Kadın

Published on Kasım 17th, 2021

0

Evde kocaya, fabrikada patrona başkaldırıyoruz! | Roza Kahya


Indomie AdkoTurk işçisi kadınlar 23 Ağustos’tan bu yana grevdeler. Direnişin ve grevin en ön saflarında emekleri için mücadele eden kadınlar, “Fabrikada kadınlar olarak tacize ve mobinge maruz kaldık. Yaptıkları suç ve biz bu suçu direnişimizle her yerde söylemeye devam edeceğiz. Biz kadınlar örgütlüyüz ve güçlüyüz. Biliyoruz ki biz kazanacağız!” diyorlar.
www.https://www.kadinisci.org/

Söyleşi: Roza Kahya

Kadınİşçi okurları bilirler, daha önce de birkaç kez haberlerini yaptık. Çerkezköy OSB’de bulunan ve Tekgıda-İş Sendikası’nın örgütlü olduğu Indomie AdkoTurk kadın işçileri 129 günlük işyeri önündeki direnişlerinin ardından 23 Ağustos’ta greve başladılar. Sendikalaşma haklarını kullandıkları için tacize ve mobbinge maruz kalan ve Tekgıda- İş Sendikası ile toplu sözleşme yapılmasını talep ettikleri için işten çıkartılan kadınlar, direnmeye devam ediyor. Grev kırıcı patron ve polislerin tüm engellemelerine rağmen haklarını alana kadar vazgeçmeyeceklerini söylüyorlar.

Grevde ki kadınlarla fabrikada çalıştıkları süreçlerde yaşadıkları hak ihlallerini, sendika üyesi olduktan sonra maruz kaldıkları tacizi mobbingi ve başlatmış oldukları grevde şu anda neler olup bittiğini konuştuk.

Kadınların neler başardıklarını gördük

Indomie AdkoTurk işçisi Hilal Paslıkılıç, iş yerinde maruz kaldığı ağır çalışma koşullarının özel hayatındaki etkilerini ve bir kadın olarak hem iş yerinde hem de ev içinde nelerle mücadele ettiğini şu sözlerle ifade ediyor: “37 yaşındayım ve iki kız çocuk annesiyim. Çocuklarımın babaları yok ve benim de mesaiye kaldığım zamanlarda onlara annem bakıyordu. Yoğun çalışma temposunun yarattığı fiziksel ve psikolojik yorgunluğun üzerine ev işleri de eklendiği zaman çocuklar annelerinden de mahrum kalıyorlardı. İş yerinde sendikalı olmamıza karşı olan amirlerin kontrolünde çalışmanın sonucu olarak yaşadığımız mobbingin yarattığı gerginlikle, aile yaşantımıza döndüğümüzde çocuklarımızla ilgilenmeye çalışmak çok zor bir durumdu”

Kadınların çok zeki olduğunu en zor koşullarda bile kendilerine inandıklarında neler başarabildiklerini direniş ve grev sürecinin çok iyi gösterdiğini belirten Hilal şöyle devam ediyor: “Ben kendime de inanıyorum, bu inancın karşılığı olarak yaşadığım sürecin sancılarının bir kısmını atlatabildim. Önümüzde hala zorlu bir süreç olduğunun farkındayız ama bu süreci de başarılı bir şekilde atlatacağımızı biliyoruz. Bu noktada bizlere destek ziyaretlerinde bulunan kadın arkadaşlarımızın varlığını hissetmek bizleri onurlandırıyor, moral ve enerjimizi yükseltiyor.”

Fabrikada sendikalaşma sürecinin zor geçtiğini, herhangi bir sendikal çalışmanın fabrika yöneticileri tarafından hoş karşılanmadığını sözlerine ekleyen Paslıkılıç, “Bizi korkutup vazgeçirmeye çalışıyorlardı, bu süreçte ciddi psikolojik saldırılara ve tacize maruz kaldık ancak vazgeçmedik. Yıldırmak amacıyla çalıştığımız bölümler değiştirildi ve daha zor koşullarda çalıştırılmak istendik fakat bu noktada da başarılı olamadılar. Son olarak süreci kendim adına özetleyen sözün ‘yıkılmadık, ayaktayız’ olduğunu belirtmek istiyorum” diyor.

