Makaleler

Published on Ağustos 30th, 2021

0

Kökler belirler mi bugünü? – İsmail Cem Özkan


Hatalar kötü değil. Onları düzeltmemek bile kötü değil. Kötü olan, onları gizlemektir.” Brecht

Her siyasi hareketin bir tarihsel kökü vardır ve oradan aldığı birikimi ile bugüne dair düşüncelerini ve yol haritasını belirler. Tarihsel kökü olmayan her yapının nereye savrulacağı belli olmaz, çünkü onu tanımlayan şey nerede durduğu ve hangi pencereden olaylara baktığıdır. Tarihsel kökü olmayan hiçbir hareket ve ulus kendisini bugüne konumlandıramaz, mutlaka bir tarihsel kök bulmak zorundadır, çünkü hiçbir şey aniden oluşmaz, onun bir evrimsel süreci vardı, ben yaptım oldu tarihsel hareketler için geçerli değildir. Diktatörler bile gömlek değiştirmiş olduklarını söylerken kendilerine bir tarihi kök bulurlar.

Her sol yapı diğer toplumsal hareketler gibi kendi tarihini bir yerden başlatır, çünkü toplumsal hareketler bir kökten beslenir ve o köke uygun hayata bakar. Tarihsiz siyasi hareket olmaz, o yüzden birden siyasi hareket çıkamayacağına göre hareketler bugün varlıklarını daha iyi anlatabilmek ve bir toplumsal tabana oturtmak için bir tarih kök bulur ve o kökten fışkıran bir fidan olduklarını ilan ederler. Önemli olan hareketin “somut durumlara, somut tahlillerini yapabilmeleri” için “nereden baktıkları” kadar “hangi gelenekten” geldikleri ve o geleneğin siyasi öncelikleri ile bugün arasında bağlantı kurmak veya devamlılık sağlamaktır…

Bizim sol tarihimiz TKP tarihi olarak algılanır ama TKP öncesi ve Osmanlı döneminde oluşan sol hareketlerin de olduğunu biliyoruz. Türkiye sol hareketi Osmanlı dönemi içinde oluşan birikimden faydalanmış ve kök olarak oradan kendisini konumlandırmıştır, fakat Osmanlı döneminde homojen bir hareketten söz edemiyoruz, ittihatçı bir gelenek yanında, işçi sınıfı içinde örgütlenmeye çalışan küçük bir kesime seslenen Marksist harekete kadar geniş bir alan söz konusudur. Fransız devrimi sonrası oluşan ulusal fikir ve onun içinden doğan bir işçi sınıfı düşüncesi söz konusudur, Avrupa’dan geçte olsa bize oluşan bir çok düşünce hareketleri vardır ve onun toplumsal karşılığı da tarihsel süreç içinde kendisine alan bulacaktır.

Fransız devriminin ülkemize olan etkisi bir çok değişik etkisi olmuştur, teoriden daha çok pratik yönünden ele alan ve tam amacı özümsenmeden ordu içinde gelişen bir ittihatçı gelenek, siyasi olarak mücadele eden, ulus fikriyatı için o güne kadar yok sayılan Türk ve Anadolu kavramı içinde kendisini örgütleyenler yanında, Yahudi, Rum ve Ermeniler ağırlıkta olmak üzere ülkemizde bulunan daha sonra kabul edilen “azınlık” dini ve milletlerde uluslaşma yanında işçi sınıfı merkezli ütopik sosyalist düşünceleri içinde barındıran örgütlenmeler bu dönemin eseridir.

