Makaleler

Published on Mayıs 19th, 2020

0

Fakirlik-Yoksulluk ve Zenginlik kavramları üzerine – Gül Güzel

Kadının kaleminden:
Fakirlik- Yoksulluk ve Zenginlik kavramları üzerine

Yoksulluk-fakirlik ve zenginlik söz konusu olunca, aklımıza ilk gelen şey “para” birimi oluyor. Halbuki yoksulluk-fakirlik, zenginlik sadece para birimiyle sınırlı bir şey, bir durum değildir. Yoksulluk ve zenginlik sadece sözlük kavramıyla sınırlı kalmaz, kalmamalıdır;  çok yönlü anlaşılması gereken söz, eylem, tutum, yalnızlık, düşünce, fikir, hak, adalet, kültür, dil, siyaset, politik, işgal vb. benzeri kavramları da içerir… Aslında bu kavramların her biri, fakirlik-zenginlik konusunda tek başına birer başlık halinde değerlendirilecek şeylerdir. Bu başlıklar doğrultusunda insanların birbirine karşı tutumunu da ekleyebiliriz. Mesela çalışan – çalıştıran; emekçi –patron,  sömüren;  hizmetçi – hizmet edilen(ağa), sömürülen, … Bütün bu kavramlar da gösteriyor ki, toplumdaki mağdurlar ile zenginler konusu, oldukça geniş bir konudur. Fakir kesim ve kişiler toplum içinde dışlanır, itilir, ötekileştirilir… Sömürülenin kendini sömürenden koruyabilmesi, kendini amansız bir virüsten korumaya benzer. Diğer bir örnek olarak, eşcinsellerin toplum içinde kabul edilmemesi, mağdur edilmesi. Bu da bir zihniyet  fakirliğinin sonucudur. Bu tür yoksulluklar da fakirlik kadar öldürücüdür. Realite olarak şunu söylemek mümkün: Her açıdan ve konuda yoksulluk öldürür; zenginlik yaşatır. Martin Luther King’in verdiği Yoksullarla – Zenginler; Siyahlarla – Beyaz tenliler arası yaşama, yaşatılma farkını ortadan kaldırma mücadelesi, bu konuda iyi bir tarihi örnektir.

Yoksulluk utandırıyor!!!

Toplumdaki sınıflaştırmaya, ayrıştırmaya, ötekileştirmeye yol açan  fakirlik, aynı zamanda mağdur edilenlerce utanç verici bir neden olarak algılanır. Bunun tersine, maddi zenginlik ise gurur ve hakimiyet unsuru olarak topluma yansıtılır. Böylelikle üst sınıf algısı, kavramı yaratılır. Tersi bir şekilde, köyünde tarlasını süren, hayvancılıkla geçimini sağlayan, patronsuz yaşayanlar ise fakir – alt sınıf olarak nitelendirilerek, küçümsenirler. Aslında kendi işinin patronu olan köylüler, bundan dolayı fakir/alt sınıf konumunda değerlendirilerek, yaratılan psikolojik baskı vasıtasıyla, ileri aşamada gerçekten fakirlik denen cendereye sürüklenir. Fabrikalarda daha fazla çalışıp, emekleri sömürülenler ise, sanki daha zengin ve üst sınıfmış gibi aldatılarak, yanılgıya düşürülür. Emperyalistlerin bu yaklaşımı sonucunda halklar, toplumlar yapamadıkları çok para getiren işlerinden dolayı dışlanıp, basit görülülüyorlar. Modern kapitalizmin eseri olan bu emperyalist yaklaşım sonucu, fakirin emeği, modern kapitalizmin çarkına çekilerek, gerçekten alt – üst sınıf toplumu oluşturuluyor. Toplumda bu şekillenme devam ederken, sömürdüğü sınıf nedeniyle zenginleşenlerse, maddi zenginlikleri  sayesinde toplum içinde hiç hakketmedikleri kadar saygı görürler(!)

Zenginliğin sınırlar ötesi etkileri

Toplumlar arası fakirlik ve zenginliğin yaratmış olduğu üst – alt sınıf gibi olgular devletlerarası ilişkilerde de etkileyici oluyor. Sömürgeci ülkeler tarafından sömürüldükleri için fakirleşen Afrika ülkeleriyle zengin Avrupa ve Amerika ülkelerinin birbirine yaklaşımı da bu ölçüt içinde gelişiyor. Günlük ilişki ve politika,  bu ilişkilerde belirleyici oluyor. Hatta bu daha etkin bir şekilde kendini göstererek, Afrika ülkeleri için ‘3.Dünya ülkeleri’ tabiri kullanılıyor ve kayda geçiriliyor.

Diğer yanda Avrupa metropolleri sokaklarında gezdiğimizde fakirlik ile zenginliği çok farklı şekilleriyle gözlemleriz. Sürüklendikleri maddi yoksulluktan dolayı ruhunu, bedenini satanlar, sokak kenarlarında elindeki sigara, uyuşturucu veya içki şişesiyle yerlerde, banklar üzerinde ve parklardaki ağaçlar altında yaşamlarını sürdürenler, azımsanacak sayıda değiller. Tabii ki bu durumun tersini yaşayan diğerleri de var.

Süper zengin ülkelerin yönetimleri de büyük oranda zenginlerle fabrikatörler tarafından belirleniyor;  zenginlerin yaptığı yasalar/kanunlarla çalıştırılan insanlar sömürülüyor, fakirleştiriliyor. Diğer adıyla hak, hukuk, adalet dağıtımı adı altında zenginleşen sınıfın yasalarıyla oluşan fakirlik, yoksulluk, sınıf farkının metropollere yayılması söz konusudur.