Sürekli dışlanıyorduk

Yasal olarak grev sürecini başlattıklarını ifade eden Nesrin Öztürk, anayasal haklarını kullandıkları için, maruz kaldıkları mobbingi ve psikolojik şiddeti şöyle anlatıyor: “İşte bölümlerimizi değiştirdiler. Bize baskı uyguladılar, hiç bilmediğimiz makinelere koydular. Makinelere koyarken de yanımızdaki arkadaşlara da ‘Bu, sendikaya üye uzak durun’ diyerek uyarılarda bulundular. Sürekli dışlanıyorduk. Sürekli oradan oraya sürükleniyorduk. Bunu ustabaşı bizim gibi işçi arkadaşlara yaptırıyordu. İşçiyi işçiye kırdırmak istiyordu. Zaten dışarıda Kod-29’dan 21 arkadaşımız atılmıştı. Bu yaptıkları çok ağır; ahlaksızlıkla suçlayarak attılar. Ve çok zorumuza gitti. Biz içeride örgütlenme yapıyorduk ama gönlümüz hep dışarıda direnen arkadaşların yanındaydı. Sonra grev kararı aldık ve biz 23 Ağustos’ta greve çıktık.”

Greve çıktıkları ilk günün gecesinde bütün vardiyayı sabaha karşı üç sularında toplayarak paletlerin üstünde yatırdıklarını, sanki suç işleniyormuş gibi çevik kuvvetin kapıya barikat kurduğunu anlatan Nesrin Öztürk konuşmasına şöyle devam ediyor: “Burada işçiden fazla polis vardı. Tüm bunlara rağmen direnmeye devam ettik. Yılmayacağız, biz sonuçta burada kadınlar olarak varız. İçeride 600 işçi var bunun 500’ü kadınlardan oluşuyor. Direneceğiz ve kazanacağımıza inanıyoruz. Hiçbir zaman inancımızı kaybetmedik. Mobbinglere, tacizlere maruz kaldık. Vardiya amiri karşımıza geçip bacaklarını açıp geriye doğru yaslanıp bizleri seyrediyordu makinede çalışırken. Çok iğrenç şeyler yaşadık. Ve o odalara çekilip baskıyla zorbalıkla e-devlet şifrelerimizi istediler. Bu yaptıkları suç.”

Tek bir asgari ücretle olmuyor

Öztürk, çalışma hayatında ve özel hayatında toplumsal cinsiyet eşitsizliğine karşı nasıl mücadele ettiğini ise şu sözlerle ifade ediyor: “İki çocuğum var. Benim çocuklarım kreşe gidecek yaşta değil ama çocuklarının yaşları küçük olan arkadaşlarımız var. İçeride biz çalışırken hiçbir şekilde böyle bir şey söz konusu olmadı. Sendika kapıya dayandıktan sonra kreş talebimizi yerine getireceklerini söylediler ama bunların hiçbirini yerine getirmediler. Şu an grev alanındayım ve çocuklarımı almam gerekiyordu ama arkadaşımı yönlendirdim mecburum. İçeride çalışırken bir çocuğumu anneannesine diğer çocuğumu da babaannesine gönderiyordum. Bu şartlarda çalışıyorduk.”

Çalışmadığında ihtiyaçlarını karşılayamadıklarına vurgu yapan Öztürk, tek bir asgari ücretle bir ailenin geçinemeyeceğini belirttikten sonra içeride çalışan pek çok arkadaşının eşleri izin vermediği için greve katılmadığını söylüyor. “Kadın güçlü çok ama çok güçlü… Yanımızda olduğunu bildiğimiz pek çok kadın arkadaşımız içeride çalışmaya devam ediyorlar. Ama şunu hep söylüyordum sen bir kadınsın ve bunu başarabilirsin. Evde kocalarımıza karşı başkaldırıyoruz, fabrikada da patrona karşı başkaldırıyoruz. Her zaman biz güçlüyüz. Patron değil, kocalarımız değil. Kadınlar olarak her şeyin üstesinden gelebiliriz.”

Safiye Sevil Polat ise fabrika dışındaki eylemi ve sonrasında başlanan grevi şöyle anlatıyor: “2017’den bu yana fabrikada aktif olarak çalışmaktaydım. Dört kişinin benim hakkımda konuşmasından hareketle, huzursuzluk verdiğim gerekçe gösterilerek işime son verildi. Bu durumu kabul etmedim, avukata da işverene de eğer böyle bir rahatsızlık varsa beni başka vardiyaya almalarını söyledim. Eğer gerçekten böyle bir durum varsa istifayı kendimin vereceğini söylememe rağmen vardiya değişikliğinin söz konusu olamayacağını söylediler ve çıkışımı imzalamadan görüşmeyi terk ettim.”

