Makaleler

Published on Nisan 4th, 2021

0

Faşizme karşı mücadele stratejisinin genel hatları – Toprak Akarsu


Öncülük iddiasında olanlar, onları temsil etmek adına faşizmle çelişkili alt sınıf ve tabakaların nesnel ekonomik ve toplumsal çıkarlarının, politik durumlarının neyi koşullandırdığını, dolayısıyla hangi yönde hareket edebileceklerini az çok öngörmek zorundadırlar…

Faşizme karşı mücadele bilincinin tıpkı mücadelenin kendisi gibi dengesiz, eşitsiz ve sıçramalı geliştiği rahatlıkla gözlemlenebiliyor. Antifaşist mücadelenin kentlerdeki seyri ve keza değişik sınıf ve tabakaların, değişik toplumsal kesimlerin antifaşist mücadeleye katılımı bakımından bunun sağlaması kolaylıkla yapılabilir. Boğaziçi gençliğinin ulaştığı antifaşist bilinç ve eylemli duruşu ise “sıçramalı” gelişimin çarpıcı bir örneğini sunar. Faşist şefin kayyum atayarak öğrenci gençlik ve akademinin özgürlüğüne saldırısı burada katalizör işlevi gördü.

Çok değişik talep ve sorunlardan yola çıkan işçiler, kadınlar, gençler, emekçi köylüler, değişik ulus ve inanç toplulukları, Kürt halkı, kır ve kent yoksulları polisi, jandarması, medyası ve faşist demagojisiyle, mahkemeleri ve hapishaneleriyle, faşist şeflik rejimiyle (faşist diktatörlükle, aynı anlamda “faşizm”le) karşı karşıya geliyorlar. İşçilerin sendikal örgütlenme, iş ve yaşam koşullarını iyileştirmek için başvurdukları grev ve direnişleri, kadın kitlelerinin durdurulamaz kadın özgürlükçü talepleri, yüksek öğrenim gençliğinin ve akademinin, aydınların, en genelde muhalif basının özgürlük talepleri, emekçi köylülüğün ekolojik talepleri, Kürdüyle-Türküyle Alevi halkın inkar ve asimilasyona karşı inanç özgürlükçü talepleri, mazlum Hristiyan halkların inançları ve ulusal varlıkları üzerindeki vahşi ırkçı baskıya itiraz ve ses çıkartma girişimleri, laik yurttaşların yaşam biçimlerini savunma çabası, Kürt halkının kendini yönetme ve ulusal özgürlük için sayısız taleplerle baş eğmez mücadeleleri, Çerkez, Ermeni, Laz, Gürcü, Pomak, Süryani, Arap, Abhaz, Çingene/Roman, Rum, Boşnak ve Arnavut’uyla inkar ve asimilasyon cenderesindeki ulusal toplulukların varlıklarını ve haklarını ifade etme girişimleri, LGBTİ+’ların varlık ve onurlu yaşam mücadelesi… Hepsinin karşısına faşist şeflik rejimi dikiliyor, bastırmaya, boğmaya, olmadı ezmeye çalışıyor.

Yukarıda ana hatları verilen günlük mücadeleler, alt toplumsal sınıf ve kesimlerin günlük mücadeleler içerisindeki siyasi hazırlığı nereye yöneltilecektir? Faşizm tarafından varlıkları tehdit edilen işçi sınıfı ve bütün diğer toplumsal sınıf ve katmanlar, Kürt ulusu, ulusal ve dinsel topluluklar, bütün ezilenler faşizme karşı ne için, hangi amaçla mücadele edeceklerdir, etmelidirler? Bunlar ve aşağıda üzerinde duracağımız diğer temel sorular faşizme karşı mücadele program ve stratejisinin güncelliğini olduğu kadar süreci belirleyici, yönlendirici nitelik ve önemini de vurgulamaktadır.

Öncülük iddiasında olanlar, onları temsil etmek adına faşizmle çelişkili alt sınıf ve tabakaların nesnel ekonomik ve toplumsal çıkarlarının, politik durumlarının neyi koşullandırdığını, dolayısıyla hangi yönde hareket edebileceklerini az çok öngörmek zorundadırlar. Diğer yandan bu sorular gerçek karşılığını kuşkusuz bütün bu toplumsal sınıfı ve kesimlerin gelmekte olan kitlesel eyleminde, mayalanan politik alt-üst olma sürecinde, gerçek yığın hareketinde bulacaktır. Aynı soruları, onlar adına varoluşunu “öncülük misyonuyla” tanımlayan ve bu iddiayı varlık nedeni sayan siyasi parti, örgüt ve çevrelerin yanıtlamaları, kendilerine biçtikleri rolün zorunlu temel gereğidir.

Aşılması gereken temel bir zayıflık

Faşizme karşı özgürlükçü taleplerle mücadele eden politik öncülerin direnişi, HDP ve HDK önde gelmek üzere bütün emekçi sol güçlerin faşizmle mücadelesi kuşkusuz eşitsiz olmakla birlikte belli programatik ve stratejik yönelimler içermektedir. Fakat biz burada faşizme karşı mücadelede politik öncü güçlerin, faşizmin saldırı hedefindeki toplumun bütün alt sınıflarının faşizmle mücadelesinin hangi hedef ve amaca yöneltebilecekleri ve yöneltmeleri gerektiğiyle, bir bütün olarak faşizme karşı mücadele stratejisiyle ilgiliyiz. Bu açıdan emekçi sol hareketin faşizme karşı mücadelenin en kararlı kesimlerinin önemli bir bölümünü kapsayan birleşik mücadele güçleri hamlesinde somutlaşan stratejik yönelim yakınlaşması gerçekliğinin öneminin altını çizmek istiyoruz. 

Faşizme karşı mücadele stratejisinin sorunlarını incelerken, bu stratejinin siyasi öznelerinin zayıf ya da zaaflı yanlarının da dikkate alınması, hesaba katılması gerekir. Söz gelimi, toplamda emekçi sol hareketin günlük sorun, talep ve mücadeleleri programatik amaçlarına bağlamakta ve devrimci stratejiye yöneltmekteki zayıflığı, keza parti, örgüt ve çevrelerin kendilerine dönüklüğü (hatta bazıları kendilerini amaçlaştırır bir durumdadır) bir nevi günlük koşuşturmalar içerisinde kaybolmayı getiriyor. Bir nevi programsız, stratejisiz devrimcilik üretme çabasından söz etmek yanlış olmaz. Toplumsal ve siyasal alt-üst oluşun temel sorunlarına çok fazla kafa yorulmuyor, gündemleştirilmiyor.

