..." /> Memleketin hali pür-melali - İsmail Göçüm

Makaleler

Published on Eylül 12th, 2020

0

Memleketin hali pür-melali – İsmail Göçüm


Faşist dikta ve totaliter rejimlerinin halkına reva gördüğü, ekonomik refah, hak ve özgürlüklerdir, 12 Eylül 1980’den bu güne: Memleketin hali pür-melali


İnsan denince akla; duyguları, düşünceleri yaratıcılığı, kendisini yenilemesi, hayatı üretmesi, kendi geleceği yanında doğada bulunan başka varlıklar adına: üretme, düşünme, yazma, çizme, yontma inceleme, araştırma, söz söyleme, kurma, yıkma; nesnelere renk ve şekil verme gelir…

+İnsan denince akla; erdemli ve onurlu duruşlu…
+İnsan denince akla; samimiyet ve gerçekçilik…
+İnsan denince akla; hür ve özgürlüğe düşkün…
+İnsan denince akla; doğal ve özgüven sahibi…
+İnsan denince akla; dürüst, namuslu ve ahlaklı…
+İnsan denince akla; kendisi ile barışık yaşayan…
+İnsan denince akla; hak, sosyal adalet, vicdan…
+İnsan denince akla; sevecen, sempati, güler yüz…
+İnsan denince akla; şefkat, merhamet, huzur…
+İnsan denince akla; beş duyusu ile empati kuran…
+İnsan denince akla; nesnelere şekil ve renk veren…

+İnsan denince akla; doğayı koruyan, insanları, canlıları, cansızları koruyup kullayan, kendisini ve çevresini güzelleştiren…
+İnsan denince akla; hata ve yanlışlarından öğrenen…
+İnsan denince akla; bilgi, birikim, tecrübe biriktiren…
İnsan denince akla; haksızlıklara, adaletsizliklere, hukuksuzluklara karşı gelen…

Peki insan denilince akla; çevremizde aradığımız bu kriterleri yerine getiren kaç insan ile karşılaşıyoruz. Öyle tahmin ediyorum ki; hepimiz bu konuda hayal kırıklığı yaşıyoruz. Şartlar, koşullar, çıkarlar, ilişkiler… sayılan bütün bu güzellikleri yerle yeksan ediyor.

Sonuçta insan biyolojik yapısının gereği, psikolojik bir varlıktır. Doğası gereği, objektif koşullara karşı subjektif olarak donanımlı ve dayanıklı değildir. Bu anlamda duygusal olan insan, objektif bilgilerle duyurulmadığı sürece, psikolojik olarak subjektif yapısı her türlü manipülasyona açıktır. Ayrıca, zaman kavramında diğer hareketli canlı varlıklara göre zeki olmakla birlikte, hem yönetmeye, hem de yönetilmeye eğilimli bir varlıktır.

Hukuk fakültelerinde, profesörlerin
anlattıkları deney bir hikaye vardır.

Bir zamanlar sözkonusu ülkenin hukuk fakültelerinden birinde derse giren bir Profesör, kürsüde ders anlatmaya başlayacaktır ki; aklına bir düşünce deneyi gelir. Öğrencilerine göz attıktan sonra bir öğrenciye gözü takılır. Baştan ayağa öğrenciyi süzen Profesör, öğreciyi yanına çağır ve yüzüne bakarak;

“Adın ne senin?” diye sorar.

Öğrenci profesöre gülümseyerek;

“Halil” deyince, Profosör sert bir sesle;

“Çık dışarı” der.
Profosöre nedenini soran Halil’e, sınıftaki arkadaşları tepkisiz kalınca, Halil dışarı atılır ve profesör derse başlar.

Öğrencilere dönen profesör;
“Yasalar neden vardır? diye sorar.

Öğrencilerden biri kalkar;
“İnsanların davranışlarını düzenlemek için vardır.” der.

Profesör;
“Başka?”

Bir diğer öğrenci;
“Yasalar uygulansın diye vardır” der.

Profesör devam eder;
“Başka?”

Bir diğeri;
“Güçlüler, güçsüzleri ezmesin diye vardır”der

Profosör;
“Evet ama bu yeterli değil”

Bir diğer öğrenci;
“Adalet egemen olsun diye vardır hocam.”der.