Fakirliğin çok yüzlülüğü ve Rojava yerel halk yönetim şekli

İnsanların birbirini dışlaması, hor görmesi sadece maddi yoksullukla sınırlı kalmıyor. Farklılıklarından (renk, ırk, cins, inanç) dolayı insanların birbirini dışlaması, tecrit etmesi, gururlarını zedeleyecek yaklaşımlar göstermesi de toplumda izlenen tutumlar. Yani fakirliğin diğer adı, insanların vicdan yoksulluğudur. Vicdan ve adalet yoksulluğunun oluşturduğu insan ise, duygusu en fakir, en yoksul insandır. Toplumlar içinde bu kadar büyük sonuçlar doğuran sınıf farklılığı, beraberinde sosyal yozlaşmaya da neden oluyor. Sosyal bağların zayıfladığı toplumlarda insanların yalnızlaşmasıyla birlikte gelir. Sosyal hakların zengin kesimlerin elinde olması, aynı zamanda sosyal yaşamın fakirliğine neden oluyor. Günümüzde örnek olarak, sınıflar arası farkın kaldırıldığı, bütün toplumun eşit hak dağılımıyla yaşam kurduğu Rojava halk yönetimleri gibi oluşumlar da yine kapitalist emperyalistlerin imhası ve engellemeleriyle karşı karşıya kalıyor. Bunu iyi tahlil etmek için düşünmemiz gereken nokta şudur:  “Türkiye, İran ve benzeri ülkeler, neden 100 yıldır silahlarını Kürtlerin imhası için kullanıyorlar?”  Bu soru, ikinci bir soruyu da beraberinde getirmiş oluyor. “Rojava/Kürdistan’daki zengin yeraltı ve üstü zenginlikler, Kürt halkının ölümüne neden oluyor desek”, acaba doğru olur mu? Devamında ise, Asya, Amerika ve Avrupa Ortadoğu’da para kazanmak, zenginleşmek uğruna insanları bomba, silahlarıyla öldürüyor diyebiliriz kanımca. Yani paranın, zenginliğin teröristleştiği bir hastalık haline gelmesidir asıl mesele. Diğer adıyla, yörüngesiz, dengesiz, Ortadoğu’nun yeraltı kanıyla beslenen bir zenginlik hastalığı. Zenginliğin imha gücü haline gelmesi, insanlık âleminin kendi sonunu hazırlamasıdır aynı zamanda. Tabiatın bütün doğal zenginliklerini kendi maddi zenginliğine çevirmek için imhanın her türlüsünü acımadan kullanan insanlar, daha doğrusu  emperyalistler aynı zamanda kendi gelecek nesillerinin fakirliğini inşa ettiklerini göremeyecek, hissedemeyecek kadar düşünce, fikir yoksunu fakirlerdir.  ‘’Ezilen sınıfların kardeşliği en güçlü silahlarımızdandır’’diyordu Yılmaz Güney

Kimileri yıkıp, yakarak para kazanırken, diğerleri yaparak para kazanıyor

Dengesi bozulmuş bu süreçte, birileri insanları yaralayarak, kimileri  de tedavi ederek para kazanıyor; kimileri insanı, tabiatı öldürerek, bazıları da kendini bütün düşüncesiyle sistemli olarak nasıl daha çok para kazanacağına endeksliyor. Kimileri yıkıp, yakarak para kazanırken, diğerleri yıkılıp, yakılanları yaparak para kazanıyor. Bu da bize şunu gösteriyor ki, kapitalist emperyalizmin sömürü sineklerinin üretildiği bataklıklar kurutulmadıkça, sosyalist, hakkaniyete dayalı eşit bir paylaşım hayal olmaktan öteye gidemeyecek. Gözü doymaz insanlığın yarattığı fakirlik- zenginlik hastalığı kangrenleşmeye devam ederken, çözümü için insanlığın teşhisi doğru tespit ederek, insanlık aleminin bağrından kesip, atmasıyla mümkün olacaktır. Sömürüye karşı bilinçli verilen mücadele Güneşinin kutsal ışık gücü, kapitalizm üretimi olan hasta sistemi yıkmaya yeterli olacaktır .

Kendi zenginlik hırsı için, halkları soyan, katleden, mallarını gasp eden militer faşist diktatörlerin sonu ise hep birbirine benzedi. İtalya’da faşist diktatör Benito Mossilini 28 Nisan 1945 yılında Komünist parti tarafından idam edildi. Almanya’daki faşizane ırkçılığı milyonların imhasıyla sürdüren Adolf Hitler çaresiz kalınca 30 Nisan 1945’te kendi kendini imha etti. İspanya diktatörü Francisco/Franco ise yine kendi iktidar ve zenginlik hırsından dolayı 1,5 milyon insanı katlettikten sonra 1957 yılında Calvo Sotelo tarafından katledildi. Bizim geldiğimiz Coğrafyanın en büyük faşist diktatörü Saddam Hüseyin’in ise, katlettiği 1,5 milyon insandan sonraki hali belleklerimizde çok taze…Bu faşist diktatörlerin listesini uzatmak istemiyorum ama sürecin en vahşi faşist diktatörü RTE hala iktidarını arkasına aldığı askeri ve polisiye sistemiyle bütün hızıyla sürdürüyor. Ancak tarihten ders alamayan insanlık bu duruma hala sadece karşıdan bakmak ve üç maymunları oynamakla yetiniyor…


Gül Güzel – 19.05.2020

Tags:


About the Author



Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Back to Top ↑