Makaleler

Published on Temmuz 15th, 2021

0

Kemik bıçağa dayanmalıdır | Xwe Metin Ayçiçek


Artık “yaklaşmakta olan” değil, uzun zamandır “içinde yaşanılan” bu zulüm iktidarına karşı aktif mücadelenin örgütlenmesi, neredeyse var olabilmenin biricik yoludur…

Osmanlı’da Tanzimat’tan itibaren başlayan Batı türü devlet arayışı, esas olarak biçimsel bir yönelişle ele alınıyor ve kapitalizme geçişi sağlayan iç dinamizmden ve alt yapıdan yoksun olarak gerçekleştirilmek istenen “ulus devlet” kurma çabaları, bu devleti ayakta tutacak “ulus toplumun” ve bunun sosyo-ekonomik altyapısını oluşturan kapitalizmin yeterince gelişmemiş, biçimlenmemiş olması nedeniyle, Osmanlı ordusu ve bürokrasisi içerisinden gerçekleştirilmeye çalışılmaktaydı. Sezeryanla doğan bu Cumhuriyetin, Osmanlı’nın inkârı olmak yerine, Osmanlı’dan kalan parçalar üzerine kurulmuş bir maketi olduğunu söylemek mümkündür. arak kuruluşundan bugüne hiçbir zaman kolay günü olmadı.

Cumhuriyetin kuruluşu da bu töreyi bozmadı: batı tipi (burjuva) devlet modelleri tek adam sistemleriyle donatılarak,1946’ya kadar sürdürüldü. Ve Cumhuriyet, daha kuruluşundan itibaren, sömürgeci Türk devleti hegemonyasında Kürt ve Alevi katliamlarını sürdüreceği için, bu hedef gerçekleştirecek güce sahip bir “milli” devleti yaratma çabası içerisine girildi. Aynı anlayış  “tek adam” sisteminin darbeci yöntemiyle gerçekleştirdi. “Demokrasiye sahip olmayan bu cumhuriyet” asker-sivil bürokrat bir toplumsal güçle yeni devleti inşa ediyordu.

Türkiye Cumhuriyeti, doğuşundan itibaren sömürgeci bir devlet olarak kendini var etti. Ve sömürgeci bir devlette, elbette silahlı gücün temeli olan ordu, Cumhuriyet tarihinin bütününde birinci dereceden söz hakkına sahip olarak siyasette de birinci dereceden rol üstlenmekteydi. Örgütlenme geleneğine sahip olmayan bir sivil toplumun güne tapınma hali; sistem ortaklığı nedeniyle tarihi değiştirme isteğine sahip olmayan bir muhalefetin, toplumsal kriz anlarında iktidarla ortak operasyonlar düzenleyerek sistemi koruyup sürdürmeye çalıştığı “tek’ler üzerine kurulmuş” bir ittifak ilişkisi içinde idi.

***

Bugünün Türkiye’sinin, kuruluş yıllarının tek adam diktatoryasıyla ve demokrasiden yoksun Cumhuriyet tarihinin diğer süreçlerinde sıkça fabrika ayarlarına dönüştürülme amaçlı olarak gerçekleştirilen askeri darbe yönetimleriyle karşılaştırdığımızda: sömürgeci zulmün yaygınlığı, işçi sınıfı ve yoksul halk kitlelerinin sefaleti, sistem muhaliflerinin ve kendi rengini elde etmeye çalışan Türk olmayan diğer halklar ve Sünni-Hanefi mezhebinden olmayan diğer inançlara yönelik saldırıların ortaklığında haylice benzerlik söz konusudur.  Ama çok rahatlıkla söyleyebiliriz ki, devlet yönetiminin bu derece ayak altına düşürüldüğü; dinin bu derece çirkinleştirildiği; politikanın bu derece soysuzlaştırıldığı; iktidarın kanlı Osmanlı yönetimlerinden de beter bir biçimde bu derece aile şirketi haline getirildiği; insan onurunun, onur kavramına bütünüyle yabancı bir iktidar tarafından bu derece ayaklar altına alındığı ikinci bir örnek yoktur.

