Yazarlar

Published on Eylül 16th, 2020

0

Kürtler ne istiyor? İsmail Göçüm

Eğer Kürtlerin dili ve kültürü Türkleri ürkütecek ve korkutacak kadar sarsıyorsa, bu demek oluyor ki, Türkler henüz kendi kimliklerine sahip çıkacak kadar özgüvene, sahip değillerdir.

Son günlerde özellikle doğu illerinden batı illerine mevsimlik işçi olarak gelen Kürt kökenli vatandaşlara yönelik sistematik ırkçı saldırıların artması halk arasında huzursuzluğa yol açıyor. Vicdani duygularla düşünüyorum da. Kim bu saldırganlar? Sıradan insanlar mı, yoksa örgütlü bir provokasyon mu? Ekmek parası kazanmak için çoluk çocuk, yüzlerce Kilometre uzaklardan gelen bu insanlar, ulaştıkları yerlerde köle koşullarında çalıştırıldıkları halde hiç mi insanca yaşama hakları yok?

Saldırılara ve saldırganlara bakıldığında kadın erkek, çocuk ayırımı gözetmeden gözü dönmüş bir saldırganlık sergiledikleri gözüküyor. Peki, saldırganlar bu gücü nereden ve kimlerden alıyorlar?
Uzun yıllardır Kürtlere yönelik güvenlikçi devlet politikası, son AKP hükümeti ve hükümet ortağı MHP’nin Kürtlere yönelik saldırgan ve provokatif çıkışları, sanki bu olayların bir algı operasyonunun parçası olduğu izlenimi veriyor. Bu tür saldırılar ve provokasyonlar insanın aklına, acaba; ileriye dönük tepkileri ölçme amaçlı bir algı operasyonu mudur? Acaba, Kürtlere yönelik bir katliamın ön hazırlık provaları mı yapılıyor? Bu ve benzeri senaryolar insanın aklına gelmiyor değil!

Olmaz olmaz demeyin, geçmişte yaşanan bir takım katliam örnekleri hala belleklerimizde… Derin Devlet ve Özel Harp dairesi elamlarının halkın provokasyona yatkın kesimlerini silahlandırdığı ve tetik elde pusuda bekletildikleri bilinmektedir. Bu güruhlar aynen 6-7 Eylül pogromunda olduğu gibi, hükümet kanadından gelecek gizli bir sinyalin sesini beklemektedirler. Yaşanan ve gittikçe artan ekonomik krizin botutlarının bir siyası krize dönüşmesini engellemek için bu tür provokasyonlar kaçınılmaz kılınıyor. Buna, dış politikada yasanan çıkmazı da eklediğinizde, krizin bedelini Kürt sorunu üzerinden Kürt halkına ödetmeyecekleri ne malûm?

Bu tür provokasyonlar artarak sürerken Türk insanının hiç mi empati kurma hayali olmaz? Türk ulusal kimliği taşıyan biri olarak nasıl bir empati kültürü geliştirmeliyiz ki; geçmişte yaşanan kara lekeler yüzümüzde tekrar tekerrür etmesin!

Kürleri anlamak;
Evet, Kürtleri anlamak, Kürtleri kavramak… Kürtleri anlamak için önce; insan olmanın erdemini, insani değerleri, insan hak ve hürriyetlerini kavramak gerekir.

Kapitalizm koşullarında ırkçı ve milliyetçi akımlar bırakın Kürtleri, kendi halkını, ezilen sömürülen kendi emekçi sınıfını anlamaktan bile uzak ve acizdir. Çünkü bu akımların temel özellikleri; insanı yaşatmak değil, her türlü insani değerleri devletin bekası üzerinden heba etmektir.

Dikkat edilirse geri kapitalist ülkelerde milliyetçi hareketler emperyalizm işbirlikçisi, ajenteci komprador sermaye sınıfının tamponu, yedek lastiğidir. Bu anlamda bu hareketler sermayenin istemleri doğrultusunda hareket ederler. İşçi sınıfı hareketini bölmek parçalamak, işçı sınıfı ve ezilen halkların demokratik haklarının savunulmasının karşısında durmak; emekçilerin haklarını koruyacak bir ekonomik ve demokratik devrimin önüne geçmektir. Dolayısı ile sermaye sınıfı bu tür aşırı milliyetçi, ırkçı örgütleri finansiyel olarak destekler ve besler. Emperyalizm işbirlikçisi komprador sermaye sınıfı bir taraftan sömürü sistemini sürdürürken, diğer taraftan kurulu sömürü sistemine gelebilecek tehlikelerin önüne geçmek için sahte düşmanlar yaratarak; halklar arasında ekonomik ve siyasi ayrımcılık yapacak yöntemlere başvurur.

