Makaleler

Published on Kasım 2nd, 2020

0

Demokrasi gizemi üzerine (II) – Mustafa Kumanova


Sosyalist bir devrimi ayakta tutmak ve sürdürmek toplumun tüm ezilen farklı kesimlerini bir araya getirebilecek devasa bir alt yapıyı gerektirir. Bunun yolu da özgürlük ve demokrasiden geçer!

Demokrasi üzerine tartışmalar devam ederken elbette bizlerin de bu tartışmalara kayıtsız kalması düşünülemez. Biraz daha ileri giderek dünyadaki tartışmaları da elimizden geldiğince ve dilimiz döndüğünce aktarmaya çalışıyoruz. Bunun için önceki yazımızda demokratik sosyalizm düşüncesine yer yer atıfta bulunduk. Yanlış anlamaya mahal vermemek için kendimizi bir açıklama yapmak zorunda hissediyoruz. Bizler sorgulamadan ve tartmadan demokratik sosyalizm kavramını salt kabul etmiş değiliz. ABD’de ve İngiltere’de yükselişe geçen bu akıma değinme sebebimiz, aşırı ve gerici sağın tırmandığı ve nedeni henüz teorik olarak tam manasıyla açıklanamayan toplumun en çok ezilen en alttakilerinin kendilerini en çok ezenleri iktidara taşıdığı pek çok ülkede ve günümüzde tüm bu olumsuzluklara rağmen gericilik karşısında yılmadan ve umutsuzluğa düşmeden sosyalist sol’un yeni bir şeyler yaratma ve bulma çabasını göstermek isteyişimizdir.

Tüm bu çabalar ve girişimler ışığında seçmemiz gereken yolu bulmada kendimize sormamız gereken bir soru var: Radikal reformlar mı yoksa sosyalist bir devrim mi? Batı’daki geçmişin deneyimlerinin izinden giderek uygulanacak reformlar -İsveç’teki Rehn-Meidner Modeli gibi- toplumsal düzeni ezilen sınıfların lehinde değiştirebilir mi? Yoksa tüm bu reformlar tam tersine ölüm döşeğindeki kapitalizme hayat öpücüğü mü verir? Biçimsel(hukuki) demokrasi mi, yoksa gerçek demokrasi(ekonomik) mi? Kimlik mücadelesi mi, sınıf mücadelesi mi? Ve benzerleri… Sormamız ve tartışmamız gerekenlerdir…

Ve diğer yandan bir de rutin hayata ekonominin yansımaları ne olacaktır. Şu gün kapitalizmin önemli kalelerindeki tanınmış şirketler üretken ve faydalı yatırımlardan ziyade hisse geri alımı olarak da bilinen bir şirketin açık piyasada mevcut bulunan hisse sayısını azaltmak için kendi hisselerini satın alması yoluyla hisse senedi fiyatlarını manipüle ederek büyük bir balon oluşturmaktadırlar. Özellikle de teknoloji şirketleri…Bir de buna devasa boyutlara ulaşan vergi kaçırma ve vergiden kaçınmayı ekleyin felaketin boyutları daha da büyümektedir. Ve tüm bunlara devletler göz yummaktadır. Ve bir diğer mesele de merkez bankaları, bankalar ve finansal kurumlardır. Negatif faizler ve parasal bollaşma yoluyla ucuz borçlanmanın adete teşvik edilerek geleceğimizin ipoteklendiği ve türev ürünler(swap gibi) ve de tahvil ihraçları adı altında toplumsal servetin aşağıdan yukarıya yani işçiden patrona-fakirden zengine transferi vasıtasıyla yağmalandığı bir ortamda merkez bankaları ve bankaların devlet hazinelerini de kapsayacak şekilde demokratikleştirilmesi ve sadece bir avuç seçkin servet sahibinin değil tüm insanların haklarını gözeten bir yapı haline getirilmesi daha da önem kazanmaktadır. Herhangi bir demokratik denetime tabi olmaksızın tüm dünyayı ekonomik çöküşe sürükleyecek olan muazzam boyutlara ulaşan çürük tahvil ve türev piyasaları sadece ekonomileri değil demokrasileri de büyük bir kaosa sürükleyecektir. 1929 Ekonomik Buhranı ve peşinden gelen faşizmin sahne alışının getirdiği yıkımın bir başka versiyonu dünyayı tehdit edecektir.

