Makaleler

Published on Haziran 8th, 2020

0

Destansı bir direniş öyküsü: Kobane – Gül Güzel


Kadının Kaleminden: Kobané/Rojava – Kürtler direnişleriyle tarih yazdılar!

Dünlerle, günümüze ayna tutmak için kaleme aldığım birçok anımdan birisi… Türkiye’nin DAİŞ çeteleriyle birlikte 15 Eylül 2014 tarihinde Kobane’ye saldırması belleklerimizde silinmeyecek bir tarih kazıdı. Kobane’ye yapılan saldırıya karşın gelişen direniş ve direnişçileri yalnız bırakmayanlar da az değildi. Bu yüzden biz Avrupa’da bulunanlar da bu direnişi kendimizce mümkün mertebe desteklemek için o süreçte Kobane yollarına düştük. Halkın çeşitli kademeleriyle geçirdiğimiz süreçler unutulmamaya layık değerdeydi. Mesela şu an cezaevinde olan milletvekili Gülser Yıldırım vb.arkadaşlarımız da oradaki nöbetlerde halkla birlikteydiler. O sürece dair yaşadıklarımız ve gözlemlerimi ileri kuşaklara da aktarabilme düşüncesiyle, böyle bir yazıda kalıcı kılma gereğini duydum.  

Almanya’dan giden 4 kişilik grup olarak, oradaki arkadaşların desteğiyle, Suruç’tan çıkarak, yaklaştığımız Kobane sınır köyü Meheser, çatışmalardan kaynaklı oluşan toz ve dumanının oluşturduğu bulutun altına sığınma görünümüne bürünmüştü. Ancak gözlerdeki umutlu bekleyiş de o denli kararlı ve ışık saçıyordu ortama. Herkes yüzünü Kobané’ye çevirmiş, pür dikkat bir beklenti içinde umutlarını besleyip, büyütüyordu. Demokratik Özerklik Bölge Yönetimi projesinde temsiliyet bulan tüm bileşenlerden oluşan her yaşta, kadınlı erkekli özgürlüğe kenetlenmiş her milletten ve inanıştan insanlar burda hem gözlemci hem de nöbetteydi.

        Kurulan komünlerde pişirilen çorba ve çayların, yere kurulan ve ateşle ısıtılan büyük banyo kazanı ile kaynatılan sudan yapılıp, çok sayıdaki özgürlük nöbetindekilere sunulduğu yerdi burası. Aynı zamanda burası öyle enternasyonal bir yer olmuştu ki, kaldığın birkaç gün içinde dünyanın her tarafından gelen insanlarla karşılaşabiliyordun. Sendikacı, sanatçı, politikacı, öğrenci, işçi, memur, inanç temsilcilsi vb. Herkes ilk kez gördüğü birini, sanki çok eskiden tanıyormuş gibi bir yaklaşımla selamlayıp, ilgileniyordu. Herkesin amacı, tavır ve duruşlarından belli oluyordu. Kobané topraklarının telin bu tarafında, birkaç yüz metre uzakta durarak, şehir merkezinin DAİŞ çetelerinden temizlenip, özgürleşmesini bekliyorlardı hep birlikte. Geceleri bir kaç yerde yakılan ateşlerin etrafında briketler veya tarlalarda getirilen taşların üzerine oturanlar, sabaha kadar ya Kobané üzerine söylenen stranları dinliyor veya güncel durumunu değerlendirip, politik ifadelerle geleceği tartışıyorlardı. Gençlerin enerjisi zaman zaman doruğa çıkıp, ateşin etrafında saatlerce halay çekmeleriyle noktalanıyordu. Analar yöresel giysileri içinde ortama güven ve canlılık verenlerdi. Başlarındaki beyaz tülbentleriyle Demokratik özerkliği, ekolojik yaşam, ve Kürdistanın birliği-özgürlüğü hakkında derin değerlendirmelere dalıyorlardı. Böylelikle, Kobanê’deki savaşçılar da biliyorlardı ki, yalnız değiller. Sınır hattındaki oluşturulan bu eylemsel direniş gücü, Kobanê’deki direnenleri de etkiliyordu.

Bizi Ailelerimiz ve yerlerimizle ortadan böldüler!

Yaşlarının bilgeliğiyle, Birinci Dünya Savaşı’nda Osmanlı İmparatorluğu’nun yenilgisinin ardından, Ortadoğu’daki sömürge alanlarını kuran gizli bir anlaşma olan,16 Mayıs 1916 tarihli Sykes-Picot anlaşmasının, Büyük Britanya ve Fransa hükümetleri arasında yapılmasıyla Kürdistan’ın dörde bölünmesine varan değerlendirmeleri bizi hiç de şaşırtmıyordu. ”Yapılan bu anlaşma ile,tarlalarımız ve akrabalarımız tel duvarın öteki tarafında kaldı” diyor Kobané merkeze 3 km uzaktaki Misaynter köyünde Nar ağacı gölgesinde oturan Xezal ana.