Bölge insanını; sosyolojik açıdan, demokratik açıdan, ekonomik refah ve altyapı hizmetleri bakımından, bir takım haklardan mahrum bırakarak, bu ve benzeri açmazları kriz dönemlerinde kullanabilecek kozlara dönüştürür.

On yıllardır Kürtler’in hak varlıkları; dilleri, kültürleri, adalet ve özgürlükleri, kendilerine olan özgüvenleri, kimlikleri unutturulmaya çalışılıyor.

Eğer Kürtlerin dili ve kültürü Türkleri ürkütecek ve korkutacak kadar sarsıyorsa, bu demek oluyor ki; Türkler henüz kendi kimliklerine sahip çıkacak kadar özgüvene, sahip değillerdir.

Bu cümleden çıkarılacak sonuçlar:
*Bu nedenle Kürtlere adalet unutturulmaya çalışılıyor.
*Bu nedenle; Kürt olarak varlığını sürdürmek hapislerde çürümek demek oluyor.
*Bu nedenle; Kürt olarak direnmek, ölümü göze almak demek oluyor.
*Bu nedenle; Kürt olarak yaşamak, zulüm ve baskı demek oluyor
*Bu nedenle; Kürdüm demek aşağılanmayı, hor görülmeyi göze almak demek oluyor.
*Bu nedenle; Kürt olarak ölmek, mezar taşı bile yasak demek oluyor.

100 yıldır bu ülkede, Kürtler yok sayıldı. Kart kurt, Kürt denildi.

Peki Kürtler yok edilebildi mi? Hayır. Her katliamdan, her zulümden güçlenerek yeniden siyasal arenaya çıktılar.

Peki neden bu zulüm, ırkçılık neden?
1920 kurtuluş anayasasında var olan Kürtler, kuruluş anayasasında neden yoklar?

Tek neden, Fransız devlet yapısının birebir uygulanırlık ilkesinin Anadolu halklarına dayatılmasından, Fransız usulü, Jacobenist ulus yaratma ideolojisinin bir ürünü olarak, tek ulus, tek devlet, tek bayrak… ortalık süt liman! Bu anlayış, tekilci, ırkçı faşist anlayışın hastalık virüsüdür. Bu anlayış, sadece Kürtler açısından değil, Anadolu’da yaşayan 27 çeşit halk için geçerlidir. Yüz yıllardır dilleri, kültürleri, gelenekleri ile iç içe yaşayan Anadolu’nun kadim halkları, 100 yıldır dilsiz, kimliksiz, kültürsüz asimilasyona, Türk tebaa’sına maruz bırakılmışlardır. Peki neden?

Neden Kürt realitesi tanınmak istenmiyor da, siyasi iktidarların, siyasi partilerin, siyasetçilerin seçim zamanlarında keyfine göre kullandıkları argümanlarına seçim malzemesi oluyor? Yoksa, 1924 ten beri Kürtler bu devlette kobay olarak mı kullanılıyor?

Son 30 yıldır iktidarlar, her dara düştüklerinde “terör” ve “PKK”yi öne sürerek Kürt gerçeğini gizlenmeye çalışılıyor. Kürtlerin özgür siyaset yapmaları “PKK” gerekçesi ile engelleniyor.

Bugün Kürt siyasi önderleri siyasi rehine olarak içeride tutuluyor. Kürtler devletin ırkçı yasalarına, siyasal iktidarın yaptırımlarına zorla boyun eğdirilmeye çalışılıyor. Peki öyleyse sormazlar mı; HDP, siyasal bir parti değil mi? Değilse, neden var, neden yasal?
Neden kapatılmıyor?
Neden günah keçisi yapılıyor?
Neden siyaset yapması engellenmeye çalışılıyor.
Yasal bir partinin milletvekillerinin her eylemi anayasal olarak dokunulmaz ve yasalarla güvence altındaysa, neden siyasal tutsak olarak tutuluyorlar?

Milletvekili dokunulmazlıkları bir tarafa, siyaset yapan 27.000 in üzerinde; il ve ilçe yöneticisi, belediye başkanları, HDP üyeleri sadece siyasal iktidarı eleştirdiği için ceza evlerinde siyasal tutsak. Binlerce yıl hapis cezası ve para cezaları ile, Kürtler yıldırılmaya çalışılıyor. Neden? Çünkü; kendi demokratik ve siyasal haklarının mücadelesini verdikleri için, “terör örgütü” “terör örgütü üyeliği” “terör örgütünü övmek” gibi absürt gerekçelerle yüzlerce yıl, binlerce yıl hapis cezasına çarptırılıyor. Bu insanlar siyaset yaptıkları için siyasal rehine olarak içeride tutuluyor.