“Bugün” faşist rejimin ve işbirlikçi tekelci burjuvazinin sınıfsal egemenliğinin yıkılması, işçi sınıfı ve ezilenlerin, halklarımızın iktidarı alması, halkçı demokratik bir iktidarın kurulması devrimci görevleri, işçi sınıfı ve ezilenlerin, halklarımızın önüne koyulmalı mıdır?

Faşizmin yıkılması ve onun yerini neyin alacağı, faşist şeflik rejimine karşı mücadele stratejisinin birinci temel sorunudur. Faşizme karşı mücadele hangi amaçla yürütülecektir?

Emekçi sol hareketin temel bir zaafı geniş bir kesiminin iktidar hedefini pek az düşünmesi, iktidar mücadelesi yürütme gerçekliğinin küllenmiş, kronik muhalefet halini sürdürmenin siyasi varlık bakımından yeterli olabileceğinin başat zımni kabulü halidir. Burada bir özgüven ve siyasi iddia kaybı da söz konusudur. En önemlisi iktidar perspektifi silikleşmiştir. Oysa HDK’nin kuruluşunda (keza buna halkçı demokratik cephe partisi HDP’nin varoluşu da eklenmelidir) somutlaşan cepheleşme yönelimi, emekçi sol hareketin ‘75-80 döneminde yaşadığı cepheleşme yeteneği kaybının, bu zaaflı yanın aşılması çaba ve yöneliminde önemli bir dönemeçtir; fakat iktidar yönelimi ve perspektifinin ona paralel gelişemediği gerçekliğini de gözden kaçırmamak gerekiyor. 2016 baharında Halkların Birleşik Devrim Hareketi’nin ilanı ve kuruluşu cepheleşme yöneliminin derinleşmesinde yeni ve çok önemli bir eşiktir. Bugün cepheleşme yönünde elde edilen küçümsenemez gelişmelerin daha ileriye götürülmesi sorunu ve sorumluluğu aynı zamanda antifaşist öncü yapılarda ve saflarda iktidar bilincinin, iddia, perspektif ve yöneliminin geliştirilmesini koşullamaktan da öte emrediyor.

“Faşizmi yıkacağız, politik özgürlüğü kazanacağız” hamlesi diğer şeylerin yansıra faşizme karşı mücadele stratejisi sorununu faşizme karşı mücadele eden toplumsal kesimlerin olduğu gibi faşizme karşı mücadele eden öncü güçlerin dikkat merkezine taşıması nedeniyle de çok önemlidir. Bu atağın yol açtığı birleşik mücadele güçleri yapılanması kayda değer yeni bir adım olmuştur. Fakat, faşizme karşı mücadele stratejisinin emekçi sol basında enerjik tartışmaların konusu olmaması da bir gerçektir! Bu gerçek hamlenin vurgulanan önemini geçersiz kılmıyor, yalnızca emekçi sol harekette geride kalan birkaç on yıllık dönemde baskın olan entelektüel çoraklığı ve yukarıda değindiğimiz başkaca zayıflıkları yansıtıyor.

Faşizmin “yenilmesi”nin farklı anlamları ve politik hegemonya sorunu

“Faşizmi yenilgiye uğratmak” onunla çelişkisi olan, şu veya bu düzeyde faşizmle mücadele potansiyeli taşıyan toplumsal sınıf ve kesimler keza parti, örgüt, çevre vb. siyasi örgütlenmeler için de aynı anlama gelmez, gelmiyor. Politik mücadele tarihinin doğruladığı gibi, nesnel ekonomik ve toplumsal durumlarının koşullandırması nedeniyle faşizm ile çelişkilerinin mahiyeti, kapsam ve niteliği farklı, amaç ve yönelimleri değişik toplumsal sınıf ve kesimlerin çıkarlarına; keza politik yapıların da sınıfsal ve programatik yönelimlerine göre değişiyor. Bu gerçekler bize faşizme karşı farklı program ve stratejilerin kaçınılamaz olduğunu dikte ediyor. Bütün bunlar, faşizmle çelişkisi olan, bir şekilde faşizmle “mücadele” eden güçlerin genel tablosunun kapsamlı bir politik hegemonya sorunu içerdiğini de çarpıcı tarzda gösteriyor. Sınıfsal-siyasal gerçekler, “politik hegemonya mücadelesi” sorununu, faşizme karşı bir birinden farklı programatik, stratejik iki temel sınıfsal yönelim eksenine oturtmaktadır. Politik hegemonya mücadelesinin sınıfsal eksen ve düzleminin doğru kavranması ve tanımlanması faşizme karşı mücadele stratejisinin en tayin edici sorunlarından birisidir.

Faşizmin “yenilgisi sorunu” sınıflar bakımdan ele alındığında işçi sınıfı ve emekçilerin, ezilenlerin, toplumun alt sınıf ve kesimlerinin faşizme karşı mücadeleleri, “daha derine”, faşizmin neştettiği zemine (faşizmin kaynağına) bizzat burjuva devlete ve onun üzerine yükseldiği burjuva ekonomik toplumsal düzene, kapitalizmin kendisine yönelir, yönelme eğilimindedir; bu eğilimin merkezinde işçi sınıfı durmaktadır; şu ya da bu durumda sınıf bilinci, özel olarak antifaşist bilinç ve mücadele düzeyi ne olursa olsun, toplumun alt sınıf ve kesimlerinin nesnel ekonomik ve toplumsal çıkarları bu temel eğilimi koşullandırır, besler. Faşist diktatörlük devrimci tarzda “yıkılmalıdır”, dahası “yıkılması” gereken ve hedeflenen yalnızca faşist şeflik rejimi değil, aynı zamanda burjuva devletin ta kendisidir.

Oysa burjuvazinin faşist olmayan kesimleri ve faşizmle çelişkisi olan burjuva partiler, hatta faşizmle çelişkilerinin keskinleştiği koşullarda bile burjuva devletin bekasını ve kapitalist düzenin istikrarını gözleri gibi korumak isterler. Onlar için faşizmin “yıkılması” diye bir sorun da yoktur. Bu politik eğilim de söz konusu burjuva kesimlerin nesnel ekonomik toplumsal durumları ve çıkarlarıyla bağlıdır.

