Kitap

Published on Ocak 17th, 2022

0

Kalemine kuvvet uşağum | Sezai Sarıoğlu


SEZAİ SARIOĞLU EMİN ŞİR’İN SON KİTABI “HAYIRLI DEVRİMLER ÜZERİNE YAZDI: …Sık kullandığım bir cümleden el alarak ilerleyeyim; tarihte bazı insanlar toz, bazıları ise iz bırakır, lâkin aslolan iz bırakmaktır… Emin Şir, “Hayırlı Devrimler Uşağum!” kitabıyla itinayla iz sürüyor…

“Dümende ve başaltlarında insanları vardı ki/ bunlar/ uzun eğri burunlu/ ve konuşmayı şehvetle seven insanlardı ki/ sırtı lâcivert hamsilerin ve mısır ekmeğinin/ zaferi için/ hiç kimseden hiçbir şey beklemeksizin/ bir şarkı söyler gibi ölebilirdiler…” (Nâzım Hikmet)

“Devrim” sözcüğü sihirli ve şiirli olduğu kadar dertli bir sözcük. Kıymetimiz ve kıymetlimiz olan “Devrim” sözcüğünün geçtiği her yerde dikkat kesiliriz. 12 Eylül sonrasından başlayan, Devrim’i cümle içinde kullanmanın yasak olduğu yıllar geride kaldı. Aklımız ve kalbimiz büyüdükçe, çapraz yeni okumalarla yeni anlam dünyalarına taşındıkça devrime yüklediğimiz anlamlar da değişmeye başladı.

Emin Şir

68 başkaldırısının dünyada ve memlekette “68 Kuşağı”nın “eve dönüş” olarak tecelli ettiğini biliyoruz. “78 Kuşağı”nın kaderi ve kederi de böyle oldu, milyonlarca asi, güzel yenilmemenin sonucu olarak bazen ilk bazen son tahlilde “eve” dönmekle kalmadı, karşı çıktığı düzene kesin kayıt yaptırdı. O günleri yazanlar ve yazdıkları (şiir, öykü, sözlü tarih, roman, belgesel, sinema vb.)  küçümsendi. Dahası devrimden ve siyasetten kaçış, “edebiyat yapma!” olarak nitelendiyse de zamanla sosyalist “resmi” külliyata karşı, devrimden ve sosyalizmden vazgeçmeden “sivil” bir külliyat oluştu. Aşkıya Emin, “Hayırlı Devrimler Uşağum!” kitabıyla “borcum borç” demek için de söz alıyor ve bu külliyata eklemleniyorsa bize okuyup iz sürmek  ve kalemine ve kelâmına kuvvet demek düşer…

Hayat, dün ile bu gün, sözcüklerimiz ile hayatlarımız arasında boşluklarda dolu. Boşlukların üzerine gitmek yerine boşluklara teslim olduğumuz da bir gerçek. Boşlukları doldurmak için ilerlemek gerektiğini anlatıyor bu tür hatıra nakilleri. Yine de ne kadar kapsayıcı yazarsak yazalım dilin ve sözcüklerin yazmaya yetmediği bir geçmişimiz, ne çok yazılacak hayatlar, mekânlar, karakterler ve sürülecek izler var.

Şaka gibi anılar ve karakterlerden oluşan, hatırat kıvamında, kıssadan hisseli “Kısa Rize Tarihi”nden izdüşümler. Bayramali (Tatoğlu) ve Ahmet Uzun gibi öldükleri yaşta olanlar. TÖS ve TÖB-DER tarihini “temsilen” daha önce Emin’in bir şiirinde şimdi de kitapta yer alan Yılmaz Hoca… Hatırlamanın ve hatırlatmanın ve unutmamanın ötesinde yeniden tanışıp, hatıralarına ve gölgelerine misafir olmamız gereken nice karakter, “mahbub-u evvelimiz” olarak, kıymetlerinden sual olunmaz sevdiklerimiz…

Evden kaçıp devrime kaydolmaya çalışan asi ve aksi bizim mahallenin çocuklarının hatırlı hatıralarıdır bu kitapta izdüşülenler…  Devrimin kapsam alanının tarihte görülmemiş hızla yaygınlaştığı, kişi başına düşen Devrim ve düş miktarının haddinde fazla olduğu bir zaman diliminde Rize, özgün karakterleriyle ve hikâyeleriyle katılır bu büyük maceraya… Kitaba adını veren, “Hayırlı Devrimler Uşağum!” cümlesi, bir ironinin ötesinde, annelerin çocuklarına kayıtlı olduğu gerçeğini söylüyor bize… “Din” ile “Devrim” işlerini karıştırmayan annelerdir onlar. Mahkemeler, hapishane kapıları İHD’yi kuran kadınlar, Cumartesi Anneleri bu bağlamın kıymetleridirler… Sosyalizmin kavramsal bilgisine sahip olmadığı halde, devrimin ses ve söz düzeninin bulaştığı anneler ve babalar iki, üç daha fazla devrim yapsak bile borcumuzu ödeyemeyeceğimiz değerlerimizdir.