İsim vererek söyleyeyim: Oğlu Bilal ve bütün aileye “evdeki kasaları boşaltıp, paraları kaçırması” talimatı belgelenerek suçüstü yakalanmış bir hırsızın Cumhurbaşkanı olabildiği bir ülkede; mafya gruplarıyla çıkar ortaklığı temelinde birlikte büyüyen, gaspçı-soyguncu bir şeref yoksununun halkın güvenliğinden sorumlu bir İçişleri Bakanı olabildiği; kırkı aşkın çocuğun tacize-tecavüze uğradığı yandaş bir kurumu “bir kereden bir şey olmaz” açıklamasıyla koruyan aileden sorumlu bir kadın bakanın toplum içinde “saygın” addedilerek dolaşabildiği; deprem ve Corona dahil bütün doğal afetleri kendileri için ticari çıkara dönüştürmek amaçlı kurulmuş paravan şirketlerle taçlandırılmış, bakanlardan oluşan bir Cumhurbaşkanlığı Çetesi’nin ve Bakan ailelerinin kirlettiği bir ülkeden söz ediyoruz artık.

Her vaazını cinsellik üzerine getiren sapık Cüppeli’lerin cemaat lideri olabildiği; kurduğu TV’si yıllarca RTÜK’den de ceza almadan ve İslamı yedi kat yerin dibine gömen pornografik-dinsel yayın yapan Adnan kepazesinin “hoca” diye anılmasına yıllarca izin verilebildiği; Şeyh-ül İslam Hazretleri pek muhterem Diyanet İşleri Başkanlığının “babaların kendi kız çocuklarına şehvetle sarılması nikâhı bozmaz” diye fetva verebildiği ve lüks içinde yaşarken bir hırka ve bir lokmadan öte servete sahip olmayan bir peygamberin ümmetinden olduğunu söyleyebildiği bir ülkeden söz ediyoruz artık.

Böylece pedofil, enses ve diğer seksüel sapıklıklar ve kadına yönelik şiddetin sürekli artış eğilimi içinde olduğu; yoksulluğun, iş cinayetlerinin kaderdren sayılmasının öğütlendiği; uyuşturucu kaçakçılığının, gaspın, haraçın olağan kazanç sayıldığı bir ülkeden söz ediyoruz artık.

Evet, böylesi açık sergilendikten sonra, hâlâ bu devlet çetesini, bu cinayet örgütünü savunabilen her hangi bir insanın, “insani değerlere, insan onuruna” azıcık da olsa sahip olabileceğini düşünebilmek, benim için artık mümkün değildir.

***

Yaşadığımız son 20 yıl, toplumsal değerlerin, saygı duyduğumuz bütün ilkelerin dibe vurduğu, hatta ortadan kaldırılarak meşruiyet kazandırıldığı bir süreç oldu.

Her sözü yalan olan bir liderin peşinde yürümeye öylesine alıştırıldılar ki, parmağındaki yüzükten başka bir servete sahip olduğunda kendisinden hesap sorulmasını isteyen Kırk Haramiler’in liderine, ülkenin bütün yaşam kanallarını emerek, ülke insanlarını yoksulluğa açlığa terk edebilen, topluma ait zenginliklerin bütününü bir vampir gibi emen bu doyumsuz ejderhaya tek bir oy bile verildiği bir ülkenin lekeden arınabildiğini söylemek mümkün değildir.   Karınları aile boyu açlıkla kramplar içinde kıvranırken, “liderin müjdesiyle”, “Ortadoğu’nun ve Balkanlar’ın en zengin ve gelişmiş ülkesi olduklarını” duydukça huşu içinde tapınan; üretmeyen ama talan ve gaspla yaşayan Osmanlı sistemi savunuculuğu, betona döktükleri kentleri açlıkla terbiye ederken, kendileri insana özgü bütün duygularını da bu betona dökerek, sadece hayvani ihtiraslarıyla büyümeye çalışıyorlar. Yemek, içmek, yatışmak ve dünyayı kirleterek, kendi yaşam alanları gibi birer lağım gölüne dönüştürmek biricik başarılarıdır. .