Yukarıdaki temel verilerden; faşizme karşı mücadelede ilki, alt sınıfların çıkarlarını yansıtan devrimci strateji; ikincisi de faşizmle uzlaşmaya dayana burjuva reformist strateji olmak üzere iki temel politik eğilim, iki temel stratejik yönelimin var olduğu sonucu çıkmaktadır. Bu iki stratejik yönelimin dışında, bu stratejilerden birine ya da diğerine daha yakın-uzak toplumsal eğilimler, siyasi yönelim ve çabalar çıkabilir, çıkmaktadır da. Fakat bunlar son tahlilde ya birinciye ya da ikinciye hizmet ederler, birine ya da diğerine bağlanırlar. Hali hazırda emekçi sol içerisinde birinci ve ikinci stratejiye yakın reformist eğilimler mevcuttur.

Faşizme karşı mücadele, ezenler ile ezilenler arasındaki siyasal sınıf mücadelesinin odağında durduğu sürece birisi faşizmin yıkılması ve bütün kökleriyle halkçı devrimci tarzda tasfiyesini temel alan emekçi, halkçı devrimci; diğeri, faşizmle uzlaşmayı, burjuva devletin ve kapitalist düzenin, var olan egemenlik ilişkilerinin devamını temel alan burjuva reformist parlamenterist stratejiler arasında sürekli bir mücadele olacak, her iki taraf da faşizme karşı mücadelede kitleleri kendi yanına çekmek, “politik hegemonya” için kıran kırana ve kesintisiz mücadele edeceklerdir. Faşizme karşı mücadelede kitleleri devrime yöneltmenin, faşizmle uzlaşma çizgisi izleyen burjuva (ya da küçük burjuva) politik parti ve odaklarla gün be gün mücadele etmekten, onları kitleler nezdinde teşhir ve tecrit etmekten başka bir yol yoktur; devrimci hazırlık ve devrimin zaferine giden yolun taşları ancak uzlaştırıcı güçlerin etkisizleştirilmesiyle döşenebilir. Bu alt sınıflarının faşizme karşı mücadelede devrimci program ve stratejiye yöneltilmelerinin temel koşuludur. Bu aynı zamanda faşizme karşı mücadelede politik hegemonya sorununun ekseni ve esasıdır!

Faşizme karşı mücadelede politik hegemonya sorununu, devrimci program ve stratejide, faşizme karşı mücadelede buluşması mukadder politik öncülerin ilişkilerinde görmek ya da sanmak politik körlüğe denk düşen stratejik bir yanılgı olur. Ayrı ayrı parti ve örgütler olarak var oldukları sürece antifaşist mücadelede yer alan siyasi parti ve örgütler arasında rekabet ve mücadele olacaktır, bu hegemonya mücadelesinin “bir yansıması” ve “bir düzeyi” gibi kabul edilse bile, faşizme karşı mücadelede politik hegemonya sorunu ve mücadelesinin esasını burada görmek açıkça vahim bir yön kaybı olur. “Hegemonya” sorunu toplumsal sınıflar arasındaki genel sosyal, kültürel, ahlaki ve ideolojik ilişkiler alanı bağlamında, gerçek düzleminde ele alınmalı ve kavranmalı, öncü politik güçler bağlamına taşınırken yön kaybına düşülmemelidir. Özetle, öncü güçler bağlamında politik hegemonya mücadelesi “faşizmle uzlaşma çizgisi izleyen” parti ve örgüler ile “faşizmi yıkma, temelleriyle birlikte tasfiye etme” çizgisi izleyen parti ve örgütler arasında cereyan eder.

Uzlaştırma çizgisini etkisizleştirmek için sistematik ve kesintisiz mücadele

Bizde faşist şeflik rejiminin kuruluş sürecinin bütün kritik anlarında onu destekleyen, burjuva cumhuriyetin ve burjuva devletin kurucu partisi olmakla övünen, diğer yandan halkı da yedeklemek, arkasına takmak isteyen CHP, yukarıda işaret edilen türden burjuva bir siyasi vakıadır. İşçilere, kadınlara, gençlere halk kitlelerine “Aman sokağa çıkmayın kaos olur, provokasyon olur” der, kitleleri yatıştırmaya, faşist şeflik rejimine karşı mücadeleden vazgeçirmeye çalışır, seçimleri beklemeye, seçimler ve parlamento oyununu seyretmekle yetinmeye çağırır, gençliğe “Uslu durun” der, rahatlıkla grev kırıcılığı yapar, modern Türk sömürgeciliğinin kurucu partisidir, Türkiye’nin NATO üyeliğine, emperyalistlerle ilişkilerine toz kondurmaz, Türk ulusuyla Kürt ulusunun eşitliğini (eşitleşmesini, eşit haklarını) kabul etmediği ve etmeyeceği için vb. ne burjuva demokrat ne de sosyal demokrat olabilir! Faşizmle, faşist şeflik rejimiyle çelişkileri vardır, ama her şart altında, istisna tanımaz bir şekilde burjuva devlet düzenini ve kapitalist düzeni gözü gibi korur, icabında burjuva devlete yönelen elleri kırmaya da faşist partiler kadar teşnedir. Kritik bütün anlarda faşizmle iş birliği yapan ve genel olarak faşizmle uzlaşma çizgisi izleyen CHP genel antifaşist mücadele ve güçler üzerinde hegemonya kurma, kendisine yedekleme yönelimi içerisindedir. Diğer şeyler bir yana kimi sosyalist partilerin CHP yönelimi düşünülünce burada çok da başarısız olmadığını kaydetmek gerekiyor.

CHP belki daha açık bir gerçekliktir, diğer yandan günümüzde kimi sosyalist partiler faşist şeflik rejiminin kurulduğunu ama henüz “kurumlaşmadığını”, CHP ile sandıkta ittifak yaparak pekâlâ, faşizmin kurumlaşmasının önlenebileceğini, böylece de faşizm belasından kurtulunacağı oportünist anlayışını yaymaktadırlar. Devrimcileri politik sekterizmle, tarihsel deneyimlerden öğrenmemekle suçlayan bu partiler çok bilinen bir ezberi yineliyorlar, “eğer Almanya’da SPD ile KDP filan seçimlerde ittifak yapsa Hitler faşizmi önlenebilirdi, o halde CHP ile ittifak yapıp faşizmin kurumlaşmasını ‘önleyebiliriz” görüşünü propaganda ederek CHP hakkında hayaller yayıyorlar. Tabi faşizmin kurumlaşmadığını düşünmek başlı başına derin bir politik yanılgıdır, fakat dahası, CHP ne o zamanın SPD’si gibi bir işçi partisidir ve ne Marksist bir gelenekten gelmektedir. CHP zaman zaman sosyal demokrat olduğunu söyleyip iddia etse de onun 1920’ler hatta 1930’ların sosyal demokrat partilerine benzediğine tanıklık edecek bir tek aklı başında Marksist bulamazsınız. Komünist ve işçi hareketinin tarihini bilen bu çevrelerin Türkiye’nin burjuva solunu sosyal demokrat kabul etmeleri tuhaflıktan da öte bir garabettir. CHP, o zamanın sosyal demokrat partilerini, sosyal demokrat yapan hiçbir temel niteliğe sahip değildir. CHP’nin içerisinde sosyal demokratlar, bir sosyal demokrat eğilim-kanat vardır, ama güçsüzdür ve CHP’nin politik çizgisini belirlemekten çok uzaktır; böyle bir iddiaları ve güçleri de yoktur. Kaldı ki, günümüzde Almanya başta gelmek üzere “sosyal demokrat partiler” emperyalist burjuvazinin güvenilir hükümet partileridir.