Sık kullandığım bir cümleden el alarak ilerleyeyim; tarihte bazı insanlar toz, bazıları ise iz bırakır, lâkin aslolan iz bırakmaktır. Bu günkü aklımızla, bu günkü hali pür melalimize ve geçmişe bakınca geride sadece toz kaldığı duygusu hakim oluyor ve bu felsefi olarak “nihilizm”e yol açabiliyor. Oysa tarihin ve coğrafyanın her yanı izlerle dolu. Yapılması gereken, başka kitaplarda ve bu kitapta olduğu gibi itina ile iz sürmek… Ülkenin her tarafına yayılmış olan, o izlerin kıymeti ve sahiciliği, 1968-71, 1974-80 dönemi gibi evrensel ve yerel bir Devrim rüzgarı esince fark edilecek. Bu tür hatıralar ve geçmiş nakilleri, sadece geçmişte yaşananları “bilmek” açısından değil, yeni başlangıçların bu izlere borçlu olduğu için de önemli. Birbirimize ve Devrim’e yanlış iliklenmelerin sürdüğü, zorun sıratını yaşadığımız süreçte bu tür kitaplar, okuru, yeni başlangıçlara ve birbirimize, geçmişimize doğru iliklenmelerin nasıl olacağına dair yeni hamlelere özendirdiği için de kıymetli.

O günlerin altından çok sular, çok yenilgiler ve çok hayatlar aktı ve geriye bir şey kalmadı, diyenlerin epey yekûn tuttuğu malûm. Lâkin, bu tür kitaplar, işin sloganına kaçmadan ama geçmişin alıntılarını, sloganlarını imgeye ve öyküye dönüştürerek, geçmişi sıfırlayanlara şöyle itiraz ediyor: “Hep böyle süreceği sanılır bir gül hikâyesinin/ Hep böyle sürer gerçi amma bir gün sonu değişir.” (Turgut Uyar) Sonra da, “O izleri küçümseyenleri ve yok sayanları devrim ve hatıralar çarpar!” diyor…

Yazarın hatırlara, hatıraların yazara dahil ve dahil olduğu, “doğrudan temsilin/yaşanmışlığın” kıymetidir bu kitap… “Düz okur” bir yana bu kitapla Emin düş/organik okura, “Geçmiş bizi yolda görse tanır mı?” demekle kalmıyor, GEÇMİŞİMDİ adlı şiir kitabının isminden el alarak söylersem, “Biz geçmişi yolda görsek tanır mıyız?” diyor. Hal böyle olunca sadece geçmişe aş(k) eren bir hatıratlar manzumesinden veya hikmetinden sual olunur “Garantili Devrim”den söz etmiyoruz. Kitap bize, “ebedi şimdi”ye veya “şimdiki zamanın mutlak olduğu” söylemine kayıtlanmadan, geçmişi ve geleceği hatırlatıyor bize.

Bir kitabın yayınlanması, yazarın, kitabını dünyanın ortasına fırlatmasıdır. Sonrası, ona “rağmen” okurların kitapla olan macerasıdır. Her okurun kitaba farklı kapılardan girerek okuması, kitabın da okurun da tabiatına uygundur. Hayat gibi edebiyat da çok katmanlı bir mecra ve macera olduğundan, “kavramların” ve “şiirin” yetmediği yerde anıları aktaracak başka bir dil devreye girer. Bir başka yanıyla “kaybın yasını tutma” olan yazma macerası, bellekte “dip köşe temizlik” yapmaya heveskâr kılar yazarı. İçinde ironiler, imalar, şaka gibi karakterler olsa da bu tür kitaplar aynı zamanda “yara beyanı”dır çünkü yazar iyileşmek için de yazar…

Zaman deyip geçmeyin, zamanın sözcüklerin, acıların avusunu (zehirini) almak gibi bir huyu vardır. Zamanla ve tarihsel ve siyasal bir elek olan zaman içinde içinde, sözcükler, onların delili acılar da mayalanıp dillenmek isteyince kendisine yeni sözcükler arar. Çünkü, eski ve eskimiş sözcüklerin, anlatılacakları anlatmaya mecali yoktur. Makus talihin ve tarihin sonunu değiştirmektir tüm heveslerimiz, dumanı içine ve dışına tüten kelimeler, şiirler, sözlü tarih çalışmaları, anlatılar, şarkılar bunun içindir…

Her yazı/kitap “takımdan” ayrı düş koşudur. Lakin bu hâl, hatıraların “takım oyunu” olduğunu unutturmaz. Bu nedenle, bir tarihte ve bir coğrafyada yaşayan bir dönemin karakterlerinin, her şeye rağmen birbirlerine el alıp el vererek mevcut oldukları da, zorunlu ve sorunlu nedenlerden dolayı ellerini bıraktıkları da kesindir. Ne var ki, her şeye rağmen bulamayacak, ellerimizi yeniden birleştiremeyecek kadar bir birimizden uzaklaşmadığımız da gerçektir. Can Yücel’in “El Tutuşa Tutuşa” şiirinde “Ne kadar elimiz varmış meğer” dediği durumdur bu. “Eller havaya!” kıymetlidir evet ama asi ve aksi ellerin birbirine ELdaş olmaları, benzer kaygılarla yazanların KALEMdaş olmaları daha da kıymetlidir…

Emin, “Hayırlı Devrimler Uşağum!” kitabıyla itinayla iz sürüyor…

İz, imge, şiir ve hatıra getirenleri çok olsun…

Tags: , , , ,


About the Author



Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Back to Top ↑