Yazarlar

Published on Haziran 6th, 2020

0

Kendinden olana demokrasi, ya olmayana? – Mustafa Kumanova

Şu anda ABD’de siyahlara uygulanan ayrımcılık ve ırkçılık insan hakları ihlallerinin ne kadar içselleştirildiğinin bir göstergesidir… Benzer şekilde bugün Türkiye’de olmakta olan da tam da budur…


Modern Toplumda insan hakları modern söylemlerle o kadar iç içe geçmiş ve her ideolojik görüşten siyasetçinin, örgütün, topluluğun ya da her kesimden insanın olur olmaz, yerli yersiz dilline o kadar pelesenk olmuştur ki, onu tartışmak ya da içeriğini ve uygulamadaki halini masaya yatırmak neredeyse imkansız görünmektedir. Bu kavramın problemli yapısı sadece insanların farklı insan hakları kavrayışlarına sahip olmasından kaynaklanmaz, çünkü insan hakları-fikir ve ifade özgürlüğü, örgütlenme özgürlüğü, mülkiyet hakkı, kanunlar önünde her bir bireyin eşitliği- gibi kavramlar dikkate alındığında teoride oldukça muhteşem gözükmektedirler. Ve kağıt üstünde her şey sorgusuz sualsiz çok açıktır, ancak gerçek koşullar göz önüne alındığında ya da günlük hayat içindeki uygulamalar söz konusu olduğunda “insan hakları”nın genellikle egemen ideoloji ve çıkarlar tarafından gölgelendiği, maskelendiği ve suistimal edildiği görülür.

Peki, teoride ve felsefi söylemde bu kadar muhteşem görünen insan hakları pratikte nasıl işliyor? Diğer bir deyişle insan hakları ihlalleri iddialarını ya da insan haklarına uyulmasını hangi çıkarcı kurum ya da kişiler işler kılıyor? Çünkü günümüz modern kapitalist toplumunda insanların bilincini ve davranışlarını belirleyen maddi çıkarlarıdır ve her sınıf maddi çıkarlar doğrultusunda temsil edilir. Burjuva parlamenter sistemi de bunun dışında değildir. Dolayısıyla, “kendi kendini geliştirme gücüne ve kapasitesine sahip” olan ama bu gücü egemenlerce elinden alınan üretici güçler kapitalist bir toplumda insan haklarından ne kadar nasipleniyorlar? 

Ve her daim toplumsal değişim hakkına uzak kalan ve toplumsal değişim hakkına hiç bir atıfta bulunmayan insan hakları üretici güçler tarafından böyle bir talep ortaya konduğunda gözlerini yumuyor ve hatta böyle bir hak karşısında gösterilecek olan-ve tarihte çok defa gösterilen- şiddet göz ardı ediliyor. O halde, şu soruyu sorabiliriz: Bu kadar muhteşem haklar sunan “insan hakları” karşısında yine de insanoğlu toplumu dönüştürme ve değiştirme ihtiyacı hissediyor, neden?

Öte yandan, genelde siyasi çıkarlar için üzerine bu kadar düşülen insan hakları ihlalleri nasıl oluyor da bu kadar kolay işlerlik kazanıyor? Çünkü, egemen sınıf tarafından ihlaller yasallaştırılıyor ve meşru kılınıyor. Sonunda gelinen noktada toplumsal dönüşüm talepleri büyük bir hayal kırıklığı ile sonlanıyor. Çoğu zaman da, işin ironik kısmı belki de, bu talepler gayri meşru ve yasal olmayan ilan ediliyor. Ve bu taleplerde bulunan kişilerin başına neler geldiği ise insan haklarının hiç umurunda olmuyor. Irak’ta, Libya’da, Suriye’de, Yemen’de ve daha nicelerinde olanlar ya da ABD’nin diğer ülkelere “demokrasi ve insan hakları” götürmesi örneklerine bakılabilir…

