Yazarlar

Published on Mayıs 14th, 2020

0

“Elin Gâvuru” – Naim Kandemir

Ülkede eğitim yap-boz tahtasına dönmüş, orta malı olmuş; gelen vuruyor, giden vuruyor.

Bizde çocuk yok ama devrimcilikten tüm çocuklar bizim diye bir bilinç almışız. Ülkenin eğitimle kalkınacağına, gelişeceğine inanmışız. Öyle değil miydi? Devrimci bir derneğe adım atar atmaz, hoop Devrimci Eğitim-Devrimci Ahlak ve peşinden gelsin Sosyalizmin Alfabesi… Eğitim devrimciliğin amentüsü.

***

Emeklilikte kahveye gidip pişpirik-okey oynamak kültürümüzde yok. Çocukların eğitimiyle ilgili bir dernekte gönüllü olarak müstahdemlikte buldum kendimi.

Şimdi, tanıyanlar diyebilir ki politbüro üyesi olacak adam, ola ola olmuş gönüllü müstahdem! Öyle canım arkadaşım! Biz görev, ideal insanıyız. Hem devrim oldu da biz mi politbüroya girmedik. Hadi canım hadi!

***

Ülkede her alanda olduğu gibi eğitim alanında da moda var. Hem de sarmış demir ağlar gibi yurdun her yanını bu moda. Cebi biraz para görenin ağzına vuruyor hemen: Montessori Eğitimi de Montessori Eğitimi! Çoğu tabela partisi gibi; adı var, eğitimi hak getire. Montessori’nin kemiklerini başka bir ülke bizim kadar sızlatmamıştır.

***

Son zamanlarda bir de Fin Eğitim Sistemi çıktı başımıza. Bu eğitimi ağızlarına sakız edenlere, Finlandiya’yı dünya haritasında göster desen gösteremezler. Dört buçuk milyonluk küçük bir ülke olduğunu da bilen çıkar mı bilinmez.

Finlandiya’yı bilenlerin çoğu da Vikingler’den dolayı biliyor. Böbürlenmeyeyim ama Fin Eğitimi’nden önce taa orta 1’den beri haberim var Finlandiya’dan. O zamanlar İngilizce mektup arkadaşım vardı Finlandiya’dan, Auli.

Medyada çıkıyor, Pisa raporlarında başarı sıralamasında Fin Eğitimi hep üst sıralarda diye. Oradan öğreniyor ilgili olanlar. Bir açıp baksalar ülkemiz tarihindeki Köy Enstitüleri’nin uygulamalarına, Finlilerin yaptığı özünde o sistemin zamana ve ülkeye göre güncellenmesi.

Biz de dernekte eğitimle ilgili etkinlikler düzenliyoruz. Fin Eğitim Sistemi’ni başarısından dolayı merak ediyoruz ve dernek bünyesinde böyle bir etkinlik yapalım diye araştırıp duruyoruz ama elimiz hep boş kalıyor.

***

Bir akşam pat diye bir telefon. Bir arkadaşımız aradı ve hah dedik, kısmet ayağımıza geldi. Finlandiyalı iki eğitimci İzmir’e geliyormuş ve arkadaş onlarla tanışıyormuş. Bizim Fin Eğitimi’ni merak ettiğimizi bildiği için, bizi onlarla görüştürecek.

Dernek başkanıyla atladık gittik İzmir’e. Tabii dernekteki müstahdem statümle değil, görüntü ağırlığımla götürüyor dernek başkanı beni yanında!

Arkadaşımız iyi İngilizcesiyle bizlere aracılık ediyor. İş tarzancaya kalsa, mevzuya girişimiz yıllık izin gerektirir, bu net bence!

İlk tanışmamız kordonda elitlerin geldiği bir kahvaltıcıda(tabelada breakfast yazıyor). Kolay mı hem derneği, hem ülkeyi temsil edeceğiz. “Şakir’in Yeri” benzeri bir yere götüremezdik tabii ki konukları sorumluluğumuz gereği! Sabah başladığımız kahvaltı öğlene dayandı. Çok mu yiyorlar, yavaş mı ne bilmiyorum ama ben sıkıntılandım, alışık değilim böyle uzun kahvaltılara.

Kahvaltının uzamasının bir nedeni de arkadaşımızın Fince- İngilizce-Türkçe arasında mekik dokuyup bize püre şeklinde Türkçe bir anlam sunması.