Şu soru açıkça sorulmalıdır: sokağa çıkmaktan nefret ettiğine göre CHP ile yapılacak sandık (her halde bu CHP etrafında olur!) ittifakının hedefi ve amacı ne olacaktır?

En fazlasından “güçlendirilmiş parlamenter sistem” programı olacağını söylemek, herhalde gerçeklere aykırı ve yanlış olmaz! Yani “millet ittifakı” cephesinin programı! Bu, HDK ve HDP’yi var eden stratejik yönelimden, üçüncü cephe siyasetinden vazgeçmek, burjuva muhalefetin politik hegemonyasına girmek, “millet ittifakına” yedeklenmek değil de nedir!

CHP ile seçim ittifakı ve güçlendirilmiş parlamenter sisteme -restorasyon programını yeterli bulan sosyalistlerin faşizme karşı mücadeledeki duruşlarının devrimci olduğu iddia edilebilir mi?

Demek ki, emekçi sol saflardaki kimi reformist yönelimler, faşizme karşı mücadelede emekçi sol için mukadder devrimci strateji ve yönelim ile burjuva muhalefetin faşizmle uzlaşma çizgisi arasında stratejik bir köprü, bugün burjuva muhalefetin lehine bir köprü olmaya çalışmaktadır! Emekçi sol güçlerin faşizme karşı mücadelede burjuva reformist faşizmle uzlaşma stratejisinin etkisinden çıkartılması, devrimci stratejiye, devrimci cepheye yönlendirilmeleri de bir strateji sorunu olmaktadır!

Burada faşizme karşı mücadele stratejisinin bir başka temel unsurunun da derinden işlediği görülüyor. “Faşizm nasıl yıkılacaktır?”, kimi muhataplarımız bakımından soruyu şöyle formüle etmek her halde daha uygun olur, “faşizm kötülüğünden”, “faşizm belasından” nasıl kurtulunacaktır? Faşizme karşı mücadele nasıl bir gelişim seyri izleyecek ve sonuca nasıl gidecektir? Faşizmden “kurtulmak” isteyen, ama faşizmi “yıkmayı” aklından geçirmeyen sosyalistlerin faşizme karşı mücadeleyi genel olarak parlamentarizm ve yasallık çerçevesinde düşündüklerini ileri sürmek yanlış olmaz. CHP ile ittifak kıblesinin bir başka kaynağı da parlamentarizm ve yasallığa hapsolma gerçekliğidir. Küçük burjuva reformist siyasetin program, strateji, mücadele tarzı vb. değişik unsurlarıyla kendi çapında oportünist politik bütünlüğü, sistematiği vardır. Tam da burada burjuvaziye duyulan güven, diğer yandan işçi sınıf ve emekçilere, halklarımıza karşı güvensizlik küçük burjuva reformist siyasetin özü, özeti olarak çarpıcı tarzda açığa çıkar.

Geçerken bir gerçekliğe ayrıca değinme ihtiyacı var, bir kısım liberal çevrelerin dillerinden düşürmedikleri ve emekçi sol saflarda yaydıkları gibi faşizm “kötülük” ya da “bela” değil, egemen işbirlikçi tekelci burjuvazinin sınıf siyasetidir, sömürgeci Türk burjuvazisinin sınıf egemenliği, kapitalist düzen ve burjuva devletin bekası için sınıfsal bir program, strateji ve ideolojidir; işbirlikçi tekelci burjuvazinin sınıf egemenliğinin bir biçimi olarak faşist şeflik rejimi Kürt halkına, Alevilere, Hristiyan halklara, özgürlük talep eden (parti, sendika, dernek ya da meslek birlikleri) bütün örgütlü güçlere, işçi sınıfına, kadınlara, gençliğe, LGBTİ+’lara, laik yurttaşlara, emekçi köylülüğe bölge halkalarına karşı ırkçı, şoven, gerici, sömürgeci militarist küstahlık ve yok edeci bir savaştır, faşizm burjuvazinin alt sınıflara ve toplumun haklarından yoksun ezilen kesimlerine karşı kanlı bir sınıf mücadelesidir. Faşizmi “kötülük” ilan eden, “kötülük” olarak sunan liberaller faşist program ve ideolojinin sınıfsal içerik ve anlamını boşaltmakta, işçi sınıfı ve emekçilerin, faşizme karşı mücadele bilincini bulandırmaktadırlar. “İyilik”, “kötülük” gibi ebedi kategorilere baş vurarak 20. ve 21.yüzyılın kanlı siyasal sınıfsal gerçekleri, burjuvazinin affedilmez sınıfsal suçları açıklanamaz, olsa olsa karartılabilir ancak!

Program ve iktidar hedefi, stratejik kılavuzlar

Faşizme karşı mücadelenin programı ve iktidar hedefi, faşizme karşı mücadele stratejisinin klavuzlarıdır. Tarihsel deneyimler açısından, antifaşist mücadelenin kapsam ve içeriğinin burjuva demokratik çerçeveye daraltılması komünist ya da sosyalist partiler bakımından yapılan en vahim “hata” olmuştur. “Hata” sözcüğünü tırnak içerisine alıyoruz, bu hatadan öte bir şeydir, bir kendini yadsıma, varoluşsal nedenini inkâr halidir. Günümüzde kendini sosyalist tanımlayan kimi partilerin durumu budur, parlamentarizm ve seçimlerin esas mücadele aracı olduğu, kendilerinin de içerisinde Allah kısmet ederse sol kanat olarak yer alacakları bir burjuva demokrasisi program ve stratejisi tasavvur etmektedirler. Bu “bizim gerçekliğimiz” içerisinde ham bir hayaldir!

