Published on Haziran 3rd, 2020
0George Floyd ayaklanması ve uçurum kenarı savaşları – Arif Çelebi
ANTİFA’lar geleneksel solun boşluğunu doldurarak ezilenlerin öfkesinin dile gelmesinin yolunu açıyorlar. Trump’ın onları “iç terör” örgütü olarak tanımlama girişimi boşuna değil. Bu bir çeşit iç savaştır. Şimdi dünyanın her tarafında iç savaş koşulları olgunlaşıyor. ANTİFA’lar her yere lazım. Kuşkusuz onların komünizm hedefi ile taçlandırılması ile sonuca ulaşılır. Belki de şöyle söylemek en doğrusu; dünyanın bütün komünistleri ANTİFA’laşsın, bütün ANTİFA’lar komünizm bayrağı altında toplansın.
Arif ÇELEBİ – ETHA
25 Mayıs’ta ABD’nin Minneapolis kentinde George Floyd adlı bir siyah işçinin bir polis grubu tarafından boğularak vahşice katledilmesi ve hemen ardından başlayan protestolara devlet güçlerinin vahşice saldırmasıyla birlikte protestolar ABD’nin dört bir tarafını saran ayaklanmaya dönüştü. Polis merkezleri ve bankalar başta olmak üzere pek çok devlet ve kapitalist tekel merkezi ateşe verildi. 16 eyalete bağlı 25 kentte sokağa çıkma yasağı ilan edildi. Ayaklanmacıları katletmek için ulusal muhafızlar göreve çağrıldı.
Cumhuriyetçi senatör Cotton, ayaklanmacılara karşı Irak ve Afganistan’da kullanılan birliklerin kullanılmasını istedi, Trump bu talebi desteklediğini açıklayarak ayaklanmacıları ölüm ve uzun hapislikle tehdit etti.
Hem Cotton hem de Trump’ın hedefinde ANTİFA vardı. Cotton, “ANTİFA teröristleri” tanımını yaparken Trump Protestoları “iç terör eylemleri” olarak niteleyerek ANTİFA’yı terör örgütü ilan edeceğini duyurdu.
ABD Komünist Partisi, gerçek eşkiyanın Donald Trump olduğunu, “Trump’ın ırkçılığı merkezi bir örgütleme aracı olarak” kullandığını belirterek ırkçı saldırılardan polis içindeki neonazi ve diğer neofaşist odakları sorumlu tuttu.
Sosyalist Eşitlik Partisi ise ülkede patlayan ayaklanmayı “George Floyd’un vahşice öldürülmesi eliyle tetiklenen ve giderek genişleyen bu hareket, toplumsal eşitsizliğe, yoksulluğa, kitlesel işsizliğe, sosyal güvenlik ağının yok edilmesine ve sonu gelmeyen savaşlara artan öfkeyi dışa vurmaktadır” biçiminde değerlendirdi1.
Burjuva basın tekelleri ayaklanmalardan duyduğu tedirginliği saklayamıyor. New York Times “İkiz kriz ve kabaran öfke ABD’yi sarsıyor” yorumunu yaparken The Washington Post ise “Gösteriler yoğunlaşırken ABD uçurumun kıyısında” manşetiyle çıktı. Gazetenin başyazısında Trump “baş bölücü” olarak nitelendirildi2.
UÇURUMUN KIYISI
Uçurumun kıyısında olan yalnızca ABD mi? Uçurumun kıyısında olan kapitalizmdir, burjuva toplum biçimidir.
“Uçurumun kıyısı”, kapitalizmin bugünkü durumu, çıkmazları, sınıf çelişkilerinin aldığı boyut vb. bakımlarından çok yerinde bir tanım.
Kapitalist üretim biçimi gelişmesinin sınırlarına dayandı. Bundan ötesi uçurum. Daha ileri gidemiyor, üretici güçleri geliştiremiyor. Saplandığı ekonomik krizi aşamıyor. Aşmak bir yana kriz içinde dalgalanmalar, gelgitler yaşıyor. Kapitalizm üretici güçleri geliştirmiyor ama “iklim krizi, sağlık krizi” derken durmadan yeni krizler doğuruyor. Sermayenin merkezileşmesi öyle bir düzeye ulaştı ki bir avuç dünya tekeli nezdinde olağanüstü bir boyut kazandı. Ne bütünleşik dünya pazarı sermayenin genişleme ihtiyacını gidermeye yetiyor ne de daha yüksek düzeyli bir merkezileşme için mülksüzleştirmeye hazır yeterince küçük kapitalist var. Sınıflar arası uçurumun kazandığı derinlik geri dönülemez bir noktaya vardı. Sermaye sermayenin engelidir artık.
