Makaleler

Published on Kasım 17th, 2021

0

Doğu Bayezid’de bir kadının yeniden doğuş hikayesi | Gül Güzel

Bir kadın, bin direniş,

Kadından, kadın olmanın öyküsü,

Yaşam ve mücadele gücünü,  özgürlük ideolojisi mimarından almak…

Çokça gittiğim yerlerden biri değildi ama her yönüyle çok özeldi. Ağustos ayının yayla havası coşkusunun yaşandığı 2014 yılıydı. Coğrafik, tarihi, sosyal yapısıyla beni farklılıklarını tanımaya sevk edercesine güzel. Evet o yüksek Kürdistan dağlarının eteklerinde, ’Doğu Beyazıt’ şehrindeki İshak Paşa Sarayı ve Ahmedi Hani türbesine yakın bir yamaçta kurduğu çadırı ile Selma’yı da tanıma şansına sahip oldum. Selma’nın hikayesi de yöre halkının Toplumsal cinsiyette kadının yerini belirleyen feodal sosyal yapısının canlı bir örneğiydi. Gelenek ve göreneklerin karanlığı ile imha etmeye göz kırpmadığı kadınlardan tek bir tanesinindi. Direnip özgürleşen Selma’lar çoğalsın umuduyla şimdi onun hikayesini dinleyelim.

Her hikayenin bir kahramanı olduğu gibi her kadının da bir hikayesi vardır. Ama Ortadoğu coğrafyasında bir hikaye yazmak için ucu açık hayal gücüne hiç gerek yok. Pembe bulutların birden dağılıp, yerini göz gözü görmeyen sis ve kurt sesleri fantezisini geliştirmeye de hiç gerek yok. Çünkü bu coğrafyada hikayeler kendiliğinde gelişiyor. Hele söz konusu kadın olunca…

Feodal, ataerkil-oportünist anlayış ve o canı çıkası gelenek ve görenekler var ya… ve bunlar adına alışılagelmiş bağımlılık derecesindeki köleleştirme yaptırımları… Bütün bunların altında ezilen kadın cinsi(!) Doğumundan ölümüne kadar hikaye yazar yaşamında bu coğrafyanın kadını. Bütün bunları boşa çıkarmak mümkün mü diye sorduğumuzda, bazen ender de olsa inanılmaz bir direnç ve kimsenin yenemediği bir kadın cinsiyle karşılaşırız o coğrafyada. Aynen Ahmed-i Xane Türbesinin alt yamaçlarında, İshak Paşa sarayının ilk yerleşim tepeciğinin yan tarafına Kıl Çadırını kurup, ordaki yayık ayranın yanında gözleme pişirip, satarak yaşamını sürdürmeye kararlı ‘’Ben bu yaşam mücadelemi Önderliğin ideolojisi ve Kadına yaklaşımından alıyorum’’ diye başını önüne eğmeyen Kürt kadını Selma gibi. ‘’biz Kürt Kadınlarının öyküsü zaten doğaldır feodal toplumlarda’’ diyor ve öyküsünü anlatmak için önce bardağındaki siyah çayından büyük bir yudum alıyor. ‘’Ben hem kendi geçimimi, hem de kültürümüzü unutturmamak, yaşatmak istiyorum. Gözleme, ayran ve her gün giydiğim kıyafetlerimizle…’’ O’nun öyküsü de gizemlilik, acı, keder, dışlanma ve inadına boyun eğmemekten oluşuyor.

                Doğu Beyazıt’ta doğmak zaten başlı başına bir tecrit ve zulümdür bilhassa onun doğduğu yıllarda. Özgürlük mücadelesinin daha yeterince gelişmeler sağlayamadığı ilk yıllardı.

