Makaleler

Published on Aralık 21st, 2020

0

Mektuplar & Rüyalar (28): Önce kim bozuldu? – Naim Kandemir


12 Eylül darbesiyle dört bir yandan ahtapotun kollarıyla kıskaca alınan toplum ve bu toplumun içindeki solculara, devrimcilere, sosyalistlere zaman içinde ne oldu? 40 yıl önce yüz binlerce solcu alanlarda, sokaklardaydı. Bugün sayım yapsak kaç kişi kalmıştır o yüz binlerden?

Cengiz, bugün sana bir içimi dökeyim istedim…

Ortaokul sonda Milliyet gazetesi okurluğundan Cumhuriyet gazetesi okurluğuna perşembe günlerindeki kitap sayfası nedeniyle transfer olunca Oktay Akbal ile de tanışmış oldum gazetenin diğer yazarları gibi. Dünyayı hümanist bir şekilde kavrama ve dilimin gelişiminde çok katkısı oldu bana.

Oktay Akbal’ın aldığım ilk kitabı  Önce Ekmekler Bozuldu’dur. Bu kitap Akbal’ın annesinin verdiği parayla 1946 yılında yayınladığı ilk kitabı. Kitabın ismi hâlâ bana çarpıcı gelir ve deyime dönüşmüştür dilimizde.

Bu kitabı o yıllarda Samsun’da Ülkü Ocakları binasının altında plak ve kasetle birlikte kitap da satan Plakçı Yüksel’den almıştım. Plakçı Yüksel’in dükkânının karşısında henüz, genelevin yerine maceralı bir şekilde yapılan Merkez(Site) Camii yoktu. O zaman da çok işlek bir mıntıkaydı. Zaman içinde her partinin gülü olan belediye başkanı ne yapıp edip genelevi yıkıp yerine koca camiyi yaptı. Gerçi halk önceleri o zeminde secde etmemek için direndiyse de zamanla alıştı.

***

Önce Ekmekler Bozuldu’yu Türkçedeki toplumsal bozulmayla ilgili başlangıç kitaplarından sayabiliriz. Toplumda bozulmanın, yozlaşmanın herkese şamil bir reçetesi elbette yok. Renkler ve zevkler kadar esnek değilse de tek tip bir bozulma ve yozlaşma iddiasında olamayız.

Kitabın ismindeki bu ekmek meselesi her zaman dünyada önemli bir simge, metafordur. Çok uzakta değil, Gezi günlerinde martı kaşlı bir çocuk ekmek almak için evinden çıkmıştı ama biliyoruz ki o günden beri o çocuk martıların arkadaşı olmuştur. Yine, Yahudi asıllı, Tarçın Dükkânları’nın yazarı Bruno Shulz da ekmek almaktan dönerken Gestapo subayı tarafından vurularak öldürülmüştü.

***

Ekmekleri bozulan toplumun kendisi bozulmaz mı? 12 Eylül 1980’de yapılan darbeyle devlete el koyan cunta, topluma nizam-intizam getirmek masalını anlatsa da yaşayıp gördüğümüz kadar durum hiç de öyle olmadı.

Beş kişilik Konsey bir gecede 450 kişilik parlamentoyu kökten sünnet etmişti ama kimsenin sesi çıkmamıştı.

Cuntanın parlamentoyu halletmesinden sonra 1981’de Bülent Ersoy, İngiltere’de geçirdiği bir ameliyatla kadınlığa adım attı. Ancak Konsey bunu ihlal olarak görmüş ki Bülent Ersoy’a ve aynı durumda olanlara sahne yasağı getirdi.

Kolay değil, topluma nizam-intizam getirme iddiasındaki Konsey toplumdaki bozulmaya, yozlaşmaya müdahale etmekle yükümlü görüyordu kendini. Şehirlerde eşcinseller toplanıyor ve trenlerle Eskişehir’e gönderiliyordu.

Aynı alanda faaliyet gösteren estetikçi profesör doktor Nihat Mındıkoğlu TRT Televizyonu’nda Uğur Dündar’ın soruları karşısında stüdyoyu terk ediyordu.

Ahu Tuğba ise atla sahneye çıkarak bir nevi devrim yapıyordu sahne kültüründe. Seyirciler sanki atın yerine çılgınca kişniyorlardı. Ancak Konsey buna müdahale etmedi. Zira örf ve âdetlerimizde ırk olarak at başımızın tacıydı.

