Basın-Yayın

Published on Ekim 28th, 2021

0

Kurtuluş Belgeleri Derleme (2) | Devlet Üzerine Yazılar


Kurtuluş Belgeleri serisinde ikinci derlemesi “Devlet Üzerine Yazılar” başlığıyla bugün yayınlandı. 602 sayfa olarak çıkan “Devlet” özel yazıları, konu üzerine özellikle de 70’li ve 80’li yıllarda ilk geniş çaplı tartışmaların yapılmasını gerçekleştirerek, Türkiye Devrimci Hareketi’ne önemli katkı sağlayan Kurtuluş’un soruna yaklaşımını bilmek açısından önemli. “Devlet” ve diğer tüm belge ile derlemelerin PDF formattaki toplam 13 kitabını Avrupa Demokrat’ta bulabilirsiniz. Yine, “Tarihimizle Yeniden Kucaklaşmak” başlığıyla İ.Metin Ayçiçek’in kaleme aldığı sunuş yazısına haberimizde yer verdik.

Avrupa Demokrat Haber Merkezi

Bugün (28 Ekim 2021) çıkan “Devlet Özel Derleme” ve diğer tüm belge kitapların hepsine, yazının sonunda yer alan linklere tıklayarak, isterseniz hemen okuyabilir ve indirerek, arşivinize alabilirsiniz. Devamının geleceği “Hazırlık Grubu” tarafından da açıklanan belgelerinin yenileri çıktıkça, buraya yüklemeye devam edeceğiz.

Avrupa Demokrat Gazetesi olarak, özellikle yazı kurulumuzun büyük çoğunluğu Kurtuluş geleneğinden gelmektedir. Bu nedenle, bu belgelere özel ilgimizin olduğu aşikardır. Ama “sol yelpaze” tarafından da büyük ilgiyle takip edilen Avrupa Demokrat Gazetesi, internet sitesiyle ve facebook sayfasıyla, şimdiye kadar olduğu gibi, bundan sonra da tüm devrimci- demokrat, ilerici ve yurtsever çevrelere aynı mesafede durmaya devam edecek. Bu “sansüre inat” ve “sosyalist demokrasi” anlayışımızın olmazsa olmazıdır.

İyi okumalar…


Kurtuluş Belgeleri ve Derlemeleri üzerine “Hazırlık Grubu”ndan İsmail Metin Ayçiçek’in sunum yazısını aşağıda veriyoruz:

Tarihimizle Yeniden Kucaklaşmak | İ.Metin Ayçiçek

Aslında bu yazının “KURTULUŞ Derlemeler-2.Kitap Devlet Üzerine Yazılar” kitabı için bir duyuru yazısı olsun istiyordum. Ama değerli yoldaşım İsmail’den gelen ufacık not, çalışma arkadaşlarımı (sadece emekleriyle fiili katılımlarıyla değil, bizlere, böyle bir çabaya girebilme cesaretini verecek olan destekleriyle ve teşvikleriyle bu çalışmaya güç katan bütün yoldaşlarımı da öylesine onurlandırdı ki, bütün bu yorucu çalışmanın sağlayabileceği en büyük ödülü alarak aramızda eşit olarak pay ettik bile.

Hiçbir art niyetimiz olmadan girdik bu çabaya. Her birimizi, başka birileriyle didişmek, savaşmak için değil, doğrudan kendimizle hesaplaşarak yaşanan süreçlerdeki tavrımızı yeniden yeniden düşündük, eksiklerimizi yanlışlarımızı saptamaya çalıştık ve hiç olmazsa bunları gelecek kuşaklara aktararak bir küçücük katkı vermek istedik. Ve biliyoruz ki, ne kadar yoğun çalışırsak çalışalım, bu mücadelede kaybettiğimiz herhangi bir yoldaşın ödediği bedele ve onura sahip olabilmemiz mümkün olmayacaktır. Bu çalışma, onları hiç olmazsa yazıyla tarihe aktararak yaşatmak amacıyla gerçekleştirilecek bir Albüm ile, sonuçlandırılarak ödenen bedele birazcık da olsa layık olmaya çalışacağız.

