Söyleşiler

Published on Mayıs 23rd, 2020

0

Pandemi Günlerinde Sanat: İzole Project

Hikâye anlatıcılığını merkeze alarak bireysel hafızaya odaklanan sanatçıların kimisi camına her gün açıklanan vaka sayılarını çizdi, kimi pandeminin yarattığı duygu durumunu kolajlara aktardı, kimisi eski fotoğraflarını ziyaret ederek onları tekrar renklendirdi.


Söyleşi: Yağmur Karagöz

“…hepimiz hayatını muhtemelen dil aracılığıyla gerçeklik ve anılarla ilgilenerek geçirecek birer sanat öğrencisiyiz. Gelin ortak hafıza, ulusal hafıza ya da etnik hafızadan değil; kendi hafızamızdan bahsedelim. Nitekim tarih boyunca ulusal ve ortak hafızanın bulandırdığı ve değiştirdiği de hep bireysel hafızamızdı.”

Yan Lianke’nin çevrimiçi Çin Kültürü dersine girerken söylediği bu sözlerin etrafında birleşen sanatçılar, pandemi sürecindeki sınırlılık hâlini ve üzerlerinde yarattığı etkiyi görsel bir dille aktarmak amacıyla kolektif bir güncel sanat projesi olan İzole’yi başlattı.

İçinde bulunduğumuz pandemi sürecinin güncel kaydını tutmayı amaçlayan İzole projesi, kişisel olandan toplumsal olana doğru yol alıyor ve her geçen gün aralarına kattıkları farklı disiplinden sanatçılarla projeyi daha da genişleterek yeni bir tartışma alanı oluşturmayı hedefliyor.

Hikâye anlatıcılığını merkeze alarak bireysel hafızaya odaklanan sanatçıların kimisi camına her gün açıklanan vaka sayılarını çizdi, kimi pandeminin yarattığı duygu durumunu kolajlara aktardı, kimisi eski fotoğraflarını ziyaret ederek onları tekrar renklendirdi.  

Proje sanatçılarından Aslı Çelikel, İpek Çınar, Orhan Cem Çetin ve Erdem Varol ile “İzole”yi konuştuk.

İzole’nin kurulma süreci nasıl oluştu, hangi motivasyon ile bir araya geldiniz?

Erdem Varol: Geçen Eylül ayında Karşı Sanat’ta gerçekleşen Fermantasyon sergisi hazırlık aşamasında kurulan kolektif iletişimin, İzole projesini beslediğini düşünüyorum. Hatta sergiyi oluşturduğumuz süreçte yaptığımız tartışmalar bizi o kadar mutlu etmişti ki; sergi günü bu tartışmaların, ortaya çıkan işler kadar kıymetli olduğunu konuşmuştuk.

Fermantasyon sergisini hayata geçirdiğimiz arkadaşlarımızla iletişimimiz kopmadı ve pandemi sürecinin başlamasıyla birlikte mekânsal anlamda geçici olarak mümkün olmayacak tartışmaları ve gündelik hayata dair paylaşmak istediklerimizi (hepimizin artık aşina olduğu) Zoom aracılığıyla sanal ortama taşıdık.

Projeye dair bugün görünen/gösterdiğimiz her şey, Mart’ın ikinci haftasından itibaren web üzerinden yapmaya başladığımız tartışmaların ürünüdür.

Görsel: Erdem Varol/İzole Project

Farklı disiplinlerden sanatçıların bir araya geldiği bir oluşum, ortak bir mottonuz var mıydı?

İzole Project: “…hepimiz hayatını muhtemelen dil aracılığıyla gerçeklik ve anılarla ilgilenerek geçirecek birer sanat öğrencisiyiz. Gelin ortak hafıza, ulusal hafıza ya da etnik hafızadan değil, kendi hafızamızdan bahsedelim. Nitekim tarih boyunca ulusal ve ortak hafızanın bulandırdığı ve değiştirdiği de hep bireysel hafızamızdı.’ diye söz ediyor Yan Lianke çevrimiçi Çin Kültürü dersine giriş yaparken. Bu metin bizi de harekete geçiren bir niteliğe sahip.

Her şeyin daha fazla kısıtlandığı bu günlerde, birkaç arkadaş toplandığımızda, bu sınırlılık halini ve üzerimizde yarattığı etkiyi beraberce, iletişimde kalarak ve öncelikli refleksimiz olan görsel dille aktaracağımıza inandık.