Balkan savaşı aslında Balkan’da yer alan ulusların “kendi kaderini kendileri belirlemek” için hakim devlet olan Osmanlıya karşı savaşmış ve bir bölümü bu savaştan Rus imparatorluğu ve diğer sömürge devletlerin desteği ile kazançlı çıkmıştır. Osmanlı devleti her ne kadar kendisini Balkan Devleti olarak tanımlamış olsa da bu savaş sonrası Anadolu’ya doğru büyük bir göç ve bu göçün yaratmış olduğu toplumsal dönüşüm ya da uluslaşma uyanışı ile karşı karşıya kalmıştır. İstanbul bu büyük hareketlilikten en çok etkilenen şehirdir, uluslaşma ve Osmanlı imparatorluğunun zor ile ayakta tutmaya çalışan sarayın elinden iktidarın alınması süreci bir anlamda yeni fikirlerin toplum içinde olmasa da ağırlıkta toplumun en ileri kesimi olan ordu içinde karşılığını bulmuş ve ittihatçı bir geleneğin tohumları ekilmiştir. Fransız solunun ülkemize etkisi bu süreçte cılız olarak kendisini göstermiş olması onların elinde güç olması anlamına gelmemektedir. TKP kuruluş süreci işte bu cılız ama örgütlü bir kesimin ittifak içinde yer almasını ortaya çıkaran bir tarihsel sürecin başlangıcını anlatır.  Selanik ve İstanbul merkezli bu örgütlenmelerin sembol ismi ileride TKP genel sekreteri olacak olan Şefik Hüsnü’dür. Her ne kadar Fransız etkisi ülke topraklarında varken aynı süreçte Almanya’da eğitim gören öğrencilerin ve gençlerin oluşturmuş olduğu Spartaküs hareketinin de ülkemize olan etkisi yok sayılamaz. Kurtuluş savaşı sürecinde Spartaküs hareketinin ülkemizde uzantıları kurtuluş savaşına destek vermiş ve Bakü’de konferans toplayarak TKP kuruluşu için karar almışlardır. TKP resmi tarihinde TKP Ankara’da kurulmuş, orada kurulan TKP homojen değil, birleşik TKP olmuştur. TKP, kuruluşundan sonra üst örgüt olarak komitern kararlarına bağlı kalacağını ilan etmiştir. Kısaca Sovyet çıkarları TKP’nin stratejik çıkarlarını belirler konumda olmuştur.

TKP, Rus Sovyet devriminden sonra kendisini tanımlamış ve örgütlemiştir, gerçek örgütlenme süreci kuruluşunda değil, Kemal Türkler ile işçi sınıfı içinde taban bulması ile tamamlamıştır.

TKP bir sol harekettir ve kendini fesih edip, yeni bir isim ile evrimleşmesi ile arkasında kendi takibi olduğunu ilan eden bir çok hareket bırakmıştır. TKP ardıları için bugün sol siyasi hayatımızda birden fazla hareket mevcuttur ve kendi örgütlenmelerini oluşturmaya devam etmektedir.

Bir de sol tarih içinde Osmanlı son dönem sol hareket olarak kabul edilen İttihat ve Terakki Partisi devamcısı olduğunu ilan eden partiler mevcuttur. Onların ortak özelliği devlet partisi olduğunu ilan etmeleridir. Milli demokratik ya da ulus devlet anlayışını “ileriye taşımak” üzerine kurguluyorlar. Öncelik ulus devleti anlayışı ile hayata bakıp, yetersiz gördükleri bu devleti nihai hedef olarak işçi sınıfı devleti yapma iddiaları içindedir.

CHP burada kendisini sol olarak tanımlaması Bülent Ecevit döneminde “ortanın solu” olarak tanımlayarak kurucu partinin sola doğru yöneliminin yol haritasını değişimden daha ağırlıkla, ulus çıkarı ve ulus devletinin kendisini koruması ve çağa uygun konumlanması üzerine yapılandırmıştır… Bugünden geçmiş CHP’ye bakınca ulus devleti anlayışı içinde “sol” bir duruşu varmış diyebiliriz, bugün ise CHP’nin “kurucu” özelliği vurgulanarak sağ açılımı devam etmektedir.

Peki, CHP dışında kendisini kök olarak İttihat Ve Terakki Partisi’ne bağlayan sol yok mudur? Elbette vardır; bunları 68 kuşağı sol hareketler ve onun içinden oluşan hareketler olarak bakabiliriz. Anayasaya sahiplenme, anayasal hakların kullanımı için eylem yapanlar bu kökü miras olarak almışlardır. O dönemden kalan bugün dahi lider kadrosunda yer alanlar Kemalizm ve Atatürk söylemi içinde olduklarını görürsünüz…

Kürt sorunu ve çözümü konusu gelince sol geleneğin içinde bir çatışmadan söz edebiliriz. Milli Demokratik Devrim görüşlerine sahip olanların 12 Mart öncesi ve sonrası sürecinde ayrışmalara şahitlik ediyoruz tarih içinde. Kürt sorunu ulus devleti kavramı içinde çözülmesi gerek bir sorundur. Eğer ulus devletini sadece Türk kavramı üzerine kurarsanız Kürt sorunu aslında vardır ama yoktur, asimilasyon edilmesi gereken ya da sökülüp atılması gereken bir “çıban” başıdır.

Türkiye İşçi Partisi ise “Doğu Mitingleri” ile var olan TKP anlayışından kopuşu temsil etmektedir. Kürt sorunu ve çözümü konusunda bir çok hareketin doğmasına ve yeniden gündeme gelmesi anlamına da gelmektedir. TİP’in açılımı aslında turnusol bir işlev görecektir, çünkü ulus devleti bakış açısı sorunları çözmemiş, sorunların daha da katmerleşmesi anlamına geldiğini göstermiştir. Sol geleneğin geçmişi ile yüzleşmesi için bir fırsattır, bu fırsatı Türk solu içinde ilk defa teorik boyutta değerlendiren ise; İbrahim Kaypakya’dır. THKO ve THKP-C geleneği Kürt ve Türk haklarının kurtuluş mücadelesi kavramını o karanlık dönemde dillendirmişlerdir.

