Seçtiklerimiz

Published on Haziran 12th, 2020

0

Fetih mi işgal mi? – Tamer Çilingir


“Fetih” kutlamalarının en önemli etkilerinden biri, tarihin çarpıtılıp hamaset yapılarak, işgalleri meşrulaştırmasının yanı sıra böylesi bir toplumsal yozlaşmaya hizmet etmesidir.

İstanbul’un 2. Mehmet tarafından işgali her yıl olduğu gibi bu yıl da 29 Mayıs’ta “Fetih” törenleriyle kutlandı. Bu kutlamalar sonrasında İstanbul Ayasofya Müzesi’nde (Kilisesi) “fetih suresi”nin okunması, her yıl olduğu gibi bu yıl da Ayasofya’nın cami olarak ibadete açılması tartışmalarını gündeme getirdi. Cumhurbaşkanı Erdoğan da tartışmalara “Halk ne ister o olur” diyerek destek verdi.

1500 yıl önce kilise olarak inşa edilmiş tarihi bir binayı cami olarak ibadete açmanın önyargısız her insan tarafından saygısızlık olarak değerlendirileceği açıkken, bu konudaki ısrarın dayanak noktası ise “fetihin” sembolü olması nedeniyle ‘kılıç hakkı’ olarak açıklanıyor.

Türk Dil Kurumu sözlüğüne göre “fetih”, “bir şehir veya ülkeyi savaşarak alma” anlamına geliyor.

İnsan hak ve özgürlüklerinin gündemde olmadığı Ortaçağ’da krallıklar ve imparatorlukların şehirleri veya ülkeleri şiddet yoluyla ele geçirmeleri, yağmalamaları bir üstünlük, güç ve kabul edilebilir iyi bir eylem olarak değerlendiriliyordu. 

18. yüzyılın sonlarında gerçekleşen Fransız ihtilalinin ardından ortaya çıkan İnsan Hakları Beyannamesi, 19. yüzyılda yaşanan Amerikan iç savaşı sonrası köleliğin kaldırılması yine 19. yüzyılda yükselen sınıf mücadelelerinin sonuçları toplumların bilincinde önemli değişiklikler oluşturdu.

Bu tarihlerden sonra da şehirler ve ülkeler şiddet yoluyla ele geçirilmeye, yağmalanmaya devam etti ancak artık bu, kabul edilebilir, doğru bulunan bir eylem değildi. Bunun adı artık işgaldi.

Aradan geçen 500 yıl boyunca Osmanlı bile bu “fetih”i kutlama, bayram günü ilan etmedi. Ele geçirilen topraklarda hüküm sürmenin gereklerinden biri de buydu. Tek Müslüman’ın yaşamadığı bir şehir ele geçirilebilir ama idare edilemezdi. 

İLK KUTLAMALAR
Ve 500 yıl sonra Osmanlı’nın ardından kurulan Türkiye Cumhuriyeti devletinde 1950’de yıllarca Doğu Roma ve Osmanlı’ya başkentlik yapmış olan İstanbul’un ilk “fetih” kutlaması gerçekleşir.

“Fetih kutlamaları” ilk 1950 yılında iktidarı devralan Demokrat Parti ile başlar. 1960 yılında darbecilerce kutlamalara izin verilmez. Sonraki yıllarda ise daha çok İslamcı ve muhafazakâr çevrelerce programlar yapılır. 1994 seçimlerinden sonra ise İstanbul Belediyesi  “Fetih kutlamalarını” düzenli her yıl organize eder. 

“Yedi düvele karşı antiemperyalist kurtuluş savaşı verdik” yalanı ile yüz yıl önceki tarihsel gerçeklikler nasıl çarpıtılmışsa, İstanbul’un  “fethi” de Türkiye Cumhuriyeti devletinin resmi tarih argümanlarından biridir artık.