Kahvaltıdan sonra biraz kordonda yürüyoruz. Bizlere tercümanlık yapan arkadaş Finlilerin bir kiliseyi görmek istediklerini söyleyince ayaklarım geri geri gitse de arkalarına takılıyorum. İzmir’in bunca güzelliği içinde Finlandiya’dan kalk gel, kilise gör. Olacak iş mi bu? Bana hiç uymaz ama misafire de bir şey denmiyor ki.

Kilisenin önüne geliyoruz ki kilise kapalı. Tek katlı da kilise mi olurmuş? Ben dernek başkanına fısıldıyorum: papaz mı kaçmış, cemaat mi? Dernek başkanı gözleriyle sus diyor. Kilisenin önünde Finlilerle birlikte bir fotoğraf karesine giriyorum. Güneş yüzümü iyice aydınlatıyor. Finlilerden bıyıklı olanı tercüman arkadaşa, bana bakarak bir şeyler söylüyor. İçime kurt düşüyor, ne diyor diye soruyorum hemen. Bu adam şimdi bakıyor bana ve ben biliyorum ki aynı dili konuşamasak da bu güzel adamla kalben biz çok iyi anlaşacağız, diyormuş. Kendi kendime gülümsüyorum. Çünkü, babamın ailedeki yaşlıların gönlü olsun diye ikinci isim olarak bana Allahın nuru anlamına gelen ismimi koymuş olduğunu hatırlıyorum ve “elin gâvuru” da yüzümden hissetti demek bunu diyorum içimden.

***

Konuklar durmuyor; bu kez de Efes Antik Kenti’ne gitmek istiyorlar. Ne yapalım, kaz gelecek yerden tavuk esirgenmez, deyip yola çıkıyoruz. Ben sıcağın alnında harabeleri gezmek istemiyorum; ortaokulda gezmiştim izciyken, değişmedi ya, diyorum kendi kendime. Israrla beni de çeke çeke götürüyorlar.

Finlilerin aralarındaki konuşmalarından, dillerini bilmesem de anlıyorum ki Efes’i onlar bizden daha iyi biliyorlar. Biz sadece bakıyoruz. Bir tapınağın önünde bıyıklı Finli opera gibi bir şey söylüyor. Ne dediğini bilmiyorum ama sesi bizim birçok popçudan daha güzel ve eğitimli. Ben, bırak operayı bozlak bile okuyamam. Bendeki ses sadece konuşmaya yarıyor.

Efes’i bitirip Şirince’ye geçiyoruz. Ben o güne dek Şirince’yi görmemiştim. Neyse ki bu sayede bizim cenahta bu yönden sicilimi düzeltiyorum. Solcu olup da Şirince’yi görmemek büyük eksiklik! Şirince yollarında sıcaktan balatalardan ses ve koku geliyor ama hedefe ulaşmamız gerek. Şöyle bir bakıyorum Şirince’ye; güzel ve bakımlı binalar ama Karadeniz’de daha muhteşem yerler var, diyorum içimden. Ama buranın reklamı iyi demek ki, reklamın bilincimizdeki etkilerini yok sayamayız hani solcu da olsak, gerçek bu, ne yaparsın?

Şirince’de yıkık kilisede yine bıyıklı Finli arya gibi bir şey patlatıyor. Ne dediğini anlamaya çalışıyorum ama ne mümkün. Müzikte bir yakınlık buluyorum; Era’nın Ameno şarkısına gidiyor kulağım…

***

Şirinceyi bitirip İzmir’e dönüyoruz. Asansör’de akşam yemeğimizi manzara eşliğinde yerken söz tekrar Fin Eğitimi’nin bizlere tanıtılması için yapılacak etkinliğe geliyor.

Bıyıklı Finli, bu etkinlik için bizlere hiçbir masraf yaptırmayacaklarını, Türkiye’deki ilk toplantıya değil ama ikinci toplantıya mutlaka Fin Eğitim Bakanı’nı getireceklerini söylüyor. Ahan da gördük mü medeniyeti? Biz, yaşadığımız şehirde Milli Eğitim’den şube müdürünü bile davet etsek böyle bir toplantıya gelmez billahi, adam kalkmış bakanı getiririz, diyor. Şimdi ben ezilmeyeyim de ne yapayım? Onların bakanı çalışmıyor fink fink geziyor desem, kim inanır? Belki de keramet bizdedir, farkında olmadan büyük işler mi yapıyoruz ne! Bakan gelecek ayağımıza, anlamak havsala gerektiriyor.