Yaratılması felaket olacak bir geleceğe doğru, kan ve ateş içinden yürümeye zorlanırlarken, ceberrut bir sistemin kıskacında, her gün biraz daha insanlıktan uzaklaşan bir zebani misyonu üstlenmişlerdir artık.

***

Bu çeteye iktidar yolu açan bir muhalefetin de en az bu çete mensupları kadar kirli olduğunu söylemek gerekir. Zülfü Livaneli’nin 2002’de gerçekleşen eleştiri konularını ancak  2007’de yazabilmiş olması elbette ciddi bir eleştirinin de konusudur. “Kol kırılır, yen içinde kalır” düşüncesi, kitleleri yönetmek durumunda olan siyasal partiler için ayıbın üstünü örtmek gibi ahlaki sorunlara kaynaklık edebilecek bir davranıştır elbette. Ama 2007’de de olsa, eleştirilerini dışa vurduğunda da (o tarihlerde yazdığım yazıdan aktararak) “içeriden birilerinin desteği olmadan gerçekleştirilmesi mümkün olmayan” bu kumpasın bugün bile mevcut yönetim tarafından üstünün örtülmeye çalışılması iktidarın gücünü artıran bir davranıştan başka bir şey olamaz. Ve elbette bu insanlar cahil değiller, ne yaptıklarını bilmektedirler. Onlar muhalefet olarak kalacaklarının bilincindedirler ve bu konumu sürdürmek kararlılığındadırlar. Kılıçdaroğlu, Tayyip sistemin bir koltuk değneğidir. Türk ırkçılığını üstü kapalı olarak savunan bu “muhalefet” lideri “Anayasa’ya aykırı olduğunu biliyorum” diye diye AKP’nin dokunulmazlıkların kaldırılması talebine destek olmuş bir “muhalefet!!!” lideridir.

7 Haziran 2015 seçimlerinde 45 saat AKP ile görüşmelerine rağmen, HDP’nin de dışarıdan destekleyeceğinin sözünü verdiği bir koalisyona gitmeyi reddeden; ve böylece “hükümetin kurulamaması” nedeniyle “seçimlerin yenilenmesine” kapı açan Kılıçdaroğlu’nun, bu süreç sonrasında yaptığı, Türkiye halklarını “aptal” yerine koyan açıklaması ise utanç vericiydi: “AKP, bu görüşmelerde bize koalisyon konusunu hiç açmadı!” Dalga geçer gibi bir açıklama. “Peki, sen neden bu sorunu onlara hatırlatmadın?” diyen de çıkmadı sanırım. Ve seçimler bildik devlet terörü içerisinde yenilendi.

Şimdi hesap vermek zorundadırlar. Kürtlerle, Alevilerle aynı fotoğraf karesi içerisinde yer almak dahi istemeyen bu “akıl noksanı muhalif önder”, kızlarda evlilik yaşı, ya da aile içi ilişkilerde cinselliğe yönelik sorularda neredeyse pedofili ya da enses ilişkileri mi savunuyor sorusunu haklı olarak sorduracak bir Diyanet İşleri Başkanı’nı makamında ziyaret edebiliyordu.