ZERZEVATÇI TÜRKÇE BAĞIR
İstanbul o 500 yıl önce “fethedilen” Konstantinopolis değildir artık. Zaman içerisinde peyderpey Müslümanlaştırılmış, cumhuriyet ile birlikte ise neredeyse tamamen Türkleştirilmiştir. Buna rağmen cumhuriyetin kurucuları özel önlemler almak zorunda kalır. Cumhuriyet gazetesinin 19 Mayıs 1929 tarihli sayısının ikinci sayfasında şöyle bir haber yer alır:

“Türkçe konuş kampanyası ‘Türkçe bağıra’ dönüştü. İstanbul Belediyesi, yaşadığı mahallelerde kendi anadiliyle bağırarak satış yapanlar hakkında zabıtaya gönderdiği tebligatta, Türkçe yerine Rumca bağırmanın şiddetle yasaklanmasını istedi.”

Aradan geçen 500 yıla rağmen bu şehirde seyyar olarak meyve sebze satan kişiler Rumca bağırarak para kazanmaya çalışıyordur. Demek ki onlardan mal alacak olan kişiler de bu dili anlıyordur. 

500 yıllık Osmanlı iktidarına ve cumhuriyetin soykırımcı politikalarına rağmen binlerce yıllık Rum/Helen kimliği yok olmamıştır.

Bütün bu soykırım, asimilasyon ve baskı politikalarına rağmen 1950’lerden itibaren “fetih” adı verilen kutlamalara ihtiyaç duyulur. Tarih, her ihtiyaç duyulduğunda olduğu gibi tekrar ve tekrar daha çok hamaset dili kullanılarak yeniden yazılır.‘Fethedilen’ koca Roma İmparatorluğu değil, Konstantinopolis şehri

Yeniden yazılan resmi tarihe göre İstanbul alınarak büyük Roma İmparatorluğu’na son verilmiş, Osmanlı için Avrupa’nın kapıları açılmıştı. Oysa 1450 yılında O büyük Roma İmparatorluğu’ndan geriye kalan Avrupa yakasındaki Konstantinopolis ile Mora yarımadasına sıkışmış küçük bir toprak parçasıydı. Doğu Roma artık bir imparatorluk değildi. Konstantinopolis şehri ile Ortodoks Hristiyan kimliğinin bir sembolü olarak varlığını devam ettiriyordu. Hem 2. Murat hem de 2. Mehmet’in sultanlıkları döneminde Osmanlı tarafından aralarında saldırmazlık anlaşmaları olmasına rağmen kuşatmalara maruz kalsa da şehrin korunaklı surları ve konumu dolayısıyla ayakta kalmayı başarıyordu. Bizans bu dönemde Osmanlı Sultanı’nın vasalı1  idi ve vergi ödüyordu ama bu bile Konstantinopolis’in güvenliği için yeterli olmadı.2 

Aslında ayrı bir şehir devleti gibi olsa da fiili olarak Konstantinopolis, Osmanlı sınırları içerisindeydi. Osmanlı daha İstanbul’u işgal etmeden önce sınırları Viyana’ya kadar uzanan Avrupa topraklarına kadar yayılmıştı. 

İstanbul’un düşmesi ya da işgal edilmesi uzun bir dönem süren Doğu Roma ya da Bizans’ın tarih sahnesinden silinme sürecinin son halkasıydı sadece.  “Fetih” adıyla anlatılan bu süreç bu yanıyla da tarihi çarpıtıyordu.

ORTAÇAĞ NASIL SONA ERDİ?
Resmi tarihe göre, Osmanlı İmparatorluğu İstanbul’un “Fethi” ile zalim krallıklardan biri olan Roma’yı yıkmış ve böylelikle adil Osmanlı sayesinde ortaçağ kapanmış, yeni bir çağ başlamıştır.