60 ın üzerinde HDP li belediyeye, “teröre destek” “terör örgütüne destek” verdikleri gerekçesiyle kayyum atandı. Önce tutukladılar, sonra Uydurma gizli tanık ifadeleri ile asılsız suç isnad edildi. Peki bir kanıt var mı? Yok. Önceden tasarlanmış bir senaryo şöyle; önce kayyum, sonra tutuklama, daha sonra da düzmece gizli tanık ifadeleri ile suç isnat etme, suç üretme. Haa, burada gülünç olan başka bir durum daha var. HDP li belediyeler AKP ye geçerlerse teröristlik, suç muç, ortada hiç bir isnad kalmıyor. Bu siyasi, ahlaki, insani bir zulümdür. Ne ala memleket.

Selahattin Demirtaş’ı ve HDP’yi PKK ile özdeştirmek doğru bir tutum değil. Hepsi farkı yapı ve örgütlenmelerdir… Kaldı ki; asıl korkunç olan, bazı aşırı ırkçı ve milliyetçilerin bunun da ötesine geçerek siyasal mücadele veren Kürt politikacıları katillikle suçlayarak kendini yargıç yerine koymalarıdır.

Dolayısı ile devlet başlı başına baskı aracı, burjuva diktatörlüğünün örgütlü aparatıdır. Devlet kendisini meşru güç olarak gördüğü için ekonomik ve siyasi kriz dönemlerinde sıkıştığı zaman terör eylemlerine acil ihtiyaç duyar.

HDP ye gelince, 9 Kürt ve Türk devrimci örgütün ortak bileşeninden, özellikle Kürt, Türk ve diğer ezilenlerin ortak bileşeninde, kitleleri marjinallikten kurtararak siyasal bir yapılanma içinde kendi tüzüğünün gereği; demokratik, sosyalist bir programla, ezilen kitlelerin sesi olma yolunda hareket etmesidir.

Burada devleti yöneten elit tabakanın korkusu, bu örgütlenmenin güçlenmesi durumunda kendi burjuva elit ve sömürü sistemi yapılanmalarına vuracağı siyasal darbedir. Esas mesele demokratik kitlele hareketlerini siyasal mücadelenin içine çekmektir. Asıl anlaşılması gereken de budur.
HDP bu görevi layıkıyla yerine getiriyor. Bunu inkar etmek, Kürtleri siyasal mücadeleden kopararak terörize etmeye teşvik etmektir. Bu anlamda HDP, bir sınıf hareketi değil, demokratik mücadelenin ortak bileşeninde, Türk, Kürt ve diğer azınlıkların, ezilen kesimlerin en demokratik, ortak yasal siyasi buluşma noktasıdır. Burjuva sınıfı ve siyasal iktidarın asıl korkusu da budur. Ezilen, sömürülen; sınıf, tabaka, sivil toplum örgütleri, meslek örgütleri, kadın örgütleri, gençlik örgütleri ve her siyasi görüşten; inançlı inançsız geniş halk kesimlerinin ortak bir adreste, ortak bileşende buluşmalarından korkmaktadır. En çok ta, örgütlü gençlik ve kadın hareketinden duyduğu korku ve kaygıdır. Suruç katliamı tam da bu örneği temsil etmektedir.

Kürtlerin silah yerine siyaset yapmalarının önüne geçmeye çalışan anlayışı anlamakla güçlük çekiyorum. Asıl korkunç olan Kürt insanının kendisini anayasal haklarla güvence altına almak istemesinden doğal daha ne olabilir ki!

Barış içinde birarada yaşamak ancak; anayasal çerçevede eşit haklara sahip olmak, bölgesel olarak anadillerinde eğitim, kültürel hak ve özgürlükler… Bütün bunlar insanların barış içinde birarada yaşamasının multikültür zenginliğidir.

Burada bir anekdot olması açısından bir kaç farklı cümle kuracağım.
Yıllarca almanyada göçmenlerin hakları, özellikle Türklerin anadillerinde eğitim görmesi yönünde önemli çalışmalar yapmış biri olarak; “göçmen işçiler sosyal çalışma birliği” bünyesinde bir kaç arkadaş ile birlikte önemli başarılara imza attık. 1983 te başlayan çalışmalarda “Yeni Görüş” ve “Göç” dergileri çıkararak, Bremen Üniversitesi’ninde desteği ile Göçmenliğin manifestosunu taslak olarak Bremen parlamentosuna sunduktan sonra, Göçmenlere (Niderlassungsreht) Almanya’da kalma hakkını Bremen hükümetine kabul ettirdik.

Diğer açıdan, Türkler hep Kürt kardeşliğinden sözeder. Kardeşlik aile ilişkisi içinde bir anne babanın evlatları olmanın hukuksal kuralıdır. Eğer devleti baba olarak kabul ediyorsak; Kürtlerin Türklerden hangi eksikliği olabilir ki; devletin baba dili Türkçe iken, kendi anadillerinde eğitim kakkı hakir görülsün.

