Yazarlar

Published on Haziran 2nd, 2020

0

İnsanlığın kanamalı hali, ırkçılık – Muazzez Uslu Avcı


Kötülüğün kime ne kazandırdığına bakmak lazım Alt yapısında, sömürü, işgal, sermaye olmayan yerlerde kötülük / ırkçılık niye kanatılsın?

Ne vakit farklılık kaşınmaya başlansa, ne vakit ezen ulus milliyetçiliği hortlasa bir kesim vardır ki hep şöyle iç çeker ,”Eskiden böyle şeyler yoktu, Kürt, Ermeni, Çerkes, Rum bir arada yaşar giderdik, kimse kimsenin tavuğuna kış demezdi”.

Ne olduysa bir sabah uyanınca herkes birbirine düşman oldu. Kırk yıllık komşular birbirinin katili oldu. Şimdi bu nasıl bir duygu halidir ki, kırk yıllık kardeş kardeş geçindiği komşusuna düşman olmuş. Efenim demek ki duygu boşlukları varmış, yani aslında 40 yıl kardeşçe filan yaşanmamış, hep temkinli ve kafanın ardında bir  ”o bizden değil” takıntısı varmış ki, ırkçılık üzerinden nemalanmaya çalışanlar senin o daha önceden açık bırakılmış boşluğunu hemen dolduruvermiş. Ayrıca bu kırk yıldır beraber yaşadığın komşular  ufo araçlarıyla mı inmiş o coğrafyaya? Geçmişi gelmişi yok mudur?  Senden önce oralarda oturanlar olmasın? Senin ezen ulusunun işgalinden sonra, kıyıma uğrayan atalarından sonra kalan azınlıklar filan olmasınlar? Kırk yıllık komşunun halini de biliyor olman gerekir öyle ya! Bu kardeş kardeş oturup, iyi geçindiğin insanların azınlık psikolojisiyle uyum kurmak zorunluluğundadır belki kardeş kardeş komşuculuk, sen de kendinden biliyorsundur. Yani hiç bir insan  bir gün sabah kalktığında sırf babası kardeşlerinden birini  kötülüyor aşağılıyor, dövüyor diye babasıyla birlikte kardeşine kötülük yapmaz. Ancak önceden babasıyla birlikte kardeşiyle ilgili olumsuz duyguları paylaşmış olmalıdır. Yani bir garez olmalıdır ortalıkta. Önceden işlenmiş bir kin,  garez olmazsa birden bire düşmanlık oluşmaz.

Irkçılık bir hastalık mıdır? Ya da bilinçli bir suç mudur?  Çoğu görüşe göre ırkçılık bir hastalıktır. Diğer bulaşıcı hastalıklar gibi enfeksiyonel değil de,  ırkçılık hastalığı insanın zihninde gelişir. Bir yaban korkusu, bilmediği tanımadığı ötekine karşı ön yargı geliştirmek onu tehdit olarak görmektir altında yatan. İlkel insanların en büyük korkusu, yaban, yabancı, başka bir kabileden gelecek veya bilmediği başka insan gruplarından gelecek tehdittir. İlkel insan kendi yaşantısını bu tehlikelerden korunmaya örgütler. Ötekine karşı  tedbir alır, silahlanır,  duvar yapar çit çeker … filan. Ancak bunları yapacak yeterlilik de değilse, strese girer acı çeker. Bilemeyiz tabi, taa binlerce yıl ötesindeki ilkel insanın nasıl bir psikolojik travma geçirdiğini. Beynin fosili yok ki irdelensin. Ancak davranışlarındaki bırakılan izler vasıtasıyla belki tahminlerde bulunuruz. Mesela ilk insanın ötekinden korkusunu anlatan duvar resimleriyle filan anlarız.

Modern çağda ötekilik kılık değiştirmiştir. Mağarada yaşayan insanın,sadece  bilmediği tanımadığı öteki insan değildir korkusu. Kabilelerin yerini uluslar almıştır artık. Her ulusun sınırı vardır ve her ulus birbirinin tehditi ve diğeridir. Paylaşım savaşlarında uluslar kendi halkını öteki, gavur, kafir v.s gibi tehditlerin altında olmakla korkutur. Savaşlarda askerler birbirini öldürürken acıma duyuları körelir çünkü, öldürdüğü ötekidir/düşmandır. Ve bir an önce ondan kurtulmalıdır. Irkçılık ulus devletlerin bekası için hep var edilmeye çalışılan ve de var olan bir gerçeklik. 