Bu yüzden, kimileri var olan demokrasiyi derinleştirmek istiyor…

Kimileri olmayan demokrasiyi getirmek istiyor…

Kimileri ise adalet ve eşitlik vurgusunda ısrar ediyor…

Ama öyle ya da böyle basit ve temel ilke insanın her türlü tahakkümden kurtulacağı bir toplumsal ekonomik modeli inşa etmek ve genişletmektir.

Bunu hem hukuki yoldan hem de ekonomik yoldan yapmak kapitalizmin irrasyonelliği karşısında elzemdir.

Ülkemizi ele alalım. Hangimiz daha insani, daha adil ve daha demokratik bir toplumun mümkün olduğunu gösteren İskandinav sosyal demokrasilerinde yaşamak istemez ki? Ve de daha ötesine geçmek…

Demokratik kurumlarına ve sosyal güvenlik ağına güvendiği bir ülkede yaşamayı ve gelecek korkusu olmadan mutluluğu yakalayabilmeyi kim istemez?

Peki bunu nasıl başarabiliriz?

İlk önce kavramları tartışarak yapabiliriz. Tüm dünyada demokrasi ve de demokrasi ve sosyalizm ilişkisi tartışmalar eşliğinde masaya yatırılırken Türkiye’de fasit bir dairenin içerisinde milli söylemler ve milliyetçilik belasından kurtulup kavramsal tartışmalara girme imkânı maalesef bulunmuyor. Durum böyle olduğu için de hiçbir parti ve örgüt ezilen halkların önüne bilindik söylemler haricinde gerçekten demokratik bir program koyamıyor.

Tartışmamız gereken demokrasi herkesin diline pelesenk olmuş içeriği tahrif edilmiş bir demokrasi olmamalı…Herkesin daha fazla demokrasiye ihtiyacı var. Peki ama bu nasıl sağlanacak?

Daha fazla demokrasi daha fazla kamu mülkiyeti mi demektir?

Ya da daha fazla demokrasi daha fazla işçi sınıfı örgütlenmesi mi demektir?

Ya da demokratik sosyalizm, demokratik bir toplum için yol gösterici olarak seçilecek olan ise, o zaman “İskandinav sosyal demokrasilerin aslında demokratik sosyalist olduğu” söylenebilir mi?

Ve en önemlisi sosyalizm ve demokrasi arasında organik bağ nasıl kurulacaktır? Çünkü sosyalizmin en basit ve en temel ilkesi insanın insanı sömürmesini ve her türlü zulüm ve baskıyı ve tüm ulusal sınırları ortadan kaldırmaktır. Dünyadaki tüm sosyalistler her türlü zulüm ve baskıya karşıdır. Fakat iş ulusal sınırların ortadan kaldırılmasına gelince milliyetçilerin yarattığı millet zehri onları da zehirleyerek sosyalizmin demokrasi ile çelişik görünmesine yol açmaktadır. Oysa ki yukarıda bahsedilen temel ilkeler demokrasinin de olmazsa olmazlarıdır. Ancak aralarında organik bağ kurulamadığı için kelimenin tam anlamıyla sınıf mücadeleleri yerini haklı olarak kimlik mücadelelerine bırakmaktadır. Aslında ne sınıf mücadelesi kimlik mücadelelerini dışlamalı ne de kimlik mücadeleleri sınıf mücadelesini. Aralarındaki ortak organik bağ birbirlerine içkin olmalarıdır.

Sonuçta dünya artık yüz elli yıl önceki dünya değil. Dünya artık elli yıl önceki dünya da değil.

Şartlar her yerde değişti.

Her yerde herkes değişti.

İşçi sınıfı değişti. Sermaye değişti.

Eğer sermayenin mantığını çözmek istiyorsak demokrasi gizemini de çözmeliyiz.

Sosyalizm ve demokrasi arasında organik bir bağ kurmak zorundayız.

Sosyalist bir devrimi ayakta tutmak ve sürdürmek toplumun tüm ezilen farklı kesimlerini bir araya getirebilecek devasa bir alt yapıyı gerektirir.

Bunun yolu da özgürlük ve demokrasiden geçer!


Mustafa Kumanova – 02.11.2020


Çizgi: Galata Kule – İsmail Cem Özkan

Tags:


About the Author



Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Back to Top ↑