Yazarlar

Published on Aralık 9th, 2020

0

“İnsan, haklarıyla insandır” – Hüseyin Şenol


İnsan haklarını uygulamamak, engellemek ve hatta tüm yapılanlara sessiz kalmak da insan hakları ihlalidir. Bugün bu suçu, bulundukları ortamda, parti ve kurumlarında işleyenler, yarın “kendi” iktidar ve devletlerinde de daha ağır bir şekilde uygulamaya devam edeceklerdir...

Yarın 10 Aralık Dünya İnsan Hakları Günü.

10 Aralık 2020 İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin Birleşmiş Milletler (BM) tarafından kabul edilmesinin 72. yıldönümüdür ve bugün tüm dünyada İnsan Hakları Günü olarak anılır.

İnsanlığın evrimiyle paralel bir geçmişi olan insan hakları, 1948’de BM Genel Kurulu’nda kabul edilen bu bildirgeyle evrensel bir nitelik kazanmıştır.

Dünyanın neresinde olursa olsun, tüm insanlığın her yönüyle (ekonomik, politik, sosyal, kültürel) insanlık onuruna yaraşır bir yaşam düzeyine ulaştırılmasının amaçlandığı bildirgeye, hiçbir ülke olumsuz oy kullanmadı ve ilk kez böylece uluslararası bir örgütte evrensel bir nitelik taşıyan bir belge kabul edildi.

Hemen hemen tüm ülkeler, bu bildirgenin kabul edilmesinden sonraki dönemde, hazırladıkları anayasalarda, yasalarda bu belgeyi dikkate aldı. Buna rağmen, bu ülkelerden bir çoğu –bu bildirgeye imza atmış olmasına rağmen- hazırladıkları anayasalarda, İnsan Hakları Bildirgesi’nde yer alan “İnsan Temel Hak ve Özgürlükleri” içeren ilkeleri yazılı olarak dikkate almış olmasına karşın, pratikte bunun aksi tutum izliyor. Bu tür davranış içerisinde olanlar, bu ilkeleri dünya kamuoyunu yanıltmak amacıyla, yazılı olarak kabul ediyor, gerçek hayatta ise bunun tam tersini uygulayarak, “Temel Hak ve İnsan Özgürlüklerini” çiğniyor.

Günümüz dünyasında en doğal insan hakları olarak kabul edilen, bir çok alandaki “Temel Hak ve Özgürlüklerin” çiğnenmesi, dünyamızı insanlık dışı bir ortama itmeye devam etmekte.

İnsan Hakları Bildirgesi’nde yer alan bazı maddeler şöyle:

Madde 3: Yaşamak, hürriyet ve kişi emniyeti her ferdin hakkıdır.

Madde 5: Hiç kimse işkenceye, zalimane, gayriinsani haysiyet kırıcı ceza ve muamelelere tabi tutulamaz.

Madde 18: Her şahsın fikir, vicdan ve din hürriyetine hakkı vardır; bu hak din veya kanaat değiştirmek hürriyetini, dinini veya kanaatini tek başına veya topluca, açık olarak veya özel suretle, öğretim, tatbikat, ibadet ve ayinlerle açıklama hürriyetini gerektirir.

Madde 19: Her ferdin fikir ve ifade hürriyetine hakkı vardır. Bu hak, fikirlerinden ötürü rahatsız edilmemek, memleket sınırları söz konusu olmaksızın malumat ve fikirleri her vasıta ile aramak, elde etmek ve yaymak hakkını gerektirir.

Özellikle sıraladığım İnsan Hakları Bildirgesi’nden bu dört madde, -olduğu gibi kabul edilmesiyle birlikte- ülkelerin büyük bir çoğunluğunca pratikte uygulanmamakta ve bu hakları talep edenlere karşı gayriinsani bir biçimde her türlü zorbalık reva görülmektedir. Bu “Temel Hak ve Özgürlükler” için uğraş verenlerin, tüm ekonomik, politik, sosyal, kültürel hakları gasp edilmekte, her türlü şiddet uygulanmaktadır.