12 Mart 1971 muhtırası ve sonrası süreçte 68 kuşağının hakim olduğu siyasi yapılanmalar orantısız olarak yapılan mücadelede yenilmişler ve cezaevlerinde oluşan yeni nüveler çıkan af ile kendisini örgütleyip yeni bir siyasi mücadelenin de önünü açmıştır. 12 Eylül 1980 faşist darbesine giden süreçte Türkiye Sol Hareketi köklerini ve gündeme bakışı konusunda bir çok makale yayınlamış ve sol hareketin kökeni konusunda bir çok belirsizliği ortadan kaldırmıştır.

12 Eylül yenilgisi solun yeniden kendini günün koşullarına uygun örgütlenmesi anlamındadır. Yenilgiden kendisini koruyabilmiş yapılar için devamlılık hiçbir değişikliğe uğramadan devam etmiştir söylemini kullanmış olsalar da aslında değişim ulus devleti kavramının ülkede neo- liberal politika ile değişimi ile birlikte değerlendirilmesi gerekmektedir.

Ülke artık eski ülke değildir.

Kürt sorunu kendisini “ulusal kurtuluş hareketi” ile “kendi kaderini kendi belirleme” olarak dayatması solun ülke içinde hareket alanını da yeniden belirlemiştir. 12 eylül öncesi antifaşist mücadeleyi merkezine alan hareketler için bu yeni duruma uygun tavır geliştirmeleri uzun tartışmalara neden olacak ve birbirinden bağımsız değişik inisiyatiflerin de doğmasına neden olmuştur. Deneme yanılma yöntemi ile kurulan dernekler, partiler bu sürecin kafa karışıklığının göstergesi gibidir, çünkü kendisini kökünden bağımsız konumlandıramayanlar “devletin bekası” ve ulus devleti anlayışı içinde olaylara bakışı belirler olmuştur. Var olan devletin parçalanması mı ya da birlikte mücadele mi? Daha başka söylem ile “birlikte yaşamak” ya da ayrı ulus devlet altında “komşu olarak yaşamak”. Soru basit gibi gözükse de Kürt sorunu ve onun çözümü konusunda var olan tartışmanın bilinçaltından açıkça konuşulamayan ama simgesel hareketler ile kendisini göstermesinden başka bir şey değildir, çünkü Kürt sorunu ve onun yaratmış olduğu “düşük yoğunluklu iç savaş” koşulları yeni örgütlenmenin yolunu ya açmıştır ya da çıkmaz sokağa bırakmıştır.

Türkiye sol hareketi bu süreçte her türlü olasılığı değerlendirip, arka arkaya yap – boz gibi partiler kurmuş ve iç tartışmalar ya da örgütlememenin getirmiş olduğu dağınıklığı yaşamıştır. Yeteri kadar örgütlenemeyenler, örgütmüş gibi yaparak, diğer örgütmüş gibi yapılar ile birleşip yeni hareket olmayı denemişler ama ortada kafa karışıklı yanında geçmiş ile yüzleşilememenin getirmiş olduğu bir yenilgi tarihinin ağırlığı altında ezilmiştir. Sol, ülke gerçekliğine uygun siyasi hareket ne yazık ki kitlesel boyutta kuramamış ve ülkeyi baştan sona kucaklayacak bir hareket oluşturamamıştır.

Antifaşist mücadeleyi kendilerine örnek alanların yeni koşullara uygun söylemler geliştirememiş, geçmişin değerlerini anı kitaplarına döndürerek en azından var olan korumayı seçmişlerdir. Anılar bir anlamda geçmiş ile yüzleşme olarak algılansa da aslında yüzleşmek yerine kahramanlık hikayelerin öne çıkarılması ve romantik devrimci bir geçmişin öykünmesi olarak kendisini ortaya çıkarmıştır. Geçmişe öykünenlerin yapmış olduğu siyasi etkinliğe hakim olan kitle ise beyaz saçlıların oluşturmuş olduğu bir görünüm arz ederken, lider kadroları saçlarını boyamış olmaları bu beyaz saçlı gerçeğin varlığını yok edememiştir. Sol bugün iktidar hedefinden daha çok kendisini korumak ve var olanı kaybetmemek üzerine kurduğu içinde daha da geri bir konuma gelmiş ve ulusal bayramları anan ve o günleri kutlayan hale getirmiştir.