Faşizme karşı mücadelenin gelişim seyri ve faşizmin yenilgisinin hazırlık ve özellikle de zafere yürüyüş sürecinde proletaryanın öncü politik örgütlenmelerinin, proletarya ve nüfusun diğer çalışan kesimleriyle, yarı-proleter ve emekçi kesimleriyle birleşerek iktidarı almak yerine burjuvazinin faşist olmayan kesimleriyle uzlaşarak burjuva demokrasisini kurmaya yönelmeleri 40’lı yıllarda Avrupa’da antifaşist direnişin başında yürüyen komünist partilerin en vahim “hata”sı olmuştur. Politik iktidarı alarak oradan toplumsal devrime yönelme stratejisi izlemeyen, burjuvazi ile uzlaşan, savaş sonrasında burjuva demokrasisinin sol kanadı olarak konumlanan bu partileri, deneyimli yaşlı Avrupa burjuvazisi kapitalist düzen içerisinde eritmekte, tasfiyeci dönüşüm tezgahlarından geçirmekte hiç de zorlanmamış, bazılarının işini tamamen tasfiye ederek bitirirken bazılarını da dönüştürüp ıslah etmiş, siyasi bakımdan kötürümleştirmiştir.

İşçi sınıfı, kır ve kent yoksulları, emekçi köylülük, gençlik, kadınlar, sömürge zulmü altındaki Kürt halkı, inkâr ve asimilasyon cenderesinden geçirilen ulusal topluluklar, inanç toplulukları, faşizmle uzlaşmaz karşıtlık içerisindeki bütün bu ezilen toplumsal kesimler faşizme karşı mücadeleyi kendi iktidarlarını kurma, burjuvaziden ve kapitalizmden kurtuluş için bir sıçrama tahtası yapabilirler ve yapmalıdırlar.

Marksist Leninist Komünistlerin devrim programı, Türkiye ve Kuzey Kürdistan bileşik devriminin karakteristik çizgilerini “antifaşist, antiemperyalist, antisömürgeci, cins özgürlükçü demokratik devrim”; devrimin “özünü” de “politik özgürlüğün kazanılması” şeklinde tanımlar. Türkiye ve Kuzey Kürdistan birleşik devrimi kesintisiz bir devrimdir, demokratik devrim bunun ilk adımıdır. Devrimci proletarya bu ilk adımda duraksamayacak, bu ilk adımla yetinmeyecek nüfuzun bütün emekçi, yarı-proleter kesimleriyle birleşerek kesintisiz tarzda kapitalizmi ve burjuvaziyi tasfiye etme, sosyalizmi inşa yoluna girecektir.

Antifaşist, antiemperyalist, antisömürgeci, cins özgürlükçü demokratik devrim, “İşbirlikçi tekelci burjuvazinin sömürgeci faşist diktatörlüğünü” devrimci şiddet kullanarak yıkacaktır. Zaten “politik alt-üst” anlamına gelen böyle bir yıkma eylemi olmaksızın politik devrimden söz edilemez. Bu program, “İşbirlikçi tekelci burjuvazinin” devrimin yıktığı “sömürgeci faşist diktatörlüğünün” “yerine ayrılma hakkının korunduğu, işçi­ emekçi meclislerine dayalı Türkiye ve Kuzey Kürdistan Halk Cumhuriyetleri Birliği kurulacağını”, keza “Türkiye ve Kürdistan Halk Cumhuriyetleri Birliği’nde kadınlar iktidarın eşit ve bağımsız ortağı olacağını” bildiriyor.

Faşist şeflik rejimi, faşist bir koalisyon hükümeti olmanın ötesinde bir devlet biçimidir, devletin yapılanışı (kurumların yetkileri, oluşum şekilleri vb. faşist şefin yetkilerinde somutlaştığı gibi, faşizm “siyasi tekelini” kurmuştur), devlet bürokrasisinin kadro yapısı ve ideolojik şekillenişi yapısallaşmıştır. Faşist şeflik rejimiyle uzlaşmayı değil hesaplaşmayı hedef alan antifaşist mücadele bizzat burjuva devlete yönelmek, hedeflemek zorundadır. Durum faşizme karşı mücadelede kararlı, tutarlı her toplumsal ya da siyasi yapıyı devrimci olmaya, devrimci bir stratejiye dayanmaya zorluyor. Kuşkusuz bu gerçekliğin gereğini yapmak yerine ona sırtını dönenler burjuva reformizminin dümen suyuna girmekten, burjuva muhalefete yedeklenmekten kurtulamazlar.

Demek ki, stratejik açıdan ele alındığında “faşizmi yıkacağız”, “kahrolsun faşizm”, “kahrolsun diktatör”, “kahrolsun faşist şeflik rejimi”, “kahrolsun faşist diktatörlük” gibi sloganlar; “yaşasın devrim”, “yaşasın birleşik devrimimiz”, “Yaşasın Türkiye ve Kuzey Kürdistan Halk Cumhuriyetleri Birliği”, “yaşasın demokratik cumhuriyet”, “yaşasın halklarımızın devrimci demokratik iktidarı”, “yaşasın halkçı demokratik iktidar” vb. sloganlarla bütünlük oluştururlar.

Devrimci iktidar, onun somut görüngüsü olan gücünün herhangi bir yasa ya da anayasadan değil, halklarımızın faşizmi yere seren devrimci başkaldırısından alan “geçici devrim hükümeti” halklarımızın politik özgürlüğünü sağlar ve güvenceye alırken, faşist ya da burjuva karşı-devrimci, sivil ya da askeri, paramiliter ya da emperyalistlerin işbirlikçilerine dayanarak veya askeri saldırı yoluyla devrimci iktidarı yıkma yönelimlerini, her çeşit karşı-devrimci girişimi duraksamaksızın, devrimci zor kullanarak ezip, tasfiye edecek, karşı devrimcilere, ırkçı-faşistlere, politik İslamcı faşistlere, emperyalist işbirlikçilerine asla politik özgürlük tanımamakla da kalmayacak, devrimin emekçi yumruğuyla ezecek, emperyalist müdahalelere devrimci savaşla, dünya proletaryası ve halklarının devrimi savunmak için ayağa kalkmasıyla yanıt verecektir.

Devrim ve devrimden doğan iktidar duraksamadan faşizmin ve kapitalizmin, özellikle son bir yıldır korona koşullarında katlanarak süren işçi sınıfı ve emekçilerin, halklarımızın yaşamında yarattığı yıkımı telafi etmek, politik özgürlüğün yanı sıra halklarımızın ve emekçilerin yaşamlarında acil değişiklikleri ve iyileşmeleri gerçekleştirmek için başta faşizmi aktif biçimde destekleyen sermaye şirketleri gelmek üzere bankaların, büyük dış ve iç dağıtım, sanayii ve madencilik tekellerinin kamulaştırılması gibi devrimci tedbirleri hemen ve derhal alarak ilerleyecek, antifaşist, antiemperyalist, antisömürgeci, cins özgürlükçü demokratik devrim programını duraksamadan tam bir kararlılıkla yürürlüğe koyacaktır.