İnsanların bir bölümü, diğer bir bölüm tarafından –tüm dünyada- her türlü baskıya maruz bırakılmakta. Baskı görenlerin onurları kırılırken, bu baskıları uygulayanlar da onursuzca yaşamlarını devam ettirmekte. Dünyanın bir tarafında insanlar din, dil, ırk, cins farklılıklarından dolayı en şiddetli baskıya maruz kalırken, bir tarafında da –ki bu taraf en demokratik olduğunu iddia ediyor- göçmenlerin, azınlıkların en insani hakkı olan seçme ve seçilme hakkı, ana dilde eğitim hakkı gibi hakları çok görülmekte. Milyonlarca insanın sığınma hakkı gasp edilerek, ya göç yollarında aç-susuz kalmalarına, ölmelerine göz yumuluyor, ya da geldikleri ülkeye geri gönderiliyorlar. Yine dünyamızın yarısını oluşturan karşı bir cinse, üzerinde zaten var olan tüm din, dil, ırk ayrımcılığının yanı sıra, ayrı cinsten oldukları için baskı yapılmakta…

“Amasız” ve “fakatsız” özgürlük için

Dünyanın hiç bir bölgesinde, hiç bir ülkesinde insan haklarına tam anlamıyla saygı duyulmadığını da belirteyim bu arada. Şu ve veya bu oranda, maalesef her ülke sabıkalı ve suç işlemeye devam ediyor.

Bildirgenin kabulünden 72 yıl sonra, 2020 yılında da, ırk, din, dil, cins ayrımı gibi, her türlü ayrımcılık insanlığın ayıbı olarak bir karabulut gibi durmakta ve tüm kapkaranlığıyla dünyayı karartmaya devam etmektedir.

Faşizmi ve genel olarak ırkçılığı “düşünce özgürlüğü” bağlamında görmediğimi belirterek, yasaklanması gerektiğini savunanlardan ve aktif mücadele edenlerden olmaya devam edeceğim.

Özellikle, yaşadığımız dünyada, düşünce özgürlüğünün kısıtlanmasını en büyük sorun olarak görüyorum, tüm ülke ve örgütlenmelerde. Bu hakkın ihlal edilmediği bir ülke maalesef yok. Düşünceyi ifade etme hakkının “yer” ve “an”la, “fakatlar”la ve “amalar”la kısıtlanmasının, insan hakkının önündeki en büyük engel olduğunu düşünüyorum. İnsanlık, özellikle de bu alanda, özgür olabildiği oranda, daha yaşanabilir bir dünyayı yaratmış olabilecektir.

Sosyalist demokrasi insan hakkıdır

            Yine sosyalist mücadele içinde yer alan aktivist olarak reel sosyalist ülkelerde de hiçe sayılan insan hakları üzerine de sık sık yazıyor ve tepki aldığımı da biliyorum. Ne kadar tepki gelirse gelsin, bu uygulamaları eleştirenler değil, bizzat “sosyalizm” adı altında işlenen insan hakları suçlarına ses çıkarmayanlar, sosyalizme büyük darbe vuruyor ve vurmaya da devam etmektedir. Suça da ortak olmaktadırlar.

            Yine bir çok ülkede olduğu gibi; Türkiyeli örgütlenmelerde de “demokrasi sorunu” önemli bir sorun. Sosyalist örgütlerin de yaşadığı bu sorunu aşmadan, özlemini duyduğumuz topluma erişmenin çok zor olduğunu aslında hepimiz biliyoruz. Bugün örgüt ve partilere de musallat olan anti-demokratik uygulamalar, sosyalist örgütlenmelerde de kanayan yaradır. Hele hele, çoğu yer ve zamanda BM’nin de gerisine düşmek, maalesef çok acı.

Sosyalist demokrasi de insan hakkıdır. İnsan haklarını uygulamamak, engellemek ve hatta tüm yapılanlara sessiz kalmak da insan hakları ihlalidir. Bugün bu suçu, bulundukları ortamda, parti ve kurumlarında işleyenler, yarın “kendi” iktidar ve devletlerinde de daha ağır bir şekilde uygulamaya devam edeceklerdir.  Geçmişte yıkılan “sosyalist devletlerin” dağı(tı)lmasının en önemli nedeni “sosyalist demokrasi” sorunudur. Bundan sonra kurulacak olanların da dayanıklılığı da, insan haklarını ezmekle, yok saymakla değil, bizzat demokratik hak ve özgürlükleri uyguladığı oranda olacaktır.

Hayatın her alanında, her insan, üzerine düşen görev ve sorumlulukla, bu karabulutun dağılmasına bulunduğu katkı oranında onurludur.


Hüseyin Şenol – 09.12.2020

Tags: , , , ,


About the Author



Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Back to Top ↑