Sermaye gibi emekçi tabakalar da uçurumun kıyısında. Bir avuç
kapitalistin elinde trilyonlarca dolar aşırı fazla sermaye olarak
üretimden koparken yüz milyonlarca işçi sefalet koşullarında bile olsa
bir iş bulamamakta. Bırakalım daha iyi bir hayat beklentisini işlerini
korumak bile emekçiler için bir kazanç görülüyor bu günlerde. Emekçi
sınıflardan gelen gençlik okuyarak sınıf atlamayı çoktan unuttu,
şimdilerde bir iş bulan üniversiteli şanslı sayılıyor. İşçiler,
emekçiler, gençler, kadınlar işsizlik, açlık, sefalet, geleceksizlik
sarmalında, uçurumun kıyısında yaşıyor. Kapitalizm şartlarında onları
bekleyen sadece daha kötü günler, umut, onlar için geçmişteki bir hatıra
sadece.
Koronavirüs salgını bu gerçekliği bütün çıplaklığıyla çok daha görünür kıldı.
EMPERYALİST KÜRESELLEŞMENİN ZAYIF HALKASI ABD Mİ?
Lenin, devrimin emperyalizmin zayıf halkasında patlayacağını söylemişti.
Bugün zayıf halka neresi? Meksika mı, Irak mı, Fransa mı, Tunus mu, ABD
mi? Hepsi mi?
Varoluşsal krize saplanan kapitalizmde şu ya da bu ülke değil
kapitalist üretim ilişkilerinin bütünü zayıf halkadır. Bundan dolayıdır
ki, devrimci patlamalar dünyanın herhangi bir yerinden kopabilir.
Ayaklanmaları tetikleyen neden ne olursa olsun ayaklanmaların
tutuşturduğu işsizlik, açlık, sefalet ormanıdır, keskinleşmiş ve artık
kapitalizm içinde tolare edilemeyecek denli şiddetli bir hal alan sınıf
çelişkileridir.
ABD, kapitalizmin en güçlü ülkesidir hala. Gel gör ki aynı ABD sadece
kapitalizmin varoluşsal krizi nedeniyle değil nesnel sınıf ilişkileri
bakımından kapitalizmin en zayıf halkalarından biridir.
ABD’li burjuva ekonomist Stiglitz bu gerçekliği en çıplak biçimde ortaya koyanlardan biri.
“İkinci Dünya Savaşı’nı izleyen otuz yılda Amerikan toplumu bir bütün olarak büyümüştü, tüm kesimlerde gelirler artmış, bununla birlikte alt kesimdekilerin gelirleri üsttekilere göre daha hızlı büyümüştü. Ancak geride bıraktığımız son otuz yılda giderek daha bölünmüş bir ülke haline geldik; sadece en hızlı gelir artışını zenginlerin yaşadığı değil, aynı zamanda, alt kesimdekilerin gelirlerinin fiilen azaldığı bir ülke. (2002’den 2007’ye kadar olan dönemde), en zengin yüzde 1’lik kesim milli gelirdeki toplam artışın yüzde 65’inden fazlasına sahip olmuştur. Amerikalıların en zengin yüzde 1’lik kesimi, ülkede 2009’a kıyasla 2010’da yaratılan ilave gelirin yüzde 93’üne sahip oldu. ABD’nin hikayesi basitçe şudur: Zenginler zenginleşmekte, zenginlerin en zenginleri daha da zenginleşmekte, yoksullar sayıca artmakta ve giderek daha da yoksullaşmakta ve orta sınıfın içi boşaltılmaktadır.3”
ABD kapitalizmini ve devletini zayıf düşüren diğer olgu ırkçı
mirasıdır. Bu ırkçı miras çelişkileri daha da ağırlaştırmakta ve düzen
içinde tolare etme olanaklarını hepten yok etmektedir.
Katliama karşı ayaklanmanın patlak verdiği Minneapolis’te resmi
rakamlara göre ortalama beyaz bir ailenin yıllık kazancı 83 bin dolar
iken Afrika kökenli Amerikalı bir ailenin kazancı 36 bin dolardır4.