Konuşurken sinirden, isyandan, zaman zaman da çektiklerinin üzüntüsünden gözyaşlarına boğulan 70 yaşındaki Xezal ana anlatıyordu: ”Biz, çok acı çektik. Çekmediğimiz, çektirmedikleri acıyı bırakmadılar. Biz aslında Suruç’a değil, Kobané’ye bağlı köyleriz. Yaklaşık 100 sene önce çekilen dikenli tellerle hem ailelermiz telin iki tarafından kalmış, hem de malımız-mülkümüz. Bizim tarlalarımız telin Suriye tarafında kalmış. Tarlalarımızı sürmek, biçmek için kaçak yollarla telin o tarafına geçmek zorunda kalıyoruz. Ama bu kaçak geçişlerde yakalananlarımız olduğu zaman, elektrik direklerine bağlanıp, işkencilerle öldürülüyorlardı. Tarla ve akrabalarımızın telin öteki tarafından kalması yetmiyormuş gibi bir de arazilerimize binlerce mayın döşediler. Onun için çevre köylerden binlerce insanın baçakları kopuktur. Burası(Suruç) Kürtlerin yaşadığı yer olduğu için, devlet politkasının çok yönlü yoketme polikalarına uğradı. Buradaki toprakları sudan yoksun bırakarak kuruttular. Fırat nehrinin sularını Arapların getirilip, yerleştirildiği Haran bölgesine yönlendirdiler. O yüzden oradaki topraklar fazla suyun altında çürürken, bizim topraklarımız da sussuz kalarak çölleşiyor. Bu tür uygulamalarla, yaşam ortamlarımızı yok etme siyaseti hala sürüyor. Yapılan barajlarlarda toplanan bütün akar sularımız kesildi. Bu yüzden ilk önce kuyulardan çıkardığımız sularla bağ-bahçelerimizi sulayıp, hayvanlarımıza su verebiliyorduk. Ama zamanla yer yüzü gibi yer altı da kurumaya başladı. Şimdi 100-200 metre derinlikten bile artık su çıkaramıyoruz. Gittikçe kuruyan topraklarımızda artık pamuk ve benzeri ürünleri yetiştiremediğimiz gibi hayvan da besleyemiyoruz. Bundan ötürü erkekler mecburen kaçak yollarla tellerin öteki tarafındaki Kobané merkezine geçerek, getirdikleri kaçak çay ve elbiseleri satarak geçimimizi sağlamaya çalışıyorlardı. Üstelik arazimize döşenen mayınlardan dolayı, binlerce insanımız bu yollarda bacaklarını kaybetti. Devlet sisteminin yıllardır bu bölgeye uyguladığı politikadan dolayı buralar çölleşmeye ve bizler de fakirleşmeye mecbur bırakıldık. Adımız da kaçakçıya çıkarıldı.”

Bütün imkanlarıyla Kobané’den kaçıp, gelen akrabalarına sahip çıkmaya çalışan Xezal ana, üzüntüyle yüzümüze bakarak, konuşup dertlerini bizimle paylaşıyor: ”Bizi yıllar önce birbirimizden ayırdılar. Bazılarımızın anne-babası, bazılarımızın kardeşleri, dayı-amcaları ve tarlalarımızın bir kısmı öteki tarafta kaldı. Yıllarca birbirimize hasret bırakıldık. Şimdi Kobané’ye DAİŞ çetelerinin saldırıları yüzünden telin öteki tarafındaki akrabalarımız, binbir zahmet ve zorluklarla sınırı geçip, bu tarafa geldiler. Bizim köyümüzde daha önce 12 aile yaşıyordu. Gelen akraba ailelerin sayısı ise 28. Onun için ilk günlerde evlerimizde kaldılar. Daha sonra samanlıklarımızı ve kullanmadığımız bazı boş yerleri boşaltıp, temizleyip tamir ettik ve aileleri oralara yerleştirdik. Partimiz(HDP) onlara her türlü ihtiyaçlarını karşılayacak şekilde yardım ediyor. O yüzden bize hiç bir şekilde yük olmuyorlar.”

Kobané’yi Özgürleşene kadar kadar bekleyeceğim!