İlk defa bir grevde yer aldığını, öncesinde çok merak ettiği grev sürecinin güzel geçtiğini, yeni tecrübeler edindiğini, farklı hayatlara tanıklık ettiğini anlattıktan sonra içerisi ve dışarısı hakkında şu yorumda bulunuyor: “Bu süreçte düşmanımı ve dostumu daha iyi gördüm. Süreç şöyle ilerliyor; içerideki arkadaşlar sendika hakkında, hakları konusunda bilinçsizler ve hayat şartları ve hayata bakış açıları çok farklı. Onlar açısından baktığım zaman, ‘Sen de bir kadınsın, sendikalı ol, daha iyi koşullarda çalışarak, ayaklarını yere daha sağlam basabileceğin koşulların olabilir. Kendin ve çocukların için ben de varım de. Anneler dik durursa, çocuklar da böyle yetişir.’ diyorum.”

Alın terimizin karşılığını almak istiyoruz

Gasp edilen haklarını almak için direnen işçilerden Polat, “Primlerimiz ve mesailerimiz kesiliyordu. Normal şartlarda bunları fabrikanın düşünüp vermesi gerekir diyen arkadaşlarımızda oldu ama fabrika düşünmüyor çünkü bu kesintiler fabrikanın işine geliyor. Bir arkadaşımızın iki ay boyunca mesailerinden dört gün kesinti olmuştu ancak arkadaşımız özgüven problemi olduğu için bu durumu gidip konuşamadı. Alın terinin karşılığını istemeye cesaret edemedi, sonradan bu durumun pişmanlığını yaşasa da artık çok geçti.” dedi.

Sendikasına (Tekgıda- İş) güvendiğini ve her halükarda kazanacağına inandığını belirten Polat, “Rahat ve huzurlu bir çalışma ortamı istiyoruz. Fazlasında gözümüz yok emeğimizin karşılığının verilmesini istiyoruz. Şartlara göre alnımızın terinin karşılığını almak istiyoruz” diyerek mücadele konusunda kararlılığını tekrarlıyor.

İlk çıkarılan sendika temsilcisi oldu

Sevcan Dervişoğlu da, Indomie AdkoTurk işçisi; sendika temsilcisi ve ilk işten çıkarılan işçilerden. Örgütlenme başladığında temsilci olarak atandığını ve ilk işten çıkarılanlardan olduğunu ifade eden Dervişoğlu, sendikanın fabrikada örgütlenmeye başlamasıyla birlikte başlayan işçi kıyımını şöyle anlatıyor: “İlk etapta beş kişi çıkarıldı, sonrasında devamı geldi. Ben Kod-29 gerekçe gösterilerek çıkartıldım. Direnişimiz, grevimiz sürüyor. Yaklaşık yedi aydır buradayız. İlk etapta sendikanın yetki alması ve yetki belgelerinin buraya gönderilmesi ve bizlerin atılmasıyla beraber içeride gerçekten çok büyük baskı vardı. Sürekli göz hapsindeydik. Sürekli kim bu diye araştırılıyor, e-devlet şifreleri alınıp kontrol edilmek isteniyordu. Sendikaya üye olduğu tespit edilen arkadaşlar ayrıştırılıyor, başka bölümlere gönderiliyordu. ‘Bunlarla muhatap olmayın’ diye psikolojik baskılar yapılıyor, arkadaşların molaları takip ediliyordu.”

İnsanların ailesiyle bile konuşamadığına dikkat çeken Dervişoğlu, kadınların özel yaşamına dahi müdahale edildiğini, fotoğraflarının çekilmeye başlandığını ciddi baskı ve mobbingle mücadele etmek zorunda kaldıklarını sözlerine ekliyor. Birlikte çalıştıkları arkadaşlarına ‘Bunlar vatan haini, bunlar yedikleri kaba tüküren insanlar, bunlarla muhatap olmayın’ şeklinde psikolojik şiddet uygulandığına da değinen sendika temsilcisi kendi başına gelenleri ise şöyle anlatıyor. “Benim de aynı şekilde e-devletim kontrol edilmek istendi. Telefonumu elimden almaya çalıştılar dışarıyla haberleşmeyeyim diye. Bahaneler uyduruldu hijyen kurallarına uymuyorsun vs. Kod-29’dan, hiçbir şey beyan etmeden iş yerinin güvenlik görevlisini görevlendirerek ‘Bunu işten çıkardık gidin çıkarın’ diyerek beni zorla yaka paça işten atmaya çalıştılar. Diğer arkadaşlarımda benimle hemen hemen aynı şeyleri yaşadı.”