Türkiye sol hareket kökleri ve bugüne dair bakışlarını belirlemektedir, ya tam ret ya da hatalarını hata değilmiş gibi algılayıp, sorgulamak yerine var olanı eski ulus devletine ait olanı savunmak üzerine kendisini konumlandırmıştır. “Kurtuluş Kendini Anlatıyor” kitap toplantısında Şaban İba eski yol arkadaşlarına seslenirken “bizler hepimiz aynı kökten geliyoruz ve bugün HDP çatısı altında bir arada olmamıza rağmen, neden birbirimiz ile iletişim içinde dahi olamıyoruz?” diye sorarken bir gerçekliğinde altını çiziyordu. Yeni olanaklar eski yol arkadaşları bir arada tutacak kadar yeni bir ortam yaratmamıştı. Geçmiş ile gerçek anlamda yüzleşemeyen eski sol kadro kendi içinde de parçalanmış ve iletişim kanallarını yeni kurulan siyasi partiler/ dernekler/ vakıflar/ inisiyatifler aracılığı ile kurmayı seçmişlerdir.

Geçmiş ile yüzleşmek kavramı çok geçmektedir bu makalede, peki ne anlama gelmektedir?

Geçmiş 1971 – 1980 arasında yer alan süreç olarak algılayanlar elbette olacaktır, unutulmuş, her türlü eziyeti gören, acıyı yaşamış, arkadaşlarını yanı başında kaybetmiş, bir çoğunu idam sehpasında bırakmış, mezarı dahi olmayan 78 kuşağı olarak da okuyanlar vardır, fakat geçmiş ile yüzleşmek kök ile yüzleşmektir, bugüne dair yansımasıdır. Somut duruma uygun somut bir örgütlenme modeli geçmiş ile yüzleşmek anlamına gelmektedir, var olan örgütlü yapılar geçmişi özümsemiş, hatalarından ders çıkarmış ve bir daha o hataları tekrarlamayacağı bir örgüt modeli oluşturup, yeni yarattığı şablonlar ile hayata bakışıdır. Çünkü geçmişte de bizler şablonlar ile hayat baktık, hayatı şablonlarımıza uydurmaya çalışırken, yenildik! Elimizde var olan güç ile mücadele etmek yerine bir çok sol hareket “daha güçlü” dönmek adına “geri çekilerek” kendi sonunu hazırlamış ve sonunu mahkeme salonlarında geçmiş ile teorik olarak hesaplaşmak yerine kişisel savunmayı öne çıkarıp, “tarih bizi yargılayacak ve affedecektir” diyerek kendisini ifade etmiştir. Bugün dahi o yenilginin getirmiş olduğu ve yoldaşlarına yeteri kadar sahip çıkamamanın getirmiş olduğu bir mahcubiyet içinde daha temkinli ve daha az risk alarak gündem belirlemek yerine takip edildiğine şahitlik ediyoruz.

Sol, geçmişi ile gerçek anlamda yüzleşmesi gündemi belirleyecek ve sokağa/ işyerlerine hakim olacağı ancak ve ancak yeni bir siyasi kitlesel siyasi hareket kurmasından geçmektedir. Elbette siyasi köküne bağlı olarak bir çok sol hareket mevcuttur, fakat sol genel anlamda kitlesel olmadığı sürece hedef olarak konulan işçi devleti kurulması kavramının küçük bir çevre dışında gündeme gelmesi bile sorunludur. Bugün işçi devletinden bahsedenlere hemen var olan “şeriat devleti” gerçeği ile karşılık verilmekte ve bu “şeriat devletin” kurulmasına karşı “kimler” ile ittifak içindesin sorusu ile muhatap olunmak zorunda kalınmaktadır. İşçi sınıfının örgütlülük düzeyi zaten bilinmektedir, küçük bir işçi sınıfını temsil eden sol görünümlü ama yapılaşması sağ olan sendikaların durumu ortadadır. Sendikalar siyasi mücadeleden daha çok ekonomik mücadeleyi önceliğine almış ve ona göre iktidardan taleplerden bulunmaktadır.

Kemal Türkler bugün aramızda yoktur, onun biriktirdiği mücadele ise tarihimizde yerini korumaya devam etmektedir. Bu birikimi harekete geçirecek bir siyasi hareket bugünün görevi olarak ortada durmaktadır.

“Hatalar kötü değil. Onları düzeltmemek bile kötü değil. Kötü olan, onları gizlemektir.” Brecht

Foto: StockSnap – Pixabay 

İsmail Cem Özkan – 30.08.2021

Tags:


About the Author



Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Back to Top ↑