Faşizme karşı mücadelenin gelişim seyri, zaferin yolu

Devrimci strateji, faşizmi yıkacak toplumsal güçleri tanımayı, onların en yakın bir gelecekte nasıl hareket edebileceklerini öngörmeyi de kapsar. Önce faşizmin hangi toplumsal güçler tarafından yıkılabileceğine bakalım.

Faşizm tarafından varlıkları tehdit edilen işçi sınıfı ve bütün diğer toplumsal sınıf ve katmanlar, Kürt ulusu, ulusal ve dinsel topluluklar, bütün ezilenler faşizmi yıkmak isteyeceklerdir, sınıfsal ve toplumsal çıkarları bunu koşullandırmaktadır. Bunun güçlü belirtileri mücadele sürecinde zaten açığa çıkmış bulunuyor. Örneğin antisömürgeci duruşu ve ulusal bilinci atılım halindeki Kürt halkı politik özgürlük isteğini ve faşizmin yıkılması eğilimini eylemleriyle ve büyük bedeller ödeyerek ortaya koymaktadır. Keza kadınlar kitlesel olarak erkek egemen faşizmin yenilmesi yönelimini kadın özgürlük mücadelesini geliştirerek, kazanılmış haklarını tasfiye etmek için saldırıya geçen faşizmi püskürterek gösteriyorlar. Emekçi köylülük havasını, suyunu doğayı savunma eylemlerinde faşist şeflik rejimine karşı bir siyasi tavır koyuyor, her adımda faşist şeflik rejiminin jandarmasına direniyor. Yüksek öğrenim gençliğinin hemen her çıkışı ya doğrudan özgürlükçü talepleri kapsıyor ya da polis terörü nedeniyle politize oluyor, antifaşist nitelik kazanıyor. Hatta ücret artışı talepleriyle kapitalist patronlara karşı girişilen işçi grevleri bile karşısında faşizmin yasaklarını ve polis, jandarma terörünü buluyor, bu nedenle de politik çarpışmalara dönüşüyor.

Faşist şeflik rejiminin “yıkılması” her şeyden önce politik devrimin iki belirleyici toplumsal gücünün hareket ve irade birliğine bağlıdır. Son dönemde sendikal örgütlenme, iş ve yaşam koşullarını iyileştirmek için sağdan soldan pıtrak gibi patlak veren direnişlere karşın işçi sınıfı politik bakımdan hareketsizdir. İşçi sınıfı son yıllarda yalnızca 1 Mayıslarda o da zayıf bir politik duyarlılık ve varlık ortaya koyabiliyor. Kısmen DİSK’in diğer meslek örgütleriyle birlikte demokratik girişimleri ya da Limter-İş gibi bağlı bazı sendikaların yer yer siyasi çıkışları oluyor. Fabrika ve işletmeler zemininde işçi sınıfının politikaya müdahalesi söz konusu değil, ama kuşkusuz örneğin Gezi-Haziran onur ve özgürlük ayaklanmasında genç işçiler, işsizler önemli bir ağırlık oluşturuyorlardı. Diğer yandan yukarıda işaret ettiğimiz gibi Kürt halkı faşizme karşı çok kararlı bir mücadele içerisinde ve bugün politik özgürlük mücadelesinin en önünde bayrağı taşımaktadır. Böyle güçlü ve güvenilir devrimci bir müttefiki varken geride kalan birkaç on yıllık dönemde şovenizm ve sosyal şovenizmle zehirlenmiş, neoliberal politikalarla atomize edilmiş Türkiye işçi sınıfının politik hareketsizliği, Türk burjuvazinin değişik partilerinin arkasından sürükleniyor olması, açığa çıkan tarihsel devrimci fırsatı riske etmektedir. Birleşik devrimin eşitsiz gelişmesi, devrimci önderliğin de devrimci strateji ve taktiğin de temel sorunu ve zorluğudur.

İşçi sınıfının siyasi bakımdan hareketsizliği gerçekliği en başta Marksist Leninist Komünistlere olmak üzere, hakeza kendisini işçi sınıfının temsilci, komünist, sosyalist, Marksist, Leninist, Maoist, devrimci vb. değerlendiren politik öncüler için çok açık ve sert bir devrimci eleştiridir. Yanı sıra bütün bu yapıların siyasal güç sınırlılığının en başta gelen nedenini de açıklayıcıdır, sınıfla ilişkilerinin zayıflığı, kendilerine dönüklükleri vb üzerinde ayrıca durulabilir, durulmalıdır da. Burada şunu vurgulamakla sınırlanalım, işçi sınıfı adına hareket etme iddiasındaki bütün politik öncü yapılar için işçi sınıfının politik bakımdan harekete geçirilmesi devrimci stratejinin en önemli ve en öncelikli sorunudur. Sadece bu kadar da değil, esasen ulusal demokratik hareket bakımından da “Batı’nın” yani en önce Türkiye işçi sınıfının politik bakımdan harekete geçirilmesi hayatidir. Devrimci gelişmenin eşitsizliği devrimci stratejinin belirleyici toplumsal kuvvetlerinin hareket ve irade birliğini önlemektedir. Bu veriler, Batı’da ulusal demokratik hareket ile emekçi sol hareketin cephesel birliğinin önceliğini ve keza ulusal demokratik hareketin ve emekçi sol hareketin etkisi altındaki toplumsal güçlerin birleşik hareketinin tayin edici önemini açıklıkla vurgular.

Faşizmi yıkacak mücadelenin gelişimin nasıl bir seyir izleyebilir? Örneğin bu bakımdan son 5-6 yıllık dönemin verileri, mücadele aynası neleri yansıtmaktadır?

İlk olarak, Kuzey Kürdistan kırında, genel olarak Kürdistan’da gerilla mücadelesi sürmektedir. HBDH bu mücadelenin bir bileşenidir. Kentlerde çok zayıflamış olmakla birlikte kent gerillası yer yer faşizmin güçlerine önemli saldırılar düzenleyebilmektedir.

İkinci olarak, kentlerdeki milis eylem ve etkinliklerinin son bir yıl içerisinde geniş alanda yaygınlığı, değişik biçimlerde gerçekleşme zenginliği vb. de dikkate değerdir. Kentlerdeki milis eylem ve etkinliklerinin hep göründüğünden daha yaygın ve çok sayıda gerçekleştiğini vurgulamak da yanlış olmaz.