                Selma hüzünlü gözlerle uzaklardaki zulmü kovalamak istercesine bakarak ‘’1968 yılında bu bölgede doğdum. Ancak buralarda kız çocuğu olarak dünyaya gelmek çok zor ve istenmeyen bir şeydir. Hem doğan kız çocuğu, hem de annesi bu cinsin doğumundan suçludur. Adeta cezalıdır. Algılamaya başladığımdan beri annemin uğradığı şiddeti gördüm. Yalnız annem mi?. Tabii ki bizler de öyle. Babam gözümüzü açtırmazdı. Sopası sürekli başımızda- bedenimizde gezerdi’’ deyip bir iç geçiriyor. Bir süre yerdeki eteğinin tozunu silkeleme oyalaması ile zaman geçiriyor. Giydiği pembe renkli halk giyimi kıyafeti ona çok yakışmış. Beline bağladığı sarı- kırmızı- yeşil puşusunu cep telefonu için cep olarak kullanıyor. ‘’Bu kıyafet benim özümü ifade ettiği gibi bu vesileyle kültürüme de hizmet etme imkanım oluşuyor’’ dedikten sonra yere inen kirpiklerini kaldırıp, keçi kılından örülmüş siyah çadırının çalışma kısmına geçiyor. Gelen müşterilerine bir kıymalı, bir de patatesli gözleme pişirecek.

                Servisini oğlu ile birlikte yapıyor. Kendisi Gözleme pişirirken, oğlu da misafirin içeceğini hazırlıyor. Çünkü açtıkları siyah çadırda gözleme ve yayık ayranı ikram ediliyor. Bunun yanında otantik ateş sıcaklığı üzerinde güveçte yemekler de pişiriyor. Yüzünü yarı şekilde bana çevirerek, ‘’ daha her şey istediğim düzeyde değil. Seneye daha iyi bir duruma getirmek istiyorum çadırımı. Ama ilk önce kadınların kendi hak- hukuk ve özgürlüklerini araştırabilecek bir kitaplık oluşturmak istiyorum çadırımda. Biz kadınlar bilgisizlikten dolayı çok eziliyoruz. Her şeyi biz yapıyoruz ama tüm haklarımız erkeğin veya aşiretin iki dudağı arasında kayboluyor. Bu yüzden yalnız burada geçinmek için para kazanmak değil, amacım aynı zamanda kadınları ve gençleri bilgilendirmek, eğitmek’’ diyor heyecandan parlayan ela gözleri ve yüzüne serpilen mutluluk tebessümüyle. ‘’ Ben kendi ayaklarım üzerinde durmak, kendim olabilmek istiyorum. Ne bir erkek, ne de bir akraba himayesi altına girmeden. Ben aslında 20 sene süren evliliğimde toplam olarak 4 sene gibi bir süre evli kaldım. Ama ailemin baskısıyla boşanamadım, resmi düzeyde. Bu durumu yalnız kendim değiştirebilirim diye düşünerek harekete geçtim. İki çocuğumu alıp, İstanbul’a kaçtım. Tabii ki orda da tek başıma yaşayabilmem çok kolay olmadı. Çocuklarıma bakabilmek için sürekli gece-gündüz çalıştım. O süreç içinde pişman olup, geri dönmemi isteyen ailemin hiçbir ferdi bana elini uzatmadı. Onun için şimdi hepsi bana yılan gibi geliyor. Yani ben öyle hissediyorum. Hem yoklukla mücadele ettim. Hem de oğlumun düştüğü uyuşturucu naletiyle  mücadele ettim. Ama sonunda kazanan ben oldum.  Küçük oğlum Şervan 1991 yılında şehit düşen kardeşim gibi karar verip, HPG’ye  katıldı. Büyük oğlumla birlikte şimdi burada, bu çadırda yaşam mücadelesi veriyoruz. Ama onurlu ve gururluyum. Bir oğlum dağda, diğer oğlum da uyuşturucu lanetinden kurtularak, burada benimle yaşıyor’’. dedikten sonra arka masada cep telefonunda Kürtçe stranlar dinleyen oğluna başını yana eğerek bakıyor ve ‘’beni kaybedeceğine çok korkuyor. Onun için nereye adım atsam o da orda oluyor’’ diye sözlerine ekliyor.