Profesör;
“Evet bu doğru. Peki adalet ne işe yarar?” diye sorar.

Bir başka öğrenci kalkar;
“Herkesin hak hukukunu korur ve hiç kimsenin hakkına tecavüz edilmesine izin vermez.” der

Profesör;
“O zaman hepinize soruyorum ama; korkmadan söyleyeceksiniz. Arkadaşınızı sınıftan atmakla onun hakkına tecavüz ettim mi?”

Sınıftaki tüm öğrenciler hep bir ağızdan;
“Evet” ettiniz der.

Öğrencilerine dönen profesör kızarak;
“İyi de, o zaman arkadaşınızı dışarı atarken neden sesinizi çıkarmadınız?”der.

Öğreciler suskun!

Profesör;
“Adaleti savunma ve uygulama cesaretiniz yoksa yasalar ne işe yarar?”

Öğrenciler yine suskun!

Profesör;
“Hukuksuzluğa ve zulme karşı tepkisiz kalırsanız insanlığınızı yitirir, bir emir robotundan farkınız kalmaz. İnsanlık hiç bir zaman pazarlık konusu olamaz” diyerek konuşmasını sonlandırır.”

Öğrenciler başları öne eğik, derin düşüncelere dalarken, Profesör dışarı çıkar ve kapı önünde nedensiz duran Halil’e yaklqşır ve elinden tutarak kapıdan tekrar içeri girer.

Öğrenciler Halil’i görünce üzgün şaşkındır!

Profesör, bütün öğrencilerin önünde Halil’e;
“Gücümü kullanarak sana haksızlık ettiğim için özür dilerim. Sana yaptığım zulümle sınıfı korkutup sindirdim. Sonra da insanlığını kaybetmiş bir gücün ne denli tehlikeli olabileceğini anlatmaya çalıştım. Bu hepiniz için bir deneydi.”der ve Halil’i yerine oturması için eli ile yol gösterir.

Öğrenciler daha da şaşkındır. Öğrencilerin bu şaşkınlığı henüz geçmeden Profesör tekrar sınıfa döner ve;

“Bugünkü dersimiz bu kadar. Hepiniz yarın fakülteden mezun olup anadolunun çeşitli kentlerine dağılarak adaleti temsil etmeye başladığınızda, bu günü ve bu deneyi asla unutmayın, yoksa insanlığınızdan çıkarsınız!” diye seslenerek sınıftan ayrılır.

Öğrenciler mezun olduktan 10 yıl sonra hakim ve savcı olan öğrencilerini takibe alan profesör, onları denetlemek için anadolunun yollarına düşer. Denetlemeleri sırasında, 10 yıl önce anlattığı bu deney hikayeyi hakim ve savcıların bir çoğunun hatırlamadığını görür ve çok üzülür.

İçinden;
“keşke sizleri görmez olaydım” diyerek insanlığından utanır.

Bu deney bile bizim ne kadar ezberci ve balık hafızalı bir toplum olduğumuza yetede artar. Gerçekten de toplum olarak bizler balık hafızalı, çabuk unutan, geçmişle gelecek srasında ilişki kurmda zorlanan bir toplumuz. Bu da okulkarda düşünce felsefesine, diyalektik düşünme kuramına yeterli derecede önem vermeyen bir eğitim sisteminden kaynaklanıyor.

Türkiye de üniversiteler özerk, bilim, düşünce, araştırma, inceleme merkezleri olmaktan çok, sömürü sisteminin ihtiyaçlarına yanıt verme amaçlı; ezbere dayalı bir öğrenme ve ihtiyaçları giderme merkezleridir. Toplumda bir üniversileliye sorulduğunda;

“Üniversiye öğrencisiyim” diye yanıt verir.

Aileye sorulduğunda;
“Gerine gerine, çocuğum üniversite öğrencisi, üniversite de okuyor” der.

