlattık. Kendilerinden ricada bulunarak,” Eğer gitmezseniz, bu komutan bize ızdırap çektirip, hakaretlerde bulunacak ve ceza verecek. Emir kulu olarak arada kaldığımızı anlattık. Köylüler de bize dönüp, ‘’Bizler, buradan gitmeyiz. Buralar bizim arazilerimiz. Ama siz sorun yaşamayasınız diye biz gidiyoruz’’ dediler. Bütün bu olanlara rağmen biz oradan ayrılırken, onlar,  yüz kere bir ihtiyacımız olup, olmadığını, paramızın olup, olmadığını sordular ve kartonla sigara verdiler. Ben bu durumu yaşadıktan sonra, Kürtlerin ülkelerinde, kendi tapulu arazilerinde dahi nasıl ötekileştirildiklerini, göçe zorlandıklarını görüp, anladım. Hatta orada bazı duyumlara göre, devlet ajanlarının Kürtçe dilini iyi öğrenerek, Gerilla elbiselerini giydiklerini, ardından köy halkını kendilerine yardıma zorladıklarını; ekmek, yiyecek, içecek vermeye ; vermek istemeyenlere işkence ettiklerini; ertesi gün, zorla yiyecek, içecek aldıkları evlere bu sefer de asker kıyafetiyle gidip, ‘’Gerillaya yardım ve yataklık yaptınız’’ diyerek işkenceler yaparak, gözaltına aldıklarını duyuyorduk. Bize bunları anlatan yine ordu içindeki şahıslardı. Gerçi bu yapılanları duyduğumda bana hiç yabancı gelmiyordu. Aynı olayların bizim köyümüz ve çevre köylerde yapıldığını biliyordum. Geceleri ajanlar, Gerilla oluyor; gündüz ise devlet mensubu oluyordu… Olan da Kürt halkına oluyordu. Ya bütün bunlara rağmen evinde, köyünde kalacak; her zaman bu tür iki farklı işkencelere maruz kalacak, yahut yerinden, yurdundan göç edecek, herhangi bir ülkede göçmen, mülteci olacaktı…

Tankın termal sistemi bozuktu ama…

Karakolda gece nöbetindeyim. Nöbetimin bitmesine az kalmıştı. Her sabah olduğu gibi çevre köylerden işçiler pamuk toplamak için minibüslerle gelmeye başlamıştı. Bu işçiler her gün gelir, pamuk toplayıp, giderler. Bu ara telsizden gelen bir anons ile pamuk işçilerini durdurmamızı, mayın taraması yapılana kadar bekletilmeleri isteniyordu. ‘’Görüntü’’ olduğu (Gerilla görüntüsü) iddia edildi. Halbuki gece de nöbet tutan bizdik ve telsizler bize bağlı olduğu halde biz böyle bir görüntü tespit etmemiştik. Görüntüleri tespit etmemiz zaten mümkün de değildi. Çünkü tankın termal sistemi, kulenin asırları (gözetleme kulesi kamerası) da bozuktu. Dolayısıyla herhangi bir görüntüyü tespit etmemiz zaten mümkün değildi. Verilen emir ile insanların gelip, çalışmamaları için uydurulan suni/yapay nedenlerdi. Bu köylüler boşu boşuna saat 11.30’a kadar bekletildiler ve o günkü yevmiyelerinden edilerek, geri gönderildiler. Amaç ise, bu insanların ekmeğiyle oynamak, fakirleştirip, göçe zorlamak.

Kimse cesaret edip, bu vakaları en yakınına bile anlatamıyor!

Bunlar bizim görüp şahit olduğumuz bazı durumlardı. Bir de görünmeyenleri ve gördüğümüz halde bir ömür boyu sır olarak saklayıp, anlatamadıklarımızı varın siz düşünün… Ben askerliğimde bunları yaşayacağımı bilseydim, asla askere gitmezdim. Ama bizlere bu tür şeyler hiç anlatılmadı. Halbuki abi ve arkadaşlarımız da bizden önce bu tür şeylere şahit olmuşlardır. Ne yazık ki, kimse cesaret edip, bu vakaları en yakınına bile hala anlatamıyor…Bu yüzden benim gibi her kes askere gittikten sonra kendisi yaşayarak görüyor. Ben de bunları anlatırken, yurtdışında olmama rağmen hala her şeyi anlatamadığım gibi, gerçek ismimi dahi söyleyemiyorum. Çünkü hemen terörist damgası vuruluyor ve vahim sonuçlarla karşı karşıya kalabiliyor insan…

Bugün askere yine gider misin?

Hayır gitmezdim. Bunu bir örnek ile anlatmak istiyorum. Yine bir gece nöbetindeyim. Komutan bana Hakkari’de görev yaptığını ve orada çok terör olayları olduğunu; o yüzden orda çok çalıştığını anlatıyor. Büyük bir merakla kendisini dinliyorum. Ardından merakla burada da bir çatışma olduğunda, nasıl davranmam gerektiğini soruyorum. Çünkü anlattığı şekilde olayların olduğu yerlerde yanlışlıkla askerlerin birbirlerini öldürdükleri anlatılıyordu. Hatta bulunduğumuz alanda da gece nöbetindeyken, askerler aşağı taraftan gelen sesleri duyup, tedirgin oluyorlar. Aşağıda nöbet tutan arkadaşları olduğunu unutup, korkudan el bombası atarak, arkadaşlarını yanlışlıkla öldürmüşlerdi. Bu olayı o dönemde de saklamak zorunda kalarak, teröristler çatışmada 2 askeri şehit ettiler şeklinde açıklama yapmışlardı.

Askerliğin bittiğinde neler hissetmiştin?

Yanımda çatışmalardan dolayı ölen asker arkadaşım olmamıştı ama yaşadığımız olaylar, gördüğüm işkenceler oldu. Bazılarının kolu, ayağı, başı kırılana kadar işkence gördüğü çok arkadaşlarım oldu. Bunca yaşanan şeylerden dolayı çok üzgünüm. Terhis olduğumda, o ortamdan kurtulduğum için çok sevindim. Lakin sonraları anladım ki, askerlik hiç bitmemiş. Yani bedenen orda olmasam da, zihnen bu askerlik hiç bitmiyor. O yaşanan ve görülenler insanın hayatından hiç çıkmıyor. Ancak orada yapılanları hala büyük bir sır gibi saklıyoruz; anlatamıyoruz…Halbuki askere gitmeden önce Gaziantep’te normal bir hayatım vardı. Eğer yine 19 yaşımda olsam; asla askere gitmem. Ülkeyi yönetenlerin kardeşi – kardeşe vurdurttuğu ve saltanat sürdüğü, kendi çocuklarının ABD vatandaşı olan yöneticilere ve  ülkeye bu fedakarlığı asla yapmazdım…

Nurhak Güneş 5 Ağustos 1992’de Gaziantep’te doğdu. Yaşadığı birçok sorundan dolayı Avrupa’ya mülteci olarak gelmek zorunda kaldı. Şu anda mülteci konumunda, evli ve 2 çocuk babası.


Gül Güzel – 25.08.2020

Tags:


About the Author



Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Back to Top ↑