Oysa Konstantinopolis’in kuşatılacağı ve düşeceğini tahmin eden birçok düşünür ve aydın önemli kitap ve belgelerle Avrupa’ya kaçarlar. Daha sonra Rönesans’ı başlatacak olan kişilerin büyük çoğunluğu Konstantinopolis’ten kaçanlardır. Burada Trabzonlu bir Rum olan Bolonya Valisi Vessarion’dan da söz etmek gerekir. Vessarion o dönem hem Konstantinopolis’ten kaçanların konaklamalarını organize etmiş hem de getirilen binlerce kitabın Latince’ye çevirilerini başlatarak Rönesans’ın başlangıcında önemli rol üstlenmiştir. 

Konstantinopolis’in işgalinin Ortaçağa son verip yeni bir çağı başlatması ancak böyle bir nedenden dolayı doğru sayılabilir. Yoksa Osmanlı’nın Avrupa’ya insanlığın ilerleyişi adına bir katkı sağladığı doğru değildir. 

Her şeyden önce işgal, ortaçağ anlayışıyla “fetih” diye adlandırılarak olağan, kabul edilebilir sayılır. Böylelikle 1974 Kıbrıs, bugünkü Suriye ve muhtemel diğer işgaller meşrulaştırılır.

Din, ahlak, namus gibi kavramlar kullanılarak tarihi süreçlere methiyeler düzülerek, tüm sorunların kaynağı kimi zaman modern dünyanın kimi zaman Hristiyanlığın çarpık, sapkın anlayışı olduğu anlatılır. Geçmişe öykünmeler topluma empoze edilir.

Türk ve Müslüman olmayanlara karşı nefret ve düşmanlık büyütülerek binlerce yıldır yaşadıkları şehirleri başlarına yıkılan, katledilen, zulüm gören insanların acıları bayram olarak kutlanır. Önemli olan tek şey “Türklüğün ve Müslümanlığın yani iktidarın; devletin bekasıdır” denilerek, bunun için kimlerin ne tür acılar yaşadığının, bedeller ödediğinin öneminin olmadığı anlatılır. Gâvurun malı, canı Müslüman’a, Türk’e helal sayılır. 

“Fetih” kutlamalarının en önemli etkilerinden biri, tarihin çarpıtılıp hamaset yapılarak, işgalleri meşrulaştırmasının yanı sıra böylesi bir toplumsal yozlaşmaya hizmet etmesidir.

“Fetih” kutlamalarının bir diğer önemli yanı ise güç gösterilerine dönüştürülmesi ki böylelikle kendilerine karşı çıkan her muhalif kimliğe göz dağı vermek, korku ve tedirginliği yaymak amaçlanır. Verilen mesaj, eski çağları kapatıp yenilerini açan, büyük imparatorluklara son veren, yıldırımlar yaratan bir ırkın ahvadı/torunları gerekirse aynı şeyleri yapmaktan geri durmayacaktır.

Bugün Ayasofya’nın cami olarak ibadete açılması tartışmaları da “fetihçi” bakış açısıyla değerlendirilmelidir. 

Anlaşılan o ki Ayasofya’nın camiye dönüştürülmesi ile İstanbul bir kez daha işgal edilmek isteniyor.

————————————–
1-Vasal devlet kendinden üstün bir devlet ya da imparatorluğa Ortaçağ Avrupası’ndaki feodal vasallığa benzer bir şekilde bağlı olan devlettir. Bağlılıklar sıklıkla askeri destek karşılığı bir takım imtiyazlar vermek şeklinde gerçekleşir. Bazı durumlarda, vasal devlet düzenli haraç ödüyor olabilir; bu durumda haraçgüzar devlet tanımı daha uygundur. Günümüzde kullanılan yaygın terimler kukla devlet, protektora (himaye), bağımlı devlet ve uydu devlettir.

2- https://geschichte-wissen.de/blog/der-fall-von-konstantinopel


Etha – 07.06.2020

Tags:


About the Author



Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Back to Top ↑