Kimilerine göre bozulma, kimilerine göre gelişme olarak değerlendirilse de Ümit Besen’in I Love You yarı Türkçe-yarı İngilizce şarkısı dönemin kültürünün önemli sembollerinden biri oldu.

O dönemin resmi gazetesinin1983’de yayın hayatına başlamasıyla önemli bir boşluğu dolduruyordu sistem. Bu gazete asparagas, erotik bulvar gazetesi Tan’ dı. Bolca çıplak kadın fotoğraflarının altlarına masabaşında şipşak neşeli haberler yazılır ve okurlar keyifle bunlara bakarlardı.

Bir eksiklik de Erkekçe ve (Türkçe) Playboy dergileriyle gideriliyordu bu yıllarda.

Darbe yıllarında toplumdaki kültürel boşluklar itinayla dolduruluyordu. 1976’da ilk baskısını yaptığı Her Gece Bodrum kitabından sonra Selim İleri, Cehennem Kraliçesi romanıyla 1980 yılına bomba gibi düşmüştü. Dar ve entelektüel bir çevrede fantezi ve cümbüş gırla gidiyordu kitapta.

Peşinden 1981’de Attila İlhan’ ın Fena Halde Leman’ ı düştü edebiyat dünyasına. Gerçi bu kitap Attila İlhan’ ın Hangi Seks? kitabının bir adım ötesi, öykülendirilmiş haliydi. Bu tür kitaplarla özellikle toplumdaki cinsel klişelerin yıkıcılığına talip olmuştu yazarlar. Öte yandan sol cenah da yıllarca sıkılmıştı bacı edebiyatından!

Dönem yıkıcılık dönemiydi; Konsey yukarıdan, diğerleri dört bir taraftan balyozlarını sallıyordu topluma. 12 Eylül’de devrim kaçmıştı ama bazı uyanıklar da bari cinsel devrimimizi yapalım hevesindeydiler.

12 Eylül’ün darbesi politik bozgun yaşayan kesimlerde daha sarsıcı olmuştu. Fikirleri iktidarda olup, kendilerinden bir kısmı da hapse düşmüş olan ülkücü-faşistler de çek-senet işlerine yönelip işi ülkücü mafyalığa kadar ilerlettiler. Halk ise şaşkınlık ve kendi rutini içinde olan biteni seyrediyordu.

Darbe sonrası toplumda bunlar olurken bir avuç insan yine edebiyat-kültür dergileriyle, derlemeleriyle darbeye ve darbenin sebep olduğu bozulma-yozlaşma harekâtına karşı direnmeye çalışıyorlardı.

Murathan Mungan’ın sözlerini yazdığı Yeni Türkü grubunun söylediği Maskeli Balo şarkısı o yıllarda ihtiyaç duyan gönüllere su serpiyordu.

***

12 darbesiyle dört bir yandan ahtapotun kollarıyla kıskaca alınan toplum ve bu toplumun içindeki solculara, devrimcilere, sosyalistlere zaman içinde ne oldu? 40 yıl önce yüz binlerce solcu alanlarda, sokaklardaydı. Bugün sayım yapsak kaç kişi kalmıştır o yüz binlerden?

Son 18 yıllık dönemde pervasızca yemlemeye, zorlamaya rağmen bile son kaç seçimdir bu halkın yarısı seçimlerde teslim olmuyor 7. Yüzyıl kafasına, direniyor. Halkın çoğu olduğu yerde duruyor. Yukarıda anlattığım konjonktürde sormayalım mı şimdi: kim daha direngen?

Solun genel hatası şu: Halkın öğrenme yeteneğini görmemek. Onların nasıl öğreneceğini bilmemek. Biz ilgilenirsek halk öğrenir, yoksa halk kendi başına öğrenemez, diye düşünerek; halkın aklını, zekâsını, öğrenme yeteneğini görmüyorlar. Halkın yüzde ellisinin teslim olmaması bu tecrübesinin sonucu.

Şahit mi? -Rosa Luxemburg:

Kitlelerin hayattan öğrendikleri, en yetenekli Merkez Komite’nin öğrettiklerinden daha gerçekçi, daha doğrudur.


Naim Kandemir – 20.12.2020

Tags:


About the Author



Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Back to Top ↑