Makaleler

Published on Ekim 16th, 2020

0

Kazan kazan! – İsmail Cem Özkan


Kürt gerçeği, ülkenin ekonomik, politik, askeri, sosyal ve kültürel anlamda da gerçeğidir…

Son kırk yıllık tarihimizde Kürt sorunu, PKK’nın ilk kurşunu ile yeni bir ivme kazanmış ve ülkemiz tarihinde en uzun süren bir iç çatışmanın/ savaşının adlandırılmasında kullanılır olmuş. Öyle bir sorun ki yeni bir cumhuriyet kurulmuş, rejim değişmiş ama sorunun kendisi bir türlü bitmediği gibi daha da karmaşıklaştırılmış, sınırları aşan ve sınırlar arasında her sınırın öteki tarafındaki için de “iç sorun” olarak adlandırılmış. İçte yaşanan olaylara “kol kırılır yen içinde kalır” sözü uygulanmış. Şikayet etmeleri kınanmış, eziyet görenler yaşadıkları ile baş başa kalmış, hatta yaşananlar yok sayılmış, ülkede diğer yaşayanlar, çoğunluğu oluşturanlar “Orda bir köy var, uzakta, O köy bizim köyümüzdür. Gezmesek de, tozmasak da O köy bizim köyümüzdür.” dizelerini içselleştirmiş ve olaylara öyle bakmışlar…

Zaten o gitmedikleri yerlerde yaşayanlar (sürgünler gidip görmüş, bir de fakir ailelerin öğretmen çocukları, elbette güvenlik elemanları) gözü aç, çalışmaz, üretmez, yabani, aslında bizim üzerimize yük diye algılanmış ve de küçümsenmişlerdir. Ne dil bilirler ne de medeni!

Yakın tarihimiz içinde 12 Kürt isyanı gelmiş ve kısa süreler içinde askeri güç ile bastırılmış… Sarayda yapılan basın toplantısı ve sonrasında devrilen bir masa ile Kürt açılımına kadar zaten Kürtler ile görüşülmemiş, sınırda yapılan görüşmelerde onbaşı rütbesi ile Kürt aşiret liderleri ile görüşmüşler ya da kaçakçılık yapanlar ile…  Bir de seçim zamanları bazı aşiret liderleri siyasi partilerin liderleri ile yaptıkları pazarlıklar ile kendi çıkarlarına uygun haklar elde etmişler… Kürt ağaları var olan statükonun korunmasını o kadar içselleştirmişler ki, ortada onlara göre Kürt sorunu yok, asayiş sorunu vardır…

Masa deviren açılım öncesinde Kürt sorunu için tek açılım tarihimizde İstiklal Mahkemelerin kurulması ve kaldırılması, DGM’lerin kurulması ve kaldırılması diye adlandırılabilinir, aynı zamanda Sıkıyönetim Mahkemeleri gibi…

Devlet her isyan ile birlikte daha homojen devlet kurmak adına öteki kabul edilen Kürtleri yatılı okul, askerlik gibi ocaklarda Türkleştirme sürecine girdi… Fakat onların ekonomik boyutu bu güne kadar resmi olarak açıklanmadı…

Kırdan şehirlere göç, ucuz emek gücü, sanayileşen Marmara Bölgesinde hem Kürt hem de Karadeniz göçü ile yeniden biçimlendirilmesi, küçük yerleşim yerlerin metropollere doğru dönüşümü… Sanayi için gerekli sermaye birikimin olgunlaşması ve yarı burjuva bir kültürü oluşumu süreci…

80’li yıllarda yaşanan liberalizm dalgası ve 12 Eylül sonra darbenin amacına uygun ortamın yaratılması için “yeni düşmanın” oluşumu için yeni bir ortam yaratıldı, Kürtçe yasaklandı. Çünkü Kürtçenin yasaklanması, Diyarbakır Cezaevinde yaşanan insanlık suçlarının Kürtlerin alttan alta gelen bir isyan ateşini körükleyeceği biliniyordu. Etki, istenilen tepkiyi yaratacaktı ve yaratması da çok uzun sürmedi. İlk kurşun atıldı. Başta diğer ayaklanmalarda yaşanan İstiklal Mahkemesi mantığı ile olaya yaklaşıldı ama bu sefer 12 isyanın tecrübesi ve küresel olarak gelişen liberalizm dalgasının sonucu ulus devleti için hesaplanamamıştı. Belki de hesaplandı, çünkü ulus devleti refleksi artık yoktu, onun yerini ulus devleti mantığı taşıyanlar için bir belirsizlik almıştı ama liberal düşünce içinde proje üretenler için? … Devlet anlayışı, yapısı, refleksi değişiyordu. Başbakan tişört ile askeri birlikleri denetleyebilir hale gelmişti…  Önemli olan liberal düşünce ve onun getirmiş olduğu piyasa ilkeleri…

Kürt Sorunu karlı bir alana dönüşüyordu…

Elbette dil yasağı bir isyanında fitilini ateşledi… Resmi olarak tanınmayan bir dil resmen yasaklanmıştı… Uzun yıllar Kürt ve Kürtçe kelimesi geçmedi hiç bir resmi yazışmada, “bilinmeyen yerel dil” denildi…

Liberalizm mantığında “kıldan para kazanmak”, “kazan kazan” modelinin uygulanması…

Rakipler karşılıklı kazanması gerekliydi…

Kazanıldı da…

Ilımlı İslam devleti oluşumu için “sıtmayı gösterip vereme razı etme” modeli uygulandı…