Siyahlar ezilenin en ezilenidir. George Floyd’un yaşam öyküsü bunun bir
timsali adeta. İşsizleştirilmiş, iş aramak için şehir şehir dolaşan
yoksul bir emekçi. Irksal ve sınıfsal çelişkilerin bütün yükünü taşıyan
bir hayat.
Siyahlar ilk kez ayaklanmıyor, 1967’de Miami, 1992’de Kaliforniya
başkaldırıları akla ilk gelenlerden. Bu ayaklanmalara siyahlara dönük
ırkçı uygulamalar kaynaklık etti. Bu seferki de ırkçı faşist bir devlet
cinayetinden ateşlendi ama bütün ABD’li yoksulları kapsama potansiyeli
taşımakta. Bilhassa antifaşist gençliğin ayaklanmalardaki belirleyici
rolü dikkat çekmekte.
Trump’ın da ABD basın tekellerinin de asıl telaşı bundan.
UÇURUMUN KIYISINDA SAVAŞ
Adalet yoksa huzur da barış da yok. Ayaklanmacıların temel sloganı bu.
Eğer bir toplumda ırksal, ulusal, sınıfsal ya da cinsel çelişkileri
çözme kapasitesi tükenmişse şiddet kaçınılmaz bir mücadele biçimi olarak
ortaya çıkar. Yağma bunun yönsüz ve bireysel tezahürüdür, devlet ve
banka kurumlarını yakma ise bir politik hedef içerir. Karşı taraf için
de durum farklı değil, devlet bütün şiddet araçlarıyla çelişkileri kendi
lehine bastırmaya çalışır. Bu uçurumun kıyısındaki bir savaştır. Biri
diğerini uçurumdan atmalıdır aksi taktirde hayatta kalamayacaktır.
Kuşkusuz bu bir kerelik bir hamle değil ama savaş meydanına çıkıldı bir
kez. Bundan dolayıdır ki Trump’ın ağır silahlarla donatılmış emperyalist
işgal güçlerini halkın üzerine salması onun çılgınlığından değil sınıf
bilincinden kaynaklanmaktadır.
ANTİFA’nın öne çıkması ve devletin hedefi haline gelmesi de bu uçurum kıyısındaki savaşın doğal sonucudur. ANTİFA’lar Avrupa’nın pek çok ülkesinde de sınıf savaşının ateşleyici bölüğü olarak öne çıkıyorlar. Bir çeşit ateşleme fitili işlevi görüyorlar. Avrupa’nın ve ABD’nin geleneksel sol parti ve sendikaları hala 60’lı 70’li yılların reformcu, savunmacı mücadele biçimlerine başvurarak burjuvazi ile pazarlık yapabileceği yıllara dönüş hayali kuruyorlar. Oysa geriye dönülmez biçimde mazi oldu o günler. Bundan dolayıdır ki sınıf mücadelesinin önüne geçmek yerine bu savaşımı geriye çekici bir rol oynuyorlar.
ANTİFA’lar geleneksel solun boşluğunu doldurarak ezilenlerin öfkesinin dile gelmesinin yolunu açıyorlar. Trump’ın onları “iç terör” örgütü olarak tanımlama girişimi boşuna değil. Bu bir çeşit iç savaştır. Şimdi dünyanın her tarafında iç savaş koşulları olgunlaşıyor. ANTİFA’lar her yere lazım. Kuşkusuz onların komünizm hedefi ile taçlandırılması ile sonuca ulaşılır. Belki de şöyle söylemek en doğrusu; dünyanın bütün komünistleri ANTİFA’laşsın, bütün ANTİFA’lar komünizm bayrağı altında toplansın.
1) https://www.tukenmezhaber.com/dunya/abdli-sosyalist-partiler-gosteriler-beyazlara-karsi-degil-ze
2) https://www.indyturk.com/node/188891/dünya/abd-ve-dünya-basını-george-floyd-protestolarını-nasıl-gördü
3) Joseph E. Stiglitz. Eşitsizliğin Bedeli, İletişim Yayınları
4) https://www.gazeteduvar.com.tr/konuk-yazar/2020/06/02/minnesotalilar-dort-yuz-yillik-esarete-artik-yeter-diyor/
(etha – Arif Çelebi – 03.06.2020)