Kobane’de efsaneleşen ‘Karker Kobane’

        Misaynter köyündeki mültecileri ziyaret ettiğimizde, gençlik çadırından 60 yaşlarında mavi gözlü bir yaşlı elindeki bayrakla bizi karşılamaya çıkıyor. Bizi görmekten memnun ve elinde taşıdığı bayrağın verdiği gururla selam veriyor. İlk önce kendisine Kürtçe selam vermeme o da Kürtçe karşılık veriyor. Biraz sohbet etmek istediğimde ”tebessüm ederek ”ben Kürt değilim.Onun için kusura bakma Kürtçe bilmiyorum” diyor. Elinde sımsıkı tuttuğu bayrağa bakarak, kendinden bahsetmesini rica ediyorum. O devam ediyor: ”Kürt olmasam da enternasyonal bir teröristim ben. 25 gündür(25 Ekim 2014) burada Kobané direnişi için nöbetteyim. Kobané özgürleşene kadar da burda nöbet tuttmaya devam edeceğim. Burdan ayrılmayacağım. Kobané özgürleşince gidip, Kobané’ye yerleşerek ömrümün sonuna kadar yaşayacağım. Ben aslen Yugoslavya- Priştina’lıyım. Şimdiye kadar Sinop, Türkiye’de Gaziler köyünde yaşadım. Ama artık burada-Kobané’de yaşayacağım. Demokratik özerklik, komünal ekolojik, cinsiyet özgürlükçü toplumu inşa etmek için Kobané’de bulunup, Öcalan Yoldaşın Demokratik toplum projesi kapsamında yaşama kendimi katacağım.  Öcalan Yoldaş, sistemlerin menfaatleri uğruna birbirine düşman edilen ırkları, dinleri, dilleri ve cinsleri geliştirdiği projelerle birbiriyle barıştırarak, birlikte özgürce yaşayabileceklerini gösterdi. Böyle bir yaşamın mümkün olduğunu ve gerçekleşebileceğinin kanıtı olarak Kobané’de yaşayacağım.”

Sohbet ettiğim bu Priştinalı, her kesin kendisine Rıfat amca dediği enternasyonalist. Kobani’ye destek amacıyla düzenlenen insan zinciri eyleminde açılan ateşle öldürülen Kader Ortakkaya’nın uzun süre kaldığı Miseynter köyünde, Kader Ortakkaya Kütüphanesi ve Arin Mirkan Devrim Şehitleri Müzesi’nin kurulmasında büyük rol oynayan Horoz, Kocaeli’deki evini de Türkiye’ye göç eden Kobane’li bir aileye vermişti.

‘Karker Kobani’ kod adlı Rıfat Horoz nöbet eylemleri sürecinde, her zaman en önde yer alandı. “Kobani benim için evrensel devrimin, bilimsel sosyalizmin inşasıdır. Sosyalizmin alt yapısının burada atıldığını görüyorum ve bu yapının içinde ben de yer almak istiyorum’’ diyerek, neden burda olduğunu anlatıyordu. Kendisini düşündükçe, hala pozitif enerji ve yüzündeki mutluluk tebessümleri gözümün önünde canlanan Karker Kobane, daha sonra sınırı geçip, hayalindeki Kobane şehrine geçmişti. Ne yazık ki, 25 Haziran 2015’te cani DAİŞ çetelerinin yaptığı saldırıda, 252 kişi katledilirken; bunlardan 35’i çocuk, 64’ü kadın ve evrensel devrimci Rıfak Horoz/Karker Kobane de şehitler arasındaydı.

Ya Özgürleşeceğiz, ya uğrunda Öleceğiz!

ZERİ ANA

        Meheser köy meydanındaki Kobané direnişi nöbetindeki Van’dan gelen Zeri Ana, burnundaki hızması, yaşlılıktan dolayı küçülen bedeniyle giydiği yöresel kıyafetiyle dikkatimi çekiyor. Ayakta dimdik durarak, gözlerini kobané yönünden ayırmayan ananın omuzuna hafifçe değdiğimde, yüzünü bana çeviriyor. Hiç tereddüt etmeden boynuma sarılarak, yanaklarımdan öpüyor. ”kurban olduğum sen de mi burdasın?’’ diyor ve yüzü gülücüklere boğuluyor. ‘Ana yüzün çok umutlu, sen Kobané için ne düşünüyorsun’ diye sorduğumda, sağ elini zafer işaretiyle havaya kaldırarak yanıtlıyor: ”Artık Kürt halkı özgürleşecek. Kürdistan’ımız birleşip, tek parça olacak. Bu uğurda ya hepimiz öleceğiz, ya da hepimiz ve Kürdistanımız özgürleşecek. Artık bundan sonra başka türlü olmaz. Birlik olup, özgürleşmeliyiz. Özgürleşene kadar burda kalıp, hiç bir yere gitmeyeceğim.’’ O  Kürdistan’ın 75 yaşındaki Zeri anası idi.     