Livaneli, bunu çok güzel görmüş ama ne yazık ki deşifre etmemiştir. Açık söylemek gerekiyor. Muhalefetin “ne hırlaması ne mırlaması duyulmayan” kediciği Kılıçdaroğlu, iktidar olmayı asla düşünmüyor. Ama muhalefetin (hiçbir yaptırım gücü kalmamış olan) arslanı Baykal da böyle düşünüyordu. Takma Gandi de, alacağı geleneksel oy onu normal koşullarda sadece muhalefete taşıyabileceği için, Deniz Baykal’ın yaptığı hatayı sürdürmektedir. Baykal’ın Tayyip’e verdiği destek, iktidarı güçlerinin ahlaksızca hazırlanmış bir operasyonu olan kaset olayının baskısı altında kalma olgusu değil, giderek tükenmekte olan siyasal varlığını, iktidarın da desteğiyle muhalefette koruyabilme çabasının sonucudur. Bu açıkça bir simbioz ilişki, birbirinden beslenerek varlıklarını sürdürme halidir. Mevcut devlet çetesini iktidara taşıyan çabanın onlarca örneği, ana muhalefet partisinin desteğini yeterince sergilemektedir.

***

Tamam, bunları herkes biliyor olarak kabul edeyim. Şimdi, bu çetenin içinden gelen bir Sedat Peker bu harami sisteminin içini dışına çıkardı. İktidar panik halinde, kan kaybı durdurulamaz bir biçimde sürüyor.

Giderek pazarları daralan Türkçü-İslamcı MHP haramilerinin İslamcı-Türkçü AKP haramileriyle birlikte Fethullah haramilerine karşı yaptığı ve kökleri Osmanlı İktidar geleneği olan kardeşin kardeşi katletmesi, birinin ötekini arkadan hançerleme ya da kementle boğdurma alçaklığıyla var oldukları için, çok iyi bildikleri bu oyunun şimdi kendilerine yöneleceği korkusuyla önlemlerini almaya başladılar. Bu siyasal sistem ahlak dışı yöntemleri bolca kullanarak var olmuştur ve çöküşü de bütün insanlığı kirleten kendi pislikleri içinde boğularak olacaktır.

Bu politik-ekonomik sistem çoktan çökmüştür biliyoruz, ama korkularıyla doğru orantıda artan zor gücünü kullanarak, bir süre daha, tarihsel olarak varlığını devam ettirebilme yeteneği bugün de vardır.

İşte yukarıda tanımlamaya çalıştığımız harami kardeşler arası çatışma, bir yok oluşun da müjdecisidir. Açıktır ki tek adam rejimini sürdürme yeteneklerine sahip olan bir “tek adam” henüz yaratılamamıştır.  Tayyip’in korkusu da budur: “tek adam” gibi görünse de öyle olmadığını, iktidar için iç çatışmanın iktidar güçleri içinde ve sert bir biçimde devam ettiğini biliyor. Bu onun paranoya alt yapılı kâbuslarının da nedenidir. Bu harami, aynı kanı taşıyan Harami kardeşlerini o kadar kolay harcadı ki, bugün “eski dostlarından” hiçbiri onun yanında değildir. Ve “Yüzüklerin Efendisi” şimdi, geçmişte kendisine en ağır küfürleri yapan düşmanlarıyla ittifak kurmak zorunda kaldı. Kendi deyimiyle “yılanlarla aynı çuvala girdi.”

O, kendi yarattığı cehennemde, kendi kanından yarattığı yılanların zehriyle boğulacaktır.

***

Bu anlatılanlar, bilinmeyenlerin deşifre edilmesi çabası değildir. Çünkü yaşananlar hepimizin gözleri önünde yaşandı. Ama şimdi bıçağın saldırısını beklemeden, kemiği bıçağa dayamak noktasındayız.