***

Konuklarımızı yemekten sonra otele götürüyoruz. Tam otelin önünde otomobilden ineceklerken, arkadaş Finlilerin bir istekleri olduğunu bize bildiriyor. Bıyıklı Finli, bizden ayrılmadan otomobilin içinde dua etmek istiyormuş. Etsin canım, bir duanın lafı mı olur? Kibarız, hoş görülüyüz ya, hangi çağda yaşıyoruz?

Törensel bir sesle başlıyor Finli duasına. Fince bir şeyler söylerken, elleriyle bir hareketler yapıyor, otel tam cadde üzeri, insanlar vızır vızır, ben otomobilin koltuğuna gömüldükçe gömülüyorum. İzmir koca şehir ama olur ya, bir tanıdık geçerken beni görür, mahvolurum, dile düşerim vallahi: Eski devrimci Naim istavroz çıkartıyordu arabada, tut tutabilirsen milletin ağzını. Otomobillerinin camlarına film taktıranlara ifrit oluyordum, yok, haklılarmış, hiç ihmale gelmez, en koyusundan taktırmalı billahi. Neyse dua faslı bitiyor, gören olmamıştır inşallah.

Finlilerle vedalaşırken, duacı Finli kartvizitini veriyor bana. Haberleşmek ve tekrar görüşmek üzere ayrılıyoruz.

***

Ertesi gün İzmir’den görevimizi yapmanın mutluluğu ve Fin Eğitim Sistemi hakkında kısa bir zaman sonra etkinlik yapacağımız umuduyla yaşadığımız şehire dönüyoruz.

İlk iş olarak, İngilizce bilen yeğenimizi arayarak Finlinin verdiği kartvizitteki kurum ve şahısın bilgilerini araştırmasını rica ediyoruz.

Kara haber tez gelirmiş, öyle oluyor. Şimdiki gençler de bir tuhaf, alıştıra alıştıra, yaşımıza uygun bir devirde söylemiyor yeğenimiz söyleyeceğini, dan diye söylüyor. Finlilerin çalıştığı kurumun ıcığını cıcığını araştırmış ve dünya üzerinde örgütlendikleri ülkelerin haritasını göndermiş bize… Benim için hayatta iki karşı cins arasında kullanılan bir pozisyon çeşidinden başka bir anlamı olmayan işle uğraşıyormuş bu bizim Pisa rekortmenleri!

Bu iş bize uymaz, bizi bozar deyip, kibarlığı elden bırakmayıp, kırıcı olmamak için hızlıca bahanemizi de aracı olan arkadaşa bildiriyoruz: Ülkede OHAL var, bu tip toplantılara izin alamayız!

Kırk yıl düşünsem OHAL’in benim işime yarayacağı aklıma gelmezdi. Nemize lazım, beladan uzak durmak gerek!

Hem gel de illet olma! Kardeşim bula bula beni mi buldun? Benden size hiç yâr olmaz. Hem bizim dinin suyu mu çıktı? Yerli malından yanayım ben, ilkokuldaki beslenme dersinden beri!

Lafın büyüğünü bizimkilere söylemeli. Yaa, bak gördünüz mü yerli dinciler? Adamlar; bunlar solcu, ateist, komünist falan demeden ellerini uzatıyorlar. Sizlerse anca bizi yakın, taşlayın, bize tek yön biletler alın, arkadaşlarımızın cenaze namazlarında imamınız “ kenarda duranlar,” diye laf soksun… Sonunda kıymet bilen bir “elin gâvuru” çıkıyor işte!

***

Bu olayı badireye dönüşmeden atlattıktan yaklaşık bir yıl sonra, feysde gezinirken bir reklam geldi sayfama. Feysciler bizim ciğerimizi biliyor tabii. Eğitim meraklısıyız ya, göndermişler işte, yine de sağ olsunlar, yoksa nereden haberim olacaktı?

Reklamda bizim o geçen yılki bıyıklı Finli. Dünyadaki başarılı eğitim örneklerinin anlatıldığı bir toplantıda Türkiye’ye gelip ülkesinin eğitim sistemini anlatacakmış. Toplantıyı düzenleyen ve bizim istavrozcuyu getiren de bir siyasi parti. Hadi buyur…

Tags:


About the Author



Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Back to Top ↑