Toplumda, ailede, bireylerde; hala okuma, ezberleme, öğrenme terimleri havada asılı durmaktadır. Bu terimler avrupada yerli yerine oturalı 200 yıl geçmiş. Örneğin avrupada üniversiteliye:
Almanlar –Student,
İngilizler –College-Student,
Fransızlar –E-tudient, derler.
Bütün bu ülkelerin ortak dilindeki anlamı; düşünme, bilim, araştırma, inceleme, bilgi biriktirmedir.
Türkiyede= Üniversite öğrencisi, hala ezbere öğrenme…
İşte, eğitim sisteminin, iletişim bilimlerinin hali pür melali:

Üniversitelerden, hukuk fakultelerinden mezun olanları, önlerinde Dr… Prof. takılı ünvanları ile meydanlarda, medyada, bürokraside, parlamentoda görüyoruz:
-Evrensel yasalardan, bilimsel deneylerden yoksun…
-Konuşma ahlakından yoksun…
-Konuşma diksiyonu, retorikten yoksun…
-Kişilik kuramı, saygı ve empatiden yoksun…
-Politik iktidarlara yaranmak için insanı değerleri ayaklar altına alan; kişisel hırs, siyası çıkar, yandaşlık ve yalakalıktan burnundan soluyan, ağzından köpüren…
-Özgürlüğe ve özgür düşünceye düşman…
-Yalancı, takiyeci, ikiyüzlü ekonkmik-siyasi çıkar ilişkilerine dayalı bir iletişim…
-İçi, siyasi kin ve nefretle dolu bir beyin…
-Haksızlıklar ve adaletsizlikler karsısında pısırık ve suskun…
-Evrensel düşünceden, bilgi, bilim üretmekten yoksun…
-Her türlü; insani, vicdani, ahlaki terbiyeden yoksun…
İşte, ülkede okumuş insan profilinin hali pür melali.

*Bir tarafta aşırı açlık, sefiller ordusu ve yoksulluk…
÷Diğer tarafta aşırı lüks, şatafat ve zenginlik…

*Bir tarafta, evsizler, çaresizler… kutu gibi evlerde yaşayan emekçiler, üreten ama aç, çalışan ama ezilen emekçiler sınıfı…
÷Diğer tarafla, asalak geçinenler, asalak yaşayanlar, devleti yönetenlerin şatafatlı yaşamları; lüks villaları, yazlık kışlık sarayları, havada süzülen özel lüks uçakları, karada lüks araçları fabrikaları, denizde yüzen yüksek tonajlı yük gemileri, marinelerde demirli lüks yatları olan, ezan burjuva zenginler ve sınıfı…

*Bir tarafta, karnını doyurmak için çöp toplayan, çöp bidonlarında yiyecek arayan yoksul, sefil insanlar…
÷Diğer tarafta mutfaklarında altın musluklardan akan su. Altın yaldızlı mutfak takımları, kahvaltı sofralarında ejder meyveli smoti içecekler, özel ahçıları ile binbir gece masallarını andıran sofraları ve hayatları…

*Bir tarafta olağanüstü hal koşullarında, işçilerin sendikalaşma, grev yapma, emekçilerin örgütlenme, sivil toplum kuruluşları ve meslek örgütlerinin örgütlenme hakları gaspedilirken….
÷Diğer tarafta, sermayelerini artıran, kârlarına kâr katan doymak bilmez; emperyalistlerin ajentecisi, tekelci komprador kapitalistler…

İşte ülkede yönetenler ve yönetilenlein hali pür melali.

–Ülke soyanlar boğazına kadar borç bataklığına batmış, adına demokrasi diyor… ses çıkaran yok. İktidar-Muhalefet taht kavgasında.

–Yasa tanımaz derin devlet iktidar ortaklığı, siyaset mafya arasındaki kirli ilişkiler… bu duruma karşı çıkan muhalif siyasetçilere linç kampanyası… ses çıkaran yok. İktidar-Muhalefet taht kavgasında.

–Ülkenin değerleri tarikatlara ve yandaşlara, ajenteci komprador burjuvalara peşkeş çekiliyor… ses çıkaran yok. İktidar-Muhalefet taht kavgasında.

–Halkın açlıktan, yoksulluktan midesi zil çalıyor, “açız diyor”… ses çıkaran yok. İktidar-Muhalefet taht kavgasında.

–İşçiler, emekçiler, memurlar kredi bataklığında finanz tekelleri, bankalar tarafından esir alınmış… ses çıkaran yok. İktidar-Muhalefet taht kavgasında.