                Her kadının bir öyküsü, her öykünün bir kadın kahramanı vardır diyenler doğru söylemiş aslında. Selma da kendini böyle tanımlıyor. ‘’benim hikayem tam bir roman ve uzun bir film. Ben çok eziyet, yokluk gördüm. Ama ailem, benim resmi boşanmama razı olmak istemiyordu. Onun için, resmi boşanmayı ailemin haberi olmadan İstanbul’da yaptım. Çünkü onlar çocuklarımı bırakarak, yanlarına gitmemi istediler. Ben de asla çocuklarımdan vazgeçemezdim. Çocuklarımı babasına verip, ikinci kere başlık alıp, beni başka bir erkeğe satacaklardı. Bu kirli emellerine hiçbir zaman alet olamazdım. Onun için çocuklarımla tüm yokluk, yalnızlığa rağmen sımsıkı birbirimize sarıldık. Neticede küçük oğlum Kürt özgürlük mücadelesine gidip, katılınca, büyük oğlum da, doğduğumuz bu yerlere geri dönüş yapmamızı ısrarla istedi. Ve bu şekilde 2013 yılında gelip yine kendi toprağımızda yaşamaya ve bu iş yerini işletmeye başladık. Maksadım öyle çok para kazanmak değil ama giydiğim yöresel halk giyimi ve Gözleme- Ayran gibi şeylerle kültürümüzü de kaybettirmemek, yaşatmak istiyorum’’ diyor.

                Selma ile aramızda sohbet sürerken sürekli parmağımdaki sarı/kırmızı/yeşil renkli yüzüğe bakarak “aslında ben gücümü ve kimliğimi Kürt halk mücadelesi ve önderliğinin felsefe-ideolojisinden aldım. Bu ideoloji sayesinde kendime güvenim arttı. Zaman zaman katıldığım kadın çalışmaları da bu gücümü tetikleyip, pekiştirdi. Bugün eğer bu şekilde ayaklarım üzerinde güvenle durabiliyorsam, bunu sayın Öcalan’ın kadın felsefesine borçluyum. Annem benim kadar şanslı değildi. Çünkü o özgürlük sürecinin öncesinde korkutulup, sindirilmişti. Her gün babamdan şiddet görmesine rağmen, karşı gelemiyor: bunun normal olduğuna inanıyordu. Onun için benim, alkolik ve beni başka kadınlarla aldatan hatta bir başka kadından üç çocuğu olmasına rağmen, beni eşimden boşanmamayı ikna etmek istiyordu. Ama şimdi bana iyi ki ayrılmışsın. Keşke bu kadar ezilmeden, zahmet görmeden önce ayrılsaydın diyor. Ben kendi ayaklarım üzerinde durduğum, kimseye boyun eğmeyip, kendimi daha fazla ezdirmediğim için kendimle gururlanıyorum” diyerek güç aldığı ideoloji ve şu andaki başarısı ile duyduğu gurur ve huzuru yaşıyor…

                Selma uzun süre oturduğu yerde ayaklarının ucundaki toprağı elindeki çomakla deşerek, düşünceleriyle çok uzaklara gidiyor. Başını kaldırmamaya itina ederek, gözlerine dolan yaşları bize göstermemeye çalışıyor. Nihayet başını kaldırarak, ‘’burada verdiğim mücadele neticesi, etrafımdakiler şimdi beni takdir ediyorlar. Ben kimsenin takdirini beklemiyorum ama bana çektirdikleri acıları unutamadığım için güçlü olmak istiyorum. Aslında etrafımda beni dışlayan, yok sayan, şimdi ayaklarım üzerinde durduğum için etrafımda dönen bu kirli yüzlü akrabalarımı görmek istemiyorum. Ben burada ezilmek istenen kadına canlı bir örnek olmak için de mücadele veriyorum. Beni görünce kendilerine güven duymalarını ve zulmün altında kendilerini ezdirmemelerini istiyorum. Onun için çadırımda kuracağım kütüphaneme alacağım kitapları kadınların gelip okumalarını istiyorum. Günün belli saatlerinde çadırın kitaplık kısmında bir araya gelerek, birlikte kitap okuyup, eğitim yapmak istiyorum. Şimdi en büyük amacım bu. Seneye geldiğinizde burayı belki de çok farklı göreceksiniz’’ diyerek mutluluktan gülücüklere boğulan yüzü ve parlayan gözlerini bana dikerek, boynuma sarılıyor. Her ikimiz de onun geleceğe dair hedeflerinin heyecanıyla gülüşüyoruz…:))


Kadının Kaleminden: Gül Güzel – 17.11.2021

Tags:


About the Author



Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Back to Top ↑