WhatsApp kare kodlarının okutulduğunu insanların birbiriyle olan yazışmalarının denetlendiğini, sosyal medya üzerinden kimin kiminle arkadaş olup görüştüğünün kontrol edildiğini de belirten Dervişoğlu “ Arkadaşlarımıza rüşvet teklif edildi. Bu yapılanlar bizi yıldıramadı. Tabii bununla beraber bir sürü insanı işten çıkardılar. Biz ilk zamanda dışarda direnen 18 kişiydik. Baskıya dayanamayıp bırakıp gidenler oldu. Sonrasında sözleşmeli olarak, anlaşmalı tazminatını alıp ayrılanlar oldu. İçeri almayacağız sendikayı, bu sendika buraya giremeyecek diye sürekli içerideki arkadaşlara baskı yaptılar.” diyor.

Yedi aydır direniş ve grevi sürdürdüklerini, haklarını alıncaya kadar kimsenin direniş yerinden ayrılmayacağını, mücadeleye devam edeceklerini söylüyor.

Fabrikada yaşadıkları mobbing ve tacizi şöyle anlatıyor: “ En büyük baskıyı ve mobbingi de biz kadınlar yaşadık. Kameranın olmadığı noktalara çekildik, şahsımıza yönelik ağır hakaretlerde bulunuldu, küfürler edildi. Bunu ispatlayamazsın nasıl olsa kamera yok bir şey yok diye çok pervasızca davranışları oldu. Bir de içeride erkek sorumlular var. Bunlar sürekli kadınları göz hapsine alıyorlar. Sürekli seni takip ediyorlar. Bunların hepsi tacizdir.”

Fabrikanın tapusunu değil hakkımızı istiyoruz

Fabrikada çalışan işçilerin yüzde 80’ni kadınlar oluşturuyor. Kadınlar, fabrikadaki çalışma koşullarının ağırlığına, maruz kaldıkları psikolojik şiddete, tacize ve mobbinge karşı direnirlerken diğer yandan henüz bir yetişkinin bakımına ihtiyaç duyan çocuklarıyla ilgilenmek zorundalar. Dervişoğlu, genel olarak fabrikadaki bütün kadınların benzer durumda olduğunu belirterek bu süreçte kendi yaşadıklarını şöyle anlatıyor: “Aylardır grevdeyim iki çocuğum var. Oğlum 17 yaşında kendini idare edebiliyor. Kızım 13 yaşında benimle beraber yazın o kavurucu sıcağında da buradaydı. Soğuk ve yağmurlu havalarda da burada benimle beraberdi. Okullar açılana kadar, sürekli benimleydi. Halen daha hafta sonlarında geliyor. Buraya alıştı buranın ortamına mücadeleye… Her yerde valiliğe de gittiğimde benimle çünkü yalnız bırakamıyorsun. Bakım istiyor. Evde tek başına kız çocuğunu o yaşta bırakmak çok zor. Gerçekten burada ki birçok kadın arkadaşımız aynı durumda. Benim çocuklarımdan yaş olarak daha küçük olanlar var. İçerideyken de insanlar gece vardiyasına geldiğinde çocuklarını evde bırakıyorlardı. O dönemlerde de biz içerideyken kreş yardımı veya bakım yardımı talep ettiğimizde her şeyi kulak arkası ettiler. Sesimize kulak vermediler.”

Açlık sınırının altında çalıştıklarını, asgari ücretin hiçbir şeye yetmediğini, geçinebilecekleri bir ücret, kreş ve yakacak yardımları gibi sosyal haklara sahip sendikalı bir iş yerinde çalışmak istediklerini bunun da en doğal hakları olduğunu belirten Sevcan: “Ekstradan kimseden fabrikanın tapusunu getir ver demiyoruz. Bizim hak ettiğimizi bize versinler yeterli. Haklarımızı alana kadar direnmeye devam edeceğiz.” diyor.


Roza Kahya – Kadın İşçi -16.11.2021

Tags: , , , , , , , ,


About the Author



Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Back to Top ↑