Kimseyi “unutarak” toprağın çürütmesine izin vermeyeceğiz yoldaşlar. Kaybettiğimiz yoldaşlarımıza ilişkin hazırlayacağımız Albüm, onların geriye bıraktığı kuşaklar için belki de en onurlu belge olacaktır. Olmalıdır bu, aksi halde geleceğe yönelik, mücadeleye yönelik yapacağımız “hamaset”, bir zamanlar hasbel kader sorumluluk alan kişileri devrimci kişilik üzerinden kurgulanan suçlamalarla yüz yüze getirecektir ki, iyisiyle kötüsüyle var ettiğimiz bu onurlu tarih, böylesi bir durumda bizi o lanetli asar-ı atika müzesinin çöplüğüne atmaya hak kazanacaktır. Kişi olarak ben, 2015 de Ankara’da, (HDP Milletvekilleri’nin basına tanıtım toplantısında), kollarını her iki tarafa açarak, bir yandan ağlayarak bir yandan da (hakkım olmadığı halde) “hocaların hocası, Memet Ali’min hocası” diyerek bana sarılıp, sanki bedenine yapıştırırcasına bağrına basan Mehmet Ali Kılıç’ın ablasının gözyaşlarını taşıyabilmem mümkün olamazdı. Adil Güneşer’in ablası ve ailesinin hepinize ilettiği o muhteşem sevgiyi size aktaramazdım. Zeyni yoldaşımın eşinin merhabasına layık olamazdım; Azmi’yle, Nevin’le, Necmi’yle, Şevki ya da Ali Küçük’le ve diğerleriyle yoldaş olduğumu (her şeye rağmen göğsümü kabartarak) söyleyemezdim. Ve bunu ne benim ne başka birinin tek başına başarabilmesi mümkün değildi elbette. Ama yine “aileme” sığındım, onlara uzattım elimi tutsunlar diye ve her zamanki gibi yalnız bırakmadılar emeğimizi.

İsmail’im yazmış ülkeden, allı turnalar getirdi kanatlarıyla ondan ve yoldaşlarından selamı, şekerliydi, kaymaklıydı, ballıydı her kelamı.

Alın bakalım, okuyun yoldaşlar, “son sözümüz söylenmedi” diye çığırdı değişimin özgürlüğün eşitliğin yoldaşlığın tarihin şarkıcısı.

İsmail’im yazmış, ve her bir yoldaşını kucaklamış “ne kadar da geniş bir aile imişiz meğer ki” diyerek. Emeklerinizle gururlanıyoruz yoldaşlar. Son sözümüz söylenmedi elbette.

“ Merhaba diyerek, arı gibi üretiyor, geçmişimize sahip çıkıp, hep çıkılmasını, ‘geleceğe miras babında ne bırakabiliriz? diyerek’, doğru ve yanlışlarıyla geçmişimize sahip çıkıyor çıkılmasını da öneriyorsunuz. Ne geçmiş tükendi ne de gelecek derken, geçmişi bırak geleceğe bak diyenlere de (çalışma arkadaşlarınız adına) güzel cevaplar veriyorsunuz.

“ … İlk kitap basımına karar verdiğimizde Saimekadın Dayanışma olarak iş bölümü yapmıştık…”

İsmail’im yazmış:

“ Bu çalışma bize göre çok ama çok anlamlı ve güzel oldu. Biz büyük bir aile olmuşuz ama ne yazık ki bunu görememiş, aileye sahip çıkamamışız. Bu, yüreğimi acıtıyor. Kitaplardan dolayı o kadar insanla tanıştım ki, bir kenarda kalmış, unutulmuş veya kendini unutturmuş…  Kitaplardan haberi olunca “bu benim geçmişim” diye sahiplenmek isteyenleri de, meraktan “içinde ne var?” diye arayıp, bir daha aramayanları da… Ama genel olarak kıyıda köşede kalsa da, “bu benim geçmişim” diyenler daha çoğunlukta. Yani, bu çalışmalar biz farkında olmadan, bizi bir araya getirdi. İşte tam da burada ben ve benim gibi düşünenler bu aileyi nasıl toplar bir araya getirebiliriz getirmeliyiz (diye düşünmeye başladık)”

Ahmet Ragıp (Üzümcü) Bey anılarını reddedenlere sesleniyor: “Hâtıra veya hatırlamak acı veya tatlı hatırlamaya değer bir mâziye sahip olmaktan başka bir şey değildir. Hâtırası olmayan bir adam bence içi boş Venedik sepeti gibidir.”