Nihayetinde güçlü olan demokrasi de insan hakları da götürüyor ve bangır bangır insan hakları diye ortalığı ayağa kaldırıyor. Ama gelin görün ki, ister emperyalistler ister yerel egemen güçler tarafından olsun kendi halklarından ya da içeriden gelen toplumsal dönüşüm talepleri olduğunda insan hakları birden tedavülden kaldırılıyor. ABD tüm dünyaya demokrasi ve insan hakları ihraç ederken, kendi halkına ayrımcılığın ve ırkçılığın en şiddetlisini yaşatıyor. Şu anda ABD’de siyahlara uygulanan ayrımcılık ve ırkçılık insan hakları ihlallerinin ne kadar içselleştirildiğinin bir göstergesidir. Bu duruma karşı gelenlere ise plastik mermi, biber gazı ve gözaltı layık görülüyor. Demokrasi ve insan hakları laflarını ağızlarından düşürmeyenler tarafından…

Benzer şekilde bugün Türkiye’de olmakta olan da tam da budur. 

Tarihsel çizgisine baktığımızda kendisinden gelişmişlik beklenirken bir kişinin sultası altında her geçen gün faşizm bataklığına doğru yol alan, etnik, dini ve ulusal kimliklerin politik alan içine sıkıştırıldığı, böyle olduğu için de gerici bir milliyetçilik ve laiklikten uzaklaştığı oranda yobaz bir dincilik anlayışına saplanıp kalmış bir ülke Türkiye.

Muhalefetiyle ve iktidarıyla tam da olan biten budur. Herkes kendinden olanlara herhangi bir baskı geldiğinde ortalığı ayağa kaldırıyor. Kendinden olmayanlar söz konusu olduğunda ise insan hakları ve demokrasi oy kaybetme korkusuyla rafa kaldırılıyor. Kendi milletvekilini cansiparane savunanlar aynı haksızlığa uğramış kendinden olmayan milletvekillerinin ne adını ne de haklarını ağızlarına dahi almayıp dut yemiş bülbüle dönebiliyorlar. Oysa, CHP’nin yapması gereken, korona virüs nedeniyle CHP milletvekili Enis Berberoğlu’na sağlanan tahliye olanağının tüm siyasi tutuklulara sağlanması gerektiğini savunmak olmalıydı. Kendi milletvekillerinin haksızca milletvekilliği düşürülürken aynı haksızlığa uğrayan HDP milletvekillerini de savunmak olmalıydı. İnsan hakları bunu gerektirirdi. Siyasilere af, demokrasi ve özgürlük mücadelesi geneli kapsamalıdır. Sadece kendinden olanları değil. Tekçi ve kişilere indirgenmiş mücadele demokrasi ve insan haklarının içini boşaltırken tüm toplumsal muhalefeti de daraltır.

Ve artık bu ülkede ne olursa olsun ezilenlerin yanında olmak bir elzemdir.

Ne medeniyet, ne ideoloji, ne inanç, ne gelenek, ne kültür ne de diğer şeyler. Bu dünyada insanlığın tek göstergesi var: Dünyaya kimin penceresinden bakıyorsun? Ezenlerin mi, Ezilenlerin mi? Bu dünyada kimin yanında yer alıyorsun? Sömürenlerin mi, Sömürülenlerin mi? İşte bir insanı insan yapacak olan, bu sorularla yüzleştiği andır.

Türkiye’de sadece muhalefet ve iktidar karşı karşıya gelmiyor. Ezen ve ezilen, sömüren ve sömürülen, soyan ve soyulan, zalim ve kimsesiz, zengin ve yoksul, mağrur ve mağdur da karşı karşıya geliyor. 

Sonucu belirleyecek olan ise nerede durduğun olacak. 

Bir despotun yanı mı, yoksa adaletin yanı mı? 

Ezenlerin yanı mı, yoksa ezilenlerin yanı mı? 

Tüm içi boş sloganları unut! 

Tek gerçek var: bu dünyaya kimin penceresinden bakıyorsun? 

Fakirin mi, Zenginin mi? 

Gerisi boş laf… Çünkü ezenin penceresinden baktığın sürece bir diktatör gider bir diğeri gelir. Ama eğer ezilenin penceresinden bakarsan gelecek tek şey var: 

KARDEŞLİK, EŞİTLİK ve ÖZGÜRLÜK.

TÜM SİYASİ TUTSAKLARA ÖZGÜRLÜK!

Tags:


About the Author



Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Back to Top ↑