Kobané tarihi ve DAİŞ terörüne dair

        Kobané’nin ismi Compané’den geliyor ve kuruluşu 1912’lere dayanıyor. Almanların Bağdat demir yolunu yaparken, işçilerin kalabileceği bir yer inşa etmesiyle başlayan yerleşim alanı ilk başlarda tren istasyonu, daha sonra küçük bir yerleşim alanı, daha sonra etrafında 400’e yakın köyün oluştuğu bugün toplam nüfusu yüz binleri aşan bir şehir haline geldi.

2012’den beri Rojava toplum sözleşmesiyle yönetilmeye başlandı. Onun için DAİŞ çetelerinin bombalarına 15 eylül 2014’den beri maaruz kaldı. Rojava toplum sözleşmesi, DAİŞ çetelerini besleyen kapitalist emperyalist sistemlerin de hedefi halinde ve bu yüzden onların verdiği en modern ve ağır silahlarla bombalanıp, yok edilmeye çalışılıyordu.  Bu silahların çoğu Kobané isminin oluşmasında etken olan Alman’yanın üretimi olması da çok ilginçtir. Her gün iki veya üç defa göstermelik bir şekilde 40 ülkeden oluşan Nato ülkeleri bileşenlerinin sözüm ona DAİŞ’e attığı bombalara ek olarak DAİŞ çetelerinin Kürtleri yok etmek için gündüz ve geceleri yağdırdıkları bombaların dumanına mahkum olan Kobané her şeye rağmen direndi, direniyordu.

YPG/YPJ güçlerinin gösterdikleri olağanüstü mücadeleyle hala çetelerin eline düşmeyen Kobané uzun süre kan revan içinde kaldı. Her gün şehit kanlarıyla sulanıyordu. Kobané’nin her an düşeceğinin umudu içinde olanlar, hayat boyunca hayal kırıklığı yaşayacaklarını artık anlamaya başlayacaklardı. Neden kobané/Rojava bu kadar saldırı altında diye düşündüğümüzde, oranın yeraltı ve yerüstü zenginliklerinin yanısıra bir de Rojava toplum sözleşmesine kısaca göz atmamız yeterli bence.

Rojava toplum sözleşmesi:

        Din, dil, dil, inanç, mezhep ve cinsiyet ayırımının olmadığı, eşit ve ekolojik bir toplumda adalet, özgürlük ve demokrasinin tesisi için. Demokratik toplum bileşenlerinin siyasi-ahlaki yapısıyla birlikte çoğulcu, özgün ve ortak yaşam değerlerine kavuşması için. Kadın haklarına saygı ve çocuk ile kadınların haklarının kökleşmesi için. Savunma, özsavunma, inanaçlara özgürlük ve saygı için. Bizler demokratik özerk bölgelerin halkları; Kürtler, Araplar, Süryaniler(Asuri ve Arami), Türkmenler ve Çeçenler olarak bu sözleşmeyi kabul ediyoruz.

        Demokratik Özerk Bölge Yönetimleri; ulus devleti, askeri ve dini devlet anlayışını, aynı zamanda merkezi yönetimi ve iktidarı kabul etmez.

        Demokratik Özerk Bölge Yönetimleri; bütün etnik, toplumsal, kültürel ve ulusal oluşumların kendilerini kurumları aracılığı ile ifade etmeleri için toplumsal mutabaka, demokrasiye ve çoğulculuğa açıktır.

        Demokratik Özerk Bölge Yönetimleri; ulusal ve uluslararası barışa, Suriye’nin sınırlarına ve insan haklarına saygılıdır.

        Toplumsal sözleşmenin oluşması, demokratik toplumun inşasının aracı ve toplumsal adaletin güvencesi olan Demokratik Özerkliğin tesisi ve bilimsel bir toplumun inşası için; Demokratik Özerk Yönetimler’deki Kürtlerin, Süryanilerin, Ermenilerin ve Çeçenlerin istemleri demokratik bir Suriye ve Domokratik Özerk Yönetimlerin siyasi-toplumsal bir yönetim için bu sözleşmeyi kabul etmiştir. 7 bölüm,  94 maddeden oluşan Toplumsal sözleşmesinin hayata geçmesi için Dış işleri ve Meşru savunma bakanlığı başta olmak üzere, 27 bakanlıktan oluşan sistemden oluşuyor. İşte bu nedenledir ki DAİŞ teror örgütü ve yandaşları bu Toplumsal sözleşmesinin hayat bulduğu Rojava’nın üç kantonundan biri olan Kobané’yi bombalarla yok etmeye çalışıyor. 

Tags:


About the Author



Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Back to Top ↑