Makaleler

Published on Ekim 15th, 2021

0

‘Kürdo’, kebap, çay ve doktor raporu | Efe Dağlı

Faşizmi AKP-MHP’ye eşitlemek, onlara karşı kim varsa tümünü bu karşıtlık üzerinden cepheleştiren CHP-İYİP çizgisini kötünün iyisi saymak ve onların önünü tıkamamak, en azından bütün güç, imkan ve yeteneklerini bir üçüncü cephenin büyütülmesine hasretmemek ağırlıklı eğilim olmaya başladı. Oysa Türkiye bir değişim-dönüşüm eğiliminde ve bu günden güne derinleşiyor. Hakikat böyleyse emekçi soldaki ağırlıklı eğilimin, restorasyonla sonuçlanacak egemen sınıflar çatışmasındaki bir tarafa, tümüyle faydacı sebeplerle de olsa, meyletmesi daha kavurucu bir yanlıştır.

Haftaya ’90’ları hatırlatan bir magazin münakaşasıyla başladık. Meğer Bülent Ersoy, iki bölümün ardından ortadan kaldırılan tv programı hazırlıklarında Mustafa Keser’e “Kürdo” diyor ve “Keseerr” diye bağırıyormuş. Adını Gezi günlerinin ironiyi bayraklaştıran atmosferinde duvarlarda gören Mustafa Keser’in Ersoy’a dönük zehir zemberek sözlerine dalmıştık ki bir de baktık ki memleket siyasetindeki tekrara dayalı, bir ayıplı bir gülünçlü magazin daha heyecanlı.

Çünkü iş birbiri için akıl sağlığı-psikolojik durum raporu istemeye gelmiş. Katalizör olan İsmail Kahraman’dı ama iş döndü dolaştı Kılıçdaroğlu’na kilitlendi. İşin safahatı bilindiği için detaya ve tekrara düşmektense açığa çıkardığı meseleye odaklanalım.

Kılıçdaroğlu-Erdoğan ikilisinin karşılıklı rapor talebi aslında Osmanlı-cumhuriyet tarihi boyunca onca padişah ve sonra başbakan-cumhurbaşkanı düşürme yollarından biri. Ecevit’in hastaneye yatırılıp ‘iş göremez’ raporuyla elimine edilme planı daha o yıllarda açığa çıkmıştı. Osmanlı mı; sadece Abdülhamit’in padişahlığa gelişini hatırlatıp geçelim.

Sadece bu mu; bölücü kebapçılar “tahlili” apayrı bir tarza sahip. Mizah sadece devlet erkanına serbest bu arada. Sınıf başkanı seçilen liseli öğrenci arkadaşlarına çay atınca uyarı cezaları aldı. Gerekçe alay ve taklit. İyi ama sanatın kökünde de bunlar yok mu?

Hitabet kıymetli bir meziyet. Roma’dan bu yana ders ve eğitim konusudur. Orada aslolan metne bakmadan, metne gerek duymadan irticalen konuşmaktır. Cumhuriyet tarihi boyunca hem sol, hem İslami kesimlerin vitrindeki isimleri metne ihtiyaç duymadan konuşurdu.

Tayyip Erdoğan da ’90’larda irticalen ve akıcı konuşur, fonetiği problemli olsa da kitleleri etkilerdi. Son yıllarda bu avantajını kaybetti ve neredeyse hiçbir yerde prompter olmadan konuşamıyor. Asabiyetin yol açtığı problemli cümleler her metin dışı konuşmada dışa vuruyor. Danışmanlar ve medyadaki kadrolar bunu tevil etmeyi mesai haline getirdi. Ancak insan önceden hazırlanmış metinde değil irticalen konuşurken olduğu gibidir.

Bahçeli’nin konuşma dili malum. Kafiye düşürmeyi seviyor ama yapamıyor. Komplo teorilerine hususi ilgisi var. Onun danışmalarının işi daha zor. Kebap komedisinde, ciddi ciddi, kebap yiyen siyasetçi fotoğrafları bile servis edildi.

Toplamı ne? İtibar kaybı ve yarınsızlık hakikati. AKP’nin Erdoğan’dan sonra bir geleceği olmayacağı artık iyice ortada. Bu bir kader. Şimdiki bütün çaba onu geciktirmeye çalışmak. Bunun nasıl yapılacağına dair ölümcül strateji belirginlik kazandı. Pek yeni bir şey yok.