Türk ordusu sanayisi vardı ama NATO denetimindeydi, her şeyi üretemezdi ama salça üretimine izin verilirdi… Askeri sanayiler kuruldu, sınırlıydı çalışmaları, çünkü teknoloji geliştirmeleri mucize olarak görülüyordu, var olanı geliştirmek veya uyarlamak… Bizim sanayimizde zaten buna benzer bir tarihi vardı… Bize ait olan dediğimizin altında ya İtalyan, ya Alman ya da Amerikan teknolojisi çıkıyordu. Kaporta bizim ama motor başkasının izin verdiği kadar hızlıydı, çevreye verdiği zarar yüksek ve Avrupa ve Amerika’da satılanlara göre daha az dayanıklı üretiliyordu…

“Ne kadar para, o kadar köfte” diyordu teknolojiye sahip olanlar…

Buzdolabından, arabaya kadar her sanayi ürünü montaj üzerine ama en eski, kullanımdan ya çıkmış ya da çıkmak üzere olan teknoloji… Amerika’da 1930’lı yıllarda renkli TV’ye geçmiş, biz 1980’li yıllarda tanımaya başlamıştık… Onların çöpe attığı insan sağlığına zararlı ürünlerini/ teknolojilerini tükettik!

Konumuza geri dönelim; “kazan kazan” modeli ve Kürt sorunu…

Sonuçta kaybeden, sürekli can kaybı yaşayan Kürtler bu savaş sonrası göreceli olarak başarı kazandılar. Kürtçe serbest! Kürt kelimesi serbest… Parası olan parasını verir Kürtçe dil eğitime gider, Kürtçe tiyatro eseri sergiler… Bunlar kazanılmış haklardır…

Can kayıplarına, katliamlara rağmen cumhurbaşkanı olan Süleyman Demirel “Kürt realitesini” tanıyarak Kürt sorunu çözümü için önemli bir adım atmıştır ama sadece adım atmış altını doldurmamıştır…

Peki devletin kazancı ne oldu? Onu da Erdoğan iktidarı döneminde gördük… İslami piyasadan liberalizm rüzgarı sayesinde yandaş şirketlere verilen satın alma garantili siparişler ile askeri alanda üretilen her mühimmat ticari araca dönüştü… Elbette daha önce atılan adımlar vardı ama adımlar artık adım olmaktan çıkmış birer yatırıma dönüşmüştür…

Bugün İHA, SİHA adı verilen cihazlarda (yerinde oturup, düşmanı yok etme teknolojisi adını veriyorum) bir çok ülkeye silah satan konumuna geldik, aynı zamanda izin verilmiş yandaş şirketler teknoloji transferi yapacak konumunda oldu… Her ne kadar bazı kritik teknolojide dışa bağımlı olunsa da artık onun zaman içinde bağımlılık ilişkisi ortadan kalacaktır…

Kürt isyanı ve 12 Eylül düzeni yürütülen mücadele ekonomik anlamda meyvesini vermeye başladı… Görülüyor ki darbenin arkasında olan güçlerin en uzun süreli projesidir 12 Eylül ve şimdilik göreceli olarak başarıya ulaşmış gözüküyor. Hem siyasi hem de ekonomik kararlarda nispi başarı elde edildiği gibi, muhalefeti de iktidara bağımlı, onun izinden giden, onun yerinde gözü olmayan konuma getirdi…

Türkiye, son Azerbaycan-Ermenistan savaşında kanıtladığı gibi ürettiği malın ticari değeri vardır ve güven ile dünya piyasalarına savaşta gösterdiği başarı ve sonucu etkileyen konumu ile rakip firmaların önüne geçmiş gözüküyor… Son haberlere göre açılmış da…

Yeni bir Kürt açılımını acaba ülkemiz yapmaya hazır mı?

Bir ara hazır olduğunu hissetti ama ticari ve siyasi kaygılar masa devrilmesi ile sonuçlandı… Sarayda yapılan basın toplantısı ve sonrası ve bugünlerde o günlere atıfta yapılan siyasi operasyonlar… Elbette ülke içinde ki gelişmeler kadar çevremizde olan hibrit savaşlarında sonucu ülke içinde yapılacak hamlelerin belirleyicisi olacaktır, kısaca belirsizdir gelecek. Şimdi ki zaman içinde açılım yerine daha da körüklenecek bir çatışma söz konusu olabilir, çünkü İHA ve SİHA ile elde edilmiş geçmişe göre daha az kayıplı ülke içinde operasyonlara imza atılıyor. Son yıllarda yapılan operasyonlardan aldığı güç ile içişleri bakanı kendi başarısını taçlandırmak için tüm hukuk kurallarını yok sayacak, kendi ihtiyacına uygun karar alacak yeni bir devlet düzeni istemektedir.  

Liberalizm uzun vadeli planlar yapmaz, projeler üretir ve o projelerde amaç kazan kazandır. Her kesimin kazanacağı model ama kazanç kelimesi içinde bir çok anlam barındırır…

Sürekli ve düzenli bir iç savaş stratejisine devletin ihtiyacı kaldı mı?

Eğer ülkenin ekonomisini silah sanayisine dayandırırsanız mutlaka savaş, çatışma içinde olmak zorundadır… ABD dünyada var olan her çatışmanın içinde oluyorsa eğer, silah sanayisi öyle istediği içindir.


İsmail Cem Özkan – 16.10.2020

Tags:


About the Author



Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Back to Top ↑