İsmail’im yazmış:

“ Elbette farklılarımız olacak, hiç değilse acımızı sevincimizi paylaşacak bu dayanışma vb gibi bir şeyleri örmek gerek. İnan, bu çalışmalar hiç de boş değil, olmadı. Birileri ne derse desin hiç önemli değil, büyük bir fotoğraf var, ama particiliğe soyunanlar bunun farkında değil. Yani yoldaşım, ben zevkle basımını dağıtımını yapıyorum, Onlar da gelirini de SYD ile SODİD hesabına yatırıyorlar. Örneğin (elde edilen bir parça parayla) mahallemizde öldürülen Memet Acar, Aliekber Acar’la birlikte ölen arkadaşlarımızın mezarlarını yaptırdık, güzel oldu. Bu arada, AILBÜM çalışmasının önemini ve bunu mutlaka yapmamız gerektiğini arkadaşlarla tartışıyor, herkesi bu albüm çalışmasına katkı sunmaya davet edip işbölümü yapıp, ailelere, onlara en yakın olanlara ulaşıp, bilgi edinip, iletişime geçmeye çalışıyoruz..

Şimdilik böyle sağlık ve şey sevgiyle kalın.”

İşte, tarihe düştüğümüz not: “Vardık, varız, var olacağız!” diyordu Rosa Lüxemburg. Tutuklandı ve bir gece katledilerek cesedi bulunmasın diye kanala atıldı.

Yenildi mi Rosa? Hayır!

Bakın ondan mektup var:

““Schiller’in dramında Wallenstein, sonuncusu olacak gecede, gelecek şeylerin gidişatını çözmek için yıldızlara sorgulayıcı gözlerle bakarken şöyle der: ‘Gün yakındır ve Mars saati yönetir.’ Bu aynı zamanda günümüz zamanları için de geçerlidir. Kanlı savaş tanrısı Mars hala saati yönetiyor. Güç, hâlâ emekçileri haklı mücadelelerinde engellemek için yalnızca ölümcül silahlardan oluşan bir ormana güvenenlerdedir. Hâlâ savaşlar hazırlanıyor, parlamento hâlâ kontrol ediliyor ve giderek daha fazla askeri yasa kabul ediliyor, halk hâlâ obur Militarizm Moloch’u tarafından son damlasına kadar emiliyor. Mars hala saati yönetiyor. 

Ama Wallenstein’ın dediği gibi, ‘Gün yakın, bizim olan gün.’ Yani en dipte olan bizlerin yükseleceği gün de yaklaşıyor! Savcıların ürkek gözleri önünde duran o kanlı isyan ve katliam fantezisini gerçekleştirmemek için, hayır, iktidara gelecek olan bizler, insan ırkına yakışır bir toplumsal düzeni, sömürü tanımayan bir toplumu ilk gerçekleştiren biz olacağız. soykırım tanımayan, hem dinin en eski kurucularının hem de insanlığın en büyük filozoflarının ideallerini gerçekleştirecek bir toplum.” (Rosa Luxemburg)

Yenildi mi Rosa? Hayır!

Yaşıyor, biliyoruz…

Onu öldürten hükümet başkanının, kararı veren yargıçların; öldüren katillerin adını bilen var mı acaba?

Aklımda hiç çıkmaz, Kâbe’ye gitmek isterken arkadaşları tarafından “geri çevrilmek istenen topal karıncanın öyküsü. “Geri dön, karınca olman yetmezmiş gibi, hem de topalsın. Kâbe’ye gidebilmen mümkün değil, geri dön” diyen arkadaşlarına bakarak, eğilmeden bükülmeden yanıt verir: “Tamam, Kâbe’ye gidemesem de uğruna ölürüm ya, bu da bana yeter!”

Sevgili İsmail’im, al bir karınca öyküsü daha: Hani seni kurban etmek isteyen baban İbrahim ateşe atılmıştı ya Urfa’da. Bir karınca, sırtında bir damla su ile ateşe doğru giderken arkadaşları engel olmak isterler: “Dur nereye gidiyorsun, yanarsın, gitsen de bir damla su ile bu ateşi söndüremezsin ya!” Karınca gururla yanıt verir: “Tamam, sanırım haklısın, sanırım yetişsem de bu kadarcık su o ateşi söndüremez ve üstelik ben de ölürüm. Ama hiç olmazsa kimden yana olduğumu göstermiş olurum, bu da bana yeter!”

Ve yoldaşım, demem o ki, bugünün içinde olmayana, yani geleceği değiştirme iddiasını kaybedenlere, yani yaşamı anlık sanarak yok olmaktan korkanlara ne demeli ki?

Belki Farabi gibi seslenmek gerekir: “Var mısın ki yok olmaktan korkuyorsun?!”


“Devlet Üzerine Yazılar” derlemesi kitabını indirmek veya direk okumak için tıklayın:


Kurtuluş Belgeleri Derleme (1) | 1979 Afganistan Yazıları
https://avrupademokrat.com/kurtulus-belegeler-avrupa-demokratta-2-3/

Tags: , , , , , , , , , , , , , , ,


About the Author



Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Back to Top ↑