Faşist rejime yönelik gerilla ve milis saldırıları, faşizme karşı devrimci savaşın iki temel görüngüsü ve bileşenidir. Başta kentlerde milisi örgütlenme ve faaliyetleri gelmek üzere her ikisinin de geliştirilmesi faşizme karşı devrimci mücadele stratejisinin ihtiyaç ve gerekleri içerisindedir.

Gerilla ve milis, devrimci savaş, birleşik antifaşist halk direnişinin geliştirilmesini desteklemekle, önünü açmakla yükümlüdür. Devrimci savaş, birleşik antifaşist halk direnişini faşist diktatörlüğün yıkılışı sonucuna götürecek belirleyici çarpışmalara hazırlığı ve geçişinde de çok önemli roller oynayacaktır. Diğer yandan kuşkusuz gerilla ve milis de antifaşist halk hareketinden beslenecektir.

Üçüncü olarak, bütün değişik biçimleriyle herhangi bir analitik sınıflandırmaya tabi tutmaksızın faşist şeflik rejimiyle karşı karşıya gelen dar ya da geniş kitlesel mücadele biçimlerini, eylem ve etkinlikleri sayabiliriz. Basın toplantıları, antifaşist gösteriler de izinli protesto ve mitingler, akademisyen ve aydınların devlete “sen katilsin” diyen bildirileri, emekçi köylülerin ekolojik mücadeleleri, öncü güçlerin eylem ve etkinlikleri vb. faşizme karşı “kitle mücadelesi”nin kapsamı içerisindedir. Burada kuşkusuz ki, karmaşık bir gerçeklik söz konusudur ve bu gelecekte de daima böyle olacaktır.

Genel olarak faşizme karşı tarihsel mücadele deneyimleri, alt sınıfların faşizme karşı mücadelede tarihinin tanıdığı bütün mücadele biçimlerini kullandıklarına tanıklık etmektedir. Yukarıdaki özette de görüldüğü gibi bu bizde de böyle olmaktadır. 20. yüzyıl, faşizme karşı mücadelede barışçı ya da devrimci şiddet içeren antifaşist milis ve gerilla eylem ve örgütlenmeleri, yasal veya yasa dışı, parlamenter ya da parlamento dışı bütün direniş ve mücadele biçimlerinin deneyimlendiğine ve faşizme karşı mücadelenin bütün biçimleri ve olanaklarıyla ilksel meşruiyetine tanıklık etmektedir. Kuşkusuz parlamentarist ve yasalcı, faşizmle uzlaşma çizgisi bırakınız faşizme karşı milis ve gerilla eylemlerini, kitlesel fiili meşru mücadelelere dahi karşı çıkacaktır, çıkmaktadır da.

Faşizme karşı kitle mücadelesi bağlamında birinci temel ayrım, “parlamentonun değil sokağın faşizmle mücadelenin temel alanı” olduğu gerçekliğidir. Evet çok sınırlı bir imkânı ifade ettiği durumlarda bile parlamentodan, faşist şeflik rejimini, sömürgeciliği, erkek egemenliğini, emperyalizmi, kapitalist düzeni teşhir etmek, kitlelerin mücadelesini desteklemek için yararlanılabilir ve yararlanılmalıdır da. Fakat ne seçimler ve ne de parlamento siyasal sınıf mücadelesinin asıl alanıdır. İşçi sınıfı ve emekçiler, Kürt halkı ve diğer ezilenler bakımından parlamento ancak ikincil önemde bir sınıf mücadelesi alanıdır, ancak bu alan sokağa, yani parlamento dışında kitlelerin mücadelesinin, grev ve direnişlerin, genel grev ve genel halk direnişlerinin, miting ve protestoların, halk başkaldırılarının bütün ezilen sınıf ve tabakaların ve öncülerinin fiili meşru mücadelelerini desteklediği, onların sesinin duyurulduğu bir kürsü olabildiği ölçüde olumlu bir rol oynayabilir.

İkinci olarak “kitle mücadeleleri” farklı nitelikler göstermektedir. İşçilerin iş ve yaşam koşullarını iyileştirmek, sendikalaşmak vb. için giriştikleri mücadeleler yasal, yasalarda tanımlanmış haklar ve prosedürler tarzında olabileceği gibi “fiili meşru” mücadeleler tarzında da olabilir. “Fiili meşru” neyi anlatmaktadır ve neleri kapsamaktadır? Örneğin 12 Eylül askeri faşist diktatörlüğünün yarı-askeri faşist MGK diktatörlüğüne geçtiği koşullarda üniversitelerde öğrenci gençlik dernekleri herhangi bir yasaya dayanmıyordu, yüksek öğrenim gençliği ve genellikle akademi ve toplum nezdinde meşruydu, yani kabul ediliyordu. Fakat burjuva hükümetler ve devlet (polis, jandarma, mahkemeler, valiler, kaymakamlar, savcılar özetle bürokrasi) nezdinde asla meşru değillerdi, çünkü yasadan güç ve meşruiyet almıyorlardı, yasadışı ve gayrı meşruydular!.. İşçi sınıfının 1989 bahar eylemleri de yasal değil fiili meşru mücadelelerdir. Eylemler meşruiyetini yasalardan değil işçi sınıfı ve halk nezdindeki haklılığından, kabul edilebilirliğinden alıyordu. Emekçi memurların dernek ve sendika örgütlenmeleri de fiili meşru mücadelenin 90’lardaki çarpıcı örnekleri arasındadır. Feminist kadın yürüyüşleri de sayılabilecek örnekler arasındadır. Kuzey Kürdistan’da 90’ların başında yükselen serhildanlar yasal eylemler değildir elbette, ama tamamen haklı ve meşru eylemler, halkın kitlesel başkaldırılarıdır, fiili meşru mücadelelerdir. 1995 Gazi başkaldırısı da fiili meşru mücadelenin örneğidir keza, onlarca kente yayılan ve günlerce süren 2013 Gezi-Haziran başkaldırısı da fiili meşru mücadelenin güçlü başka örnekleridir. Keza 2014 Kobanê serhildanı ve 2015 özyönetim direnişleri de çarpıcı fiili meşru mücadele örnekleridir. 2016 Ocak’ında bin 200 akademisyenin devlete “Katilsin” diyen bildirileri de fiili meşru mücadelenin başka bir örneğidir. DTK, HDK gibi örgütlenmeler de fiili meşru yapılanmalardır.