–Devletin hazinesi yandaş şirketlere peşkeş çekiliyor… ses çıkaran yok. İktidar-Muhalefet taht kavgasında.

–İşsizlik, yoksulluk, açlık, memleketin hali pür melali. Halk sessiz, İktidar-Muhalefet taht kavgasında.

–Hak, hukuk, adalet çökmüş. Halkın hukuka, adalete, devlete, mahkemelere güveni kalmamış… İktidar-Muhalefet taht kavgasında.

–Devlet hazinesi boşaltılmış, ekonomik kriz ayyukta, para ve sermaye politikası çökmüş. Devleti yönetenlerin gözü emekçinin kıdem tazminatında; emekçilerden kesilen işsizlik fonunda, sigorta fonunda, emeklilik fonunda, … Halk sessiz. İktidar-Muhalefet taht kavgasında.

–İktidar savaş tam tamları çalarak ayakta kalmanın yollarını arıyor. İç politika cambazlığa dönüşmüş, Dış politikada diplomasi bitmiş, savaş dili hakim. Devleti işgal edenler “devletin bekası” diyor, halkın umutlarını yiyor.

–Ülkenin dünyada dostu kalmamış, komşuları ile didişiyor. Muhalefet hükümeti yedirmem diyor. Kimin eli kimin cebinde belli değil. İşte memleketin hali pür melali.

–Demokrasi, azınlıklar, insan hakları, işçi emekçi hakları rafa kalkmış. Kadın hakları ayaklar altında. İktidar hala ileri demokrasi diyor.
İşte memleket dünyadaki hali pür melali.

—Maliye, Hazine saraya emanet, damat, kayın peder içini boşaltıyor. Karşı çıkanlara, bozguncu terörist deniyor.

—Adalet tarikatlara emanet, hak ihlalleri ayyuka çıkmış. Sesini çıkaran, karşı çıkan kendini zindanda buluyor.

—Emniyet tarikatlara emanet, kadın cinayetleri, tecavüz olayları, siyasi linç, çinayetler, intiharlar… Sesini çıkaran haydutlukla damgalanıyor.

—Sağlık tarikatlara emanet, sağlıkçılar diken üstünde. Şehir hastaneleri, Özel hastaneler soygun peşinde. Sesini çıkaran çalbulculukla suçlanıyor.

—Diyanet tarikatlara emanet… tarkikatlar dinden, diyanetten nemalanıyor… siyasal islam halka karşı silah olarak kullanılıyor… Sesini çıkaran dinsizlikle damgalanıyor.

—Bürokrasi iktidara enanet, iktidar tarikatlara emanet; devletin kurumları tarikatlarca paylaşılmış. İdari kurumlar, bürokrasi atamalarında liyakat bitmiş sadakat öne çıkmış. Kurumlar siyasi çürumüşlük içinde, kayırmacılık lağım çukuru… Sesini çıkaranlar vatan haini olmakla damgalanıyor.
İşte ülkeyi yönetenlerin hali pür melali.

Peki ülke nasıl oldu da bu hale geldi?

Bütün bu problemlerin başında emperyalist- kapitalist sistemin çıkar ilişkileri yatıyor. Sermayenin rant dağılımı, sermayedarların daha rahat ve huzur içinde sömürebilmelerinin önlerindeki engellerin kalkması için, isteklerini yerine kusursuz getirecek bir iktidar, muhalefet isteğini yerine getirmek amacıyla; 12 Eylül 1980 askeri faşist darbesi gerçekleştirildi.

Darbe ile amaçlanan;
**Biatçı mileter bir toplum yaratma…
**Birey olmanın önüne geçme…
**İnsanları kişiliksizleştirme…
**Irkçılıkla diğer halkları asimile etme…
**Mezhepsel açıdan insanları sunnileştirme…
**Azınlıkların inanç haklarına saldırarak ortadan kaldırma,
**İşçilerin, emekçilerin, üretenlerin, aydınların örgütlenmelerinin önüne geçme, bu kesimleri sermayenin uysal köleleri haline getirmektir.

İşte memleketin hali, pür melali budur.


İsmail Göçüm – 12.09.2020

Tags:


About the Author



Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Back to Top ↑