 Ulus olamamış, ya da daha önce  ulusmuş ama başka bir emperyal ulusun işgaline uğramış ezilen ulus, ezen ulusun halkı ile tam kaynaşamaz. Çünkü kendi kültüründen gelen, dili, kimliği, örfü, adetleri vardır. Kaynaşmak da istemez zaten, tam tersi kaybetmemek için değerlerine daha çok sarılır. Türkiye örneğinden bakacak olursak Kürt’lerin dilini kimliğini ne kadar ezilmeye  çalışmışsa onlar daha sıkı sarılmıştır. Ama buna rağmen baskı ve otoriteye dayanamayıp araftan kurtulmak için egemen ulusun içinde kaybolmak isteyenler de vardır. Diğer taraftan bunu seçmeleri   kendi iradelerinden çok büyük baskı ve kırımlara maruz kalmışlıktandır.

Zaten ne ezen ulus halkı ne de ezilen ulus halkı tam kaynaşmak istemez. Ezen ulusun üst kimlik kibiri, öteki olan ezilen ulusla kaynaşmayı istemezken, ezilen ulus da istemez, çünkü kendi o hep kendi kültürüne, kendi diline, kendi  ulusuna dönmeyi ister. İşte bu uzlaşamayan çelişki,  çatışkıya her daim açıktır. Ne vakit ezen ulus devleti yönetim krizi yaşasa ve bir halk ayaklanmasından korksa, en bildik öteki olan ezilen ulus halkı ile aralarına bir nifak sokar. Bu nifak zaten halihazırda bilinç altlarında  bir yerde durmaktadır. Bu devletlerin yönetim krizleri kaosa dönmemesi için,  yani sisteme karşı bir başkaldırı tehlikesi için ortaya bir tehdit olmalıdır.

Ya vatan elden gidecek, ya bayrak elden gidecek, ya da din elden gidecek… gibi korkularla ezen ulus içinde yaşayan azınlıklar, ya da ezilen ulus halkı tehdit olarak gösterilir. Ayrı bir devlet istemelerini ”bölücülük” azınlık hakları istemelerini ”ayrımcılık” gibi kavramlarla süsleyerek öteki düşmanlığı pekiştirirler. İşte bu hastalık denilen ırkçılığın altında yatan, ya da işlenen en büyük sıkıntı yabana , ötekine karşı bir savunma güdüsüyle başlar. Ama bu güdüdür, bilinçli bir karşı olmak değil. Bilinçli bir karşı olmanın altında kasıtlı, ideolojik ve örgütlü bir durum vardır. Daha çok sıradan insanları galeyana getirecek bir sürü savlarla süslenmiş, ajitatif söylemlerdir ırkçılığı hortlatan.

Irkçılık sadece ezen ulusun kapsadığı ezilen ulusa karşı olmaz. Bu kapitalist sistemin ideolojik olarak beslediği bir şeydir de. Kapitalizm hakim olduğu her yerde bunu kullanır. Mesela şu an dünyada hortlayan ırkçılık tam da budur. Ekonomik çöküşe giren sermaye devletlere baskı yapar. Yönetimlerin yumuşak veya sert biçim değiştirmesini ister. Refah dönemindeki kapitalist sistem, daha yumuşak yönetimleri tercih eder.Bunlar daha çok  nispi demokrasiler sunan liberal devletlerdir.  Ancak ne zaman  mali oligarşi  buhrana girse, bulundukları veya para sattıkları ülkelerde kolkola girdikleri iktidar işbirliğiyle  devletin  en sert yüzünü göstermesini ister. Bu genellikle faşizmdir.

Faşizm doğası gereği ırkçıdır, ayrımcılıktan beslenir ve kapitalizmin  en bağnaz ve şiddetli yüzüyle sahneye çıkar. Bu durum bir çok kıyıma yıkıma sebep olur. İnsanlar, uluslar arasında müthiş bir düşmanlık peyda olur. Ve dünya savaşlarına kadar gider iş.  Ve nihayetinde kaybeden insanlık kazanan sermaye olur genellikle.

Son zamanlarda çok fazla dillendirilen ”ırkçılık bir hastalıktır” söyleminden yola çıkarak, ırkçılığın hastalık veya ideolojik olarak  kasıtlı bir kışkırtma mı olduğunun altında  yatan nedenlere bakalım istedim.  Evet kabaca bakınca ırkçılık bir zihinsel patolojik bir  hastalık değil de sömürü sistemlerinin kasıtlı kanırttığı hastalıklı bir durum diyelim. Belki de insanlığın en kanamalı halidir ırkçılık. Çünkü, en büyük katliamlar ve savaşlar oradan kanatılır.

Irkçılık insanlık için büyük kötülüktür, ama bu ‘‘kötülüğün sıradanlığı’’ değil, bilinçli ve örgütlü bir kötülük. Ancak insan doğuştan kötü olmayacağına göre, sonradan, toplumla, kültürle ve egemen ideolojilerle öğrendiği bir kötülük.  Ama bu kötülüğün kime ne kazandırdığına bakmak lazım Alt yapısında, sömürü, işgal, sermaye olmayan yerlerde kötülük / ırkçılık niye kanatılsın?


Muazzez Uslu Avcı – 02.06.2020

Tags: , ,


About the Author



Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Back to Top ↑