Kılıçdaroğlu, Erdoğan ve Bahçeli seçim odaklı bir strateji inşa ediyor. Üçünün ortak bir özelliği var. Seçimler üçünün de son savaşı. Hiçbiri bir sonraki dönem siyasette olmayacak. En az biri 2023’te jübile yapacak. Diğerlerinin veya diğerinin de son bir beş yılı var. Doğanın diyalektiği herkes için işler.

Şu nedenle önemli: Sadece ‘an’a, ‘olay’a, ‘mevzi’ye odaklanan strateji konum kaybıyla ‘taktik’ halini alırken muhataplarını adına uygun strateji üretiminden alıkoyar. Onlar olağanüstü anlam atfedebilir 2023 seçimlerine. Onlar için bunun hakikat olması toplumun hele emekçi solun hakikati değil.

Sinizme hayır. Gün be gün söz-iş üretmeye evet. Ancak her ikisi böyle bir bütünün bileşenleri olabildiği oranda siyasal özgürlükler mücadelesinin kaldıracına döner.

Yeni bir şey yok, evet. Temel üreticisi şeflik sisteminden vazgeçmez. Egemenler cephesinde şeflik sistemi yanlıları kaybeder de diğerleri kazanırsa restorasyon ve rövanşizm iç içe geçecektir.

Tam da bu nedenle bazıları AKP’nin HDP’ye meyledeceği inancında. Oysa bizzat AKP bütün yapıp ettikleriyle teorik olarak mümkün olabilecek böyle bir olasılığı kendi elleriyle öldürdü. Şu nedenle: AKP Kürtlerden pek az oy alabilecek. Muhtemelen kendi tarihinin bu bakımdan en trajik sonuçları olacak bu. Kürt nüfusla ilişki çerçevesinde ihale-korucu-polis-adliye kadroları vb. zümreler dışında AKP’ye oy geçişi imkansıza yakın.

Madem öyle, AKP de siyasal islamcılık ve Türk sağının geleneksel korkuları, argümanları ve HDP ile iletişim iddiasıyla İYİP’i silkelemek, diğer yandan oradaki kitle tabanını 1930’lar CHP’si atıflarıyla yanına çekmek öncelikli iş olmaktadır.

Sokakları tutmak, sokaklara çıkmak, sokakları sindirmek ve daha fazlası; tümü bir oyun planının çeşitli evrelerinde gündeme getirilecektir.

AKP-MHP bloğu, aktif bir reaksiyonerliğe geçmekte olduklarını ima etmeye başladı. Her itirazı teröre ikame etmek, bu yolla itiraz edenleri her tür uygulamanın muhatabı kılmak dönem stratejisidir. Tam da bu nedenle en yumuşak, barışçıl kitle hareketlerine bütün kötülükler reva görülecektir. Boğaziçi ve yurt-barınma talepli öğrenci eylemlerinin daha ilk anda düşman kavramıyla kodlanması boşuna değil.

Bu davranış çizgisi başarılı olabilir mi? Başarısızlığı emekçi solun zaferi midir? Kritik tartışma bu. Çizgi başarılı olamaz. Bunun pek çok belirtisi ortada. Ya emekçi sol?

Oradaki problematik de yeni değil. Faşizmi AKP-MHP’ye eşitlemek, onlara karşı kim varsa tümünü bu karşıtlık üzerinden cepheleştiren CHP-İYİP çizgisini kötünün iyisi saymak ve onların önünü tıkamamak, en azından bütün güç, imkan ve yeteneklerini bir üçüncü cephenin büyütülmesine hasretmemek ağırlıklı eğilim olmaya başladı.

Oysa Türkiye bir değişim-dönüşüm eğiliminde ve bu günden güne derinleşiyor. Hakikat böyleyse emekçi soldaki ağırlıklı eğilimin, restorasyonla sonuçlanacak egemen sınıflar çatışmasındaki bir tarafa, tümüyle faydacı sebeplerle de olsa, meyletmesi daha kavurucu bir yanlıştır.

Anayasa mı? Emekçi sol teklifini bağımsız biçimde ortaya koyabilmeli. Üçüncü cephe demek politikasızlık değil, aksine bütün ezilenlere gerçekleştirilebilir alternatif sunmaktır. Egemenler herkesi kullanır atar. Osmanlı ve cumhuriyet tarihine şöyle bir göz atmak bunu anlamaya yeter. Siyasal özgürlükler devrimi güncel devrimci teorik akıl geniş zamanlıdır.


Efe Dağlı – ETHA – 13.10.2021

Tags:


About the Author



Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Back to Top ↑