Zira polisi, jandarmayı, askeri bütünüyle denetleyebilen bugünkü haramiler iktidarı, Hitler ve Mussolini pirlerinin de yaptığı gibi, sivil militarist güçlerin örgütlenmesi ve silahlandırılmasını da çoktan gerçekleştirmiş durumdadır. Sadece SADAT, JİTEM benzeri infaz örgütleri, IŞİD gibi görev bekleyen Tayyip güçleri, Soysuz’un polis teşkilatı, Berat ve Sedat’ın Albayrak “Medya” imparatorluğu, uluslararası uyuşturucu patronları ve bilcümle alçaklar ordusu, aynen kendi evlatlarını öldürmekten çekinmedikleri düzmece 15 Temmuz katliamı gibi kan kokusundan hayat coşkusu yaratmaya hazırlanıyorlar.

Önümüzde 2023 seçimleri, yani Cumhuriyet’in ilk yüz yılının rövanşı, hazırlanmaktadır. Bunun çok sert geçeceği bellidir. Açıktır ki muhaliflerini ezebilmek için bir “Darbe Girişimi” tiyatrosunu sahneleyebilmiş, kendi halkının kırımını düzenleyip kendi meclisini bombalatmış olan bir siyasal iktidar, bu savaşı kaybettiğinde her şeyini kaybedeceğini bilmektedir.

Bu iktidar teslim olmayıp direnecektir. Onlar öylesine iğrenç bir tarihin yaratıcılarıdır ki, iktidarlarını kaybettikleri bir durumda, bu dünyanın hiçbir köşesinde yaşayamayacaklarını gayet iyi bilmektedirler. Çünkü kendini var etmeye çalışan “insanlık onuru”, ne olursa olsun, sistemin bu aşağılık fabrika üretimlerini Mussolini ve Hitler babalarının yanına gönderecektir.

Onların ölümünü istemiyorum. Çünkü dünya halklarına, çocuklara, kadınlara, gençlere öylesine zulüm yaptılar ki, yaşamalarını ve mazlum halkların tükürüğü içinde, her gün bin defa boğulmaları, belki de insanın iktidar ve servet uğruna kaybettiği onurun sonsuza dek egemen olmasının da yolu olacaktır.

Öylesine korkuyorlar ki, kaçınılmaz olan bu sonu yaşamamak için, derini ve sığıyla yani çıplak adıyla “devlet”in ordu-polis-jandarma-MİT-SADAT ve benzeri bütün çetelerinin ellerinde “envanter içindeki” öldürme silahları dışında “envanter de gözükmeyen” silahlarla donatılmış sokak güçleri de sahaya inecektir. “Sahte 15 Temmuz Darbe Girişimi” sürecinde “sokağa” dağıtılan 160 bin civarındaki silahın önümüzdeki süreçte muhalefetin karşısına çıkması büyük olasılıktır. Artık birey olarak dahi en doğal insan hakkı olan yaşam hakkını koruyabilmek için kendimizi hazırlamak zorundayız.

Bu, bir yandan toplumsal muhalefetin bütününün 100 yıldır yaşadığı Cumhur+Millet ittifaklarını reddederek, halkların haklar ve özgürlükler ittifakını kurmak gerekmektedir. Ve bugün iktidarın bütün katliamcı gelenekleriyle beslenmiş, büyümüş ve özellikle metropollerde yerleşmiş olan resmî ya da sivil silahlı güçlere karşı meşru savunma örgütleri yaratılmadan bu ülkede yaprağın kımıldamayacağı açık bir gerçekliktir. Zulümle, hırsızlık ve soygunla beslenen resmî-gayrı resmî harami çetelerine karşı onurlu bir direnişi sürdürebilecek etkin örgütlenmeleri, öncelikle metropollerde yaratmadan bu ülkede bir hareket yaratmak mümkün olmayacaktır.

Artık “yaklaşmakta olan” değil, uzun zamandır “içinde yaşanılan” bu zulüm iktidarına karşı aktif mücadelenin örgütlenmesi, neredeyse var olabilmenin biricik yoludur.


Xwe Metin Ayçiçek – 15.07.2021

Tags: , , , , ,


About the Author



Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Back to Top ↑