Bakın ortak kültür demiyorum. Biz Türkler bir çok kültürü Kürtlerden öğrenerek ortak kullanma alanları oluşturduk. Bir çok kültürel farklılığımız da birarada yaşamamıza engel değil, çeşitlilik. Özellikle Kürtlerin kendi anadillerinde eğitimine karşı çıkarak, birarada yaşamanın şart ve koşullarını ortadan kaldırmak Kürtleri küstürmek ve bu çerçevede Kürtlerin siyasal mücadele vermesinin önüne takoz koymaktır. Kürtleri zorla silahlı mücadelenin içine itmektir. Asıl suçu bunu yapanlar işlemektedirler.
Bu gün devleti bu noktaya iten sebeplerin başında, terörden rant sağlayan bir partinin, militanlarına istihdam sağlamak amacıyla kurduttuğu “Özel Harekat Timi”dir.

Zeval altında kalmak istemem.
Kendi isteğimle gelmediğim dünyaya, kendi isteğimle de milliyetimi seçmedim. Bir Türk ailenin bireyi olarak, insan olarak dünyaya geldim. Böyle bir toplum içinde dünyaya gelmemin getirdiği kültür ile yetişirken, ailem tarafından insan, toplum ve devlet tarafından katı kural kültürü içinde yetiştirildim.
Okul çağında öğrendim Türk olduğumu; yücelik, üstünlük üzerine kurgulanmış bir ırktan olduğumu….
15’ine geldiğimde öğrendim herkesin insan olduğunu. Sonrasında birey olmayı, özgürlüğü öğrendim.

Peki Kürtler ne istiyor?
Adalet istiyor.
Var mı adalet? Yok.

Peki Kürtler ne istiyor?
Anayasal eşit vatandaşlık hakkı istiyor.
Var mı anayasada böyle bir madde? Yok

Pekı Kürtler ne istiyor?
Anadillerinde eğitim istiyor.
Var mı? Yok.

Peki ne istiyor Kürtler.
Elinin körünü istiyor.
Peki var mı? Evet. Hem de okkalı, katmerli şamar…

Kürtlerin Anadolu topraklarda varlığı Türklerden önceye dayanıyor ama; varlıklarını paylaşarak yaşamakta seçmişler. 1071 Malazgirt zaferinde, Bizans ordularına karşı Alp Aslan’ın yanında yer alarak Romen Diyojenin yenilmesini sağlamışlardır…

Geçenler de bir sosyal deney video’sunda şunu gördüm. Diyarbakır’da çekilmiş bir Video. İzledikten sonra, Kapitalizmin değiştiremediği insan yüzlerine şahit oldum.

Küçücük bir çocuk, İstanbul’dan geldiğini söyleyen biri ile söyleşirken, İstanbullu; “Yiyecek param yok, bana yiyecek alırmısın? diyor.
Su satarak para kazanan çocuk, İstanbullu’nun ne yemek istediğini soruyor ve bir koşuda alıp getiriyor… İstanbulu ardından, yatacak yerinin olmadığını söylüyor. Çocuk, 8-10 yaşlarında, insan kokuyor;
“Gel abim bizim eve, 8 kardeşiz, sana da bir yer buluruz” diyor. Böyle diyor, bir Kürt çocuğu.
Video sadece bu değil, sokakta bir çok kişi ile yapılan sosyal deneyde benzer şeyleri işittim.

Daha önce benzer bir deney Video yu İstanbul sokaklarında izlemiştim. Yatacak yeri olmayan Suriyeli çocukları üzerine… 13-15 yaşındaki kız çocukları için “gel yer var” diyor, sapık görünümlü bir adam. Erkek çocuk söz konusu olunca bahane uyduruyor bir aile. Ben anladım; neden kız çocuğu olunca sahiplenildiğini… gerisini siz düşünün… barış ve kardeşlik içinde yaşamaktan uzak, ortak yaşama barışını sağlayamayan devlet, Kürtleri zorla asimile etmek, Türkleştirmek, ırkçı, tekçi, faşist bir ideoloji içinde sindirmek istiyor.
Peki bu mümkün mü? Kesinlikle hayır.

Peki, Kürtlerden ne istiyorsunuz?
Türklere kul köle, hizmetçi mi?
Türkler bunu hiç bir zaman
başaramayacaklardır.

Peki, demokratik haklar ve eşit yurttaşlık koşullarında kader birliği mümkün müdür? Evet. Kesinlikle mümkün ve başkaca da bir çözüm söz konusu değildir.


İsmail Göçüm – 16.09.2020

Tags:


About the Author



Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Back to Top ↑