Fiili meşru mücadele örneklerinde özsel olan en çarpıcı gerçeklik, ilkin kitle inisiyatifi olmaları, ikinci olarak işçiler, gençler, memurlar, kadınlar, Alevi halkı ya da Kürt halkı, veya Gezi-Haziran onur ve özgürlük başkaldırısında olduğu gibi 80 ilde “Yeter artık” diyerek ayağa kalkan değişik sınıf ve toplumsal kesimlerden, değişik inançlardan, cinslerden, sınıflardan yüzbinler ve milyonların politik özgürlüğü fiilen kullanmaları gerçekliğidir; propaganda-ajitasyon, örgütlenme ve eylem özgürlüğü fiilen gerçekleştirilmektedir, her hangi bir yasanın ya da yasal prosedürün uygulanması, herhangi bir yasal sınırlama söz konusu değildir. Eylemler meşruiyetini yasallardan almaz!

Faşizme karşı mücadele stratejisinin belirleyici tarzı kuşkusuz birleşik antifaşist halk hareketinin gelişimi ve faşizmi yere serecek bir silahlı halk ayaklanması düzeyine sıçratılması olabilir. Birleşik antifaşist halk direniş çok değişik biçimlerden, çarpışmalarda geçerek o düzeye ulaştırılabilir. Birleşik antifaşist halk direnişi faşizmin izniyle değil, faşizme karşı ve faşizme rağmen gelişebilir, böyle olduğu içindir ki, “fiili meşru mücadele” onun tarzıdır. Faşizme karşı mücadele edenlerin bu bilinçle donatılmaları, hakeza birleşik antifaşist halk direnişinin öncüsü, örgütleyici kadroların bilinç açıklığı ve kavrayışı önemlidir. Varoşlardan kentlerin ana arterlerini kesmek ya da kentin Agorası’nı tutmak ya da antifaşist hücum için düşünülebilecek envai çeşit biçimlerin devrimci eylemin gündemi olabilmesi için devrimci aklın gözlerinin de ufkunun da açık olması gerekir. Faşizmi yıkmayı, işçi sınıfı ve emekçilerin, halklarımızın devrimci iktidarını hedefleyen devrimci stratejide “fiili meşru mücadele tarzı” belirleyici bir rol oynayacağına göre, fabrika ve işletmelerde, devlet daireleri ve belediyelerde, apartmanlarda, sokaklarda ve mahallelerde, okullar ve üniversitelerde-kampüslerde, kadınlar, gençler ve esnaflar arasında, yani fiili meşru mücadelenin bütün “başlangıç” noktalarında, alanda öne çıkan antifaşistlerle öncü politik güçlerin alandaki kadrolarını bir araya getiren fiili meşru mücadele örgütlerinin en yaygın şekilde kurulması, özellikle de birleşik mücadele güçlerinin harekete geçtiği bu dönemde faşizme karşı mücadelenin atılımı için çok anlamlı bir hazırlık hamlesidir.

Başka bir ayrım daha yapılabilir. Faşizme karşı mücadele açık dolaysız siyasi mücadeledir ve kuşkusuz belli bir siyasi bilinci gerektirir. Faşizme karşı mücadelenin veya daha daraltarak faşizme karşı mücadelenin kitleselliğinin büyütülmesi kapsamındaki görevler ile işçi sınıfının, emekçi memurların yaşam koşullarını iyileştirme vb. ekonomik-sendikal mücadeleler arasındaki bağ nasıl kavranmalıdır?

Ekonomik, sendikal mücadeleler, iş ve yaşam koşullarını iyileştirme, ücret artışları ve sosyal haklar vb. kapitalist sömürüyü geriletmek için mücadeleler, sendikal talepler, sendikal bilinç ve örgütlenme kapsamında kaldığı durumda bile siyasi mücadelenin tabanını genişletici bir rol oynarlar. Ayrıca kuşkusuz ekonomik sendikal mücadeleler, her grev ya da direniş siyasal bilinç nüveleri de içerir. Bu mücadelelerde pek çok örnekte polis ya da jandarmayla, kimi durumda grev yasağı alan hükümetlerle eylemciler karşı karşıya gelmekte, bu durumlarda “ekonomik sendikal mücadeleler” kendi taleplerini korurken siyasi eylem, siyasi çarpışma niteliği kazanmaktadır. Ekonomik sendikal sorun ve taleplerle, kısmi ya da kesimsel taleplerle mücadeleler asla önemsiz ve ihmal edilebilir, ötelenebilir değildir. Fakat işçi sınıfının politik eyleminin buradan ve bu zemine dayanarak gelişebileceğini, sendikal çalışmalar ve ekonomik sendikal mücadelelerle işçi sınıfı içerisinde faşizme karşı güç toplanacağını, bu yoldan işçi sınıfının politik eyleminin atılımının hazırlayacağını zannedenler, planlayanlar fena halde yanılmaktadırlar. Sadece Marksizm- Leninizm değil dünya işçi sınıfının mücadele deneyimleri da başka bir şey söylemektedir. Hemen belirtelim işçilerin, sendikal mücadele yürütmek için devrimcilere ihtiyacı yoktur, bunu zaten yapıyorlar.

İşçi sınıfının politik eyleminin atılımı konusu, bütün biçimleriyle kitle ajitasyonunun “ülke çapında” örgütlenmesi, sistematik tarzda yürütülebilmesi, sıcağı sıcağına faşizmin ve kapitalizmin, sömürgeciliğin, erkek egemenliğinin vb. teşhirini, güçlü, sarsıcı siyasi kampanyalar tarzında örgütlenmesini, yürütülebilmesini kapsar. Yalnızca kitlelerin ileri kesimlerini harekete geçiren değil, kitlelerin geri kesimlerini sarsıp uyandıran da kitle ajitasyonudur. Bunu ancak öncü politik partiler yapabilir; bunu ancak bugün faşizme karşı cephesel tarzda birleşik mücadele yürüten güçler daha yaygın, etkili, sarsıcı ve sonuç alıcı tarzda yapabilirler. Sendikalizm bunun yerini asla alamaz. Fiili meşru mücadelenin itici gücü, kitlelerin ileri kesimlerini hareket geçirecek, en geniş kesimlerini uyandıracak olan sarsıcı tarzda örgütlenmiş kitle ajitasyonu kampanyalarıdır. Faşizme karşı mücadelenin öncüsü işçi sınıfını, kendi rolünü anlamaya yöneltecek, keza hali hazırda faşizme karşı mücadele stratejisinin zayıflığını ve zaafını aşacak devrimci çalışma tam da budur.


Toprak Akarsu – Marksist Teori – Sayı 47 – Mart-Nisan 2021

Tags:


About the Author



Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Back to Top ↑