Kamusal alanlar, sokaklar ve bireysel dünyalarımız çıkmazdayken, hikâye anlatıcılığını merkeze alarak farklı disiplinlerde üreten sanatçıları birleştiren ve yeni bir tartışma alanı yaratacağını düşündüğümüz bu platformu oluşturduk. Her hafta paylaşılacak güncellemeler ve süreç içinde dahil olacak yeni sanatçılarla nereye evrileceğini birlikte göreceğiz.

“Sistemin çalışmadığına şahit olmanın depresyonunu yaşıyorduk”

Peki, pandemi sürecindeki, sınırlanmışlık ve belirsizlik üretiminizi nasıl etkiledi?

Aslı Çelikel: Pandemi sürecinin içindeyken sınırlanmışlığı ve belirsizliği anlamak zaman aldı elbette. Bir süre, sanki salgın yarın bitecekmiş gibi zihnimiz bizi biraz kandırdı diyelim.

Tabii ki ne yapacağımızı şaşırdık herkes gibi. Bir elimize kitap alıp, bir yandan film izlemeye, bir yandan da spor yapmaya çabaladığımız anlar olmuştur. Biraz saçmalamak hepimizin hakkıydı. Daha sonra bu keyif süreci bir durgunluğa ve zamanın yok olmasına sebep oldu.

Zaman kavramının yitip gitmesi, hangi gün hangi saatte ne yapacağımızın, üretmenin anlamsızlaşması. Belki de bunca zaman süregiden sistemin çalışmadığına şahit olmanın depresyonunu yaşıyorduk. Benim İzole Project için yaptığım pandemic devrim projem de bu mesele üzerineydi aslında.

“Neler oluyor? Bir devrimden bahsediyorum. Kurduğumuz bu sistemin çalışmadığına şahit olan kuşak bizleriz. Doğa kendini toparlıyor ve bizler ölüyoruz. Yanında da hâliyle insan ilişkilerimiz ölüyor. Bencilliklerimizle ve egolarımızla unuttuğumuz, korumaya çalışmadığımız doğa bizim haklı düşmanımız. Bir devrim oluyor ve şu an tekrar kurmaya çalışacağımız sistemi biz değil, çocuklarımız görecek. O yüzden dikkatle ve sevgiyle kurmalıyız.
Empati ve sevgi.
unutma!”

Fotoğraf: Aslı Çelikel / İzole Project

“Eski fotoğraflara yolculuk”

Orhan Cem Çetin: Sıradışı zamanlarda bir fotoğrafçının ilk refleksi hızlı bir değerlendirmeden sonra olup bitene dair görsel kayıtlar oluşturmaktır. Ben bir belge fotoğrafçısı olmadığımdan öteden beri bu refleksimi dizginlemeye çalışıyorum. 99 depreminde ve Gezi’de de benzer duygular yaşadım.

Zaten alanda yeteri kadar fotoğrafçı varken bana ihtiyaç yoktu. Ayak altında dolaşmaktansa bekleyip, sindirip, belki fotoğraf üretmekten başka ve daha acil ve anlamlı işler yapıp, görsel yorumumu sonralara bırakmalıydım. Bu defa da aynısı oldu, üstelik yaşanan krizin doğası gereği zaten sahaya çıkmam olanaksızdı ya da en azından bir basın fotoğrafçısı kadar kapsayıcı çalışmalar yapma şansım zaten yoktu.

Doğrusu ilk günlerim sadece hayatta kalma koşullarını sağlamak ve durumu kavramaya çalışmakla geçti. Haberleştiğim insanlar da “Sen kesin rahat durmuyorsundur, neler çıkacak bakalım elinden” diyerek huzurumu kaçırdılar. Aklımdan birkaç şey geçirdikten sonra, kendimi zorladığımı fark ederek düşüncelerimi akışına bıraktım ve bitmek bilmeyen arşiv düzenleme işlerime geri döndüm, hazır fırsat varken.

Aileden kalma bazı çok eski orta format siyah-beyaz negatifleri ve ilk yurt dışı yolculuklarımdan kalma bazı 35mm diaları tararken, yıllar önce yaptığım Yaklaş! serisinin duygusu geri geldi: Fotoğrafçının gerçek mekânlarda, gerçek zamanda yolculuk etmek yerine eski fotoğraflara dönüp, onların içinde yolculuğa çıkması, gözden kaçmış küçük ayrıntılarda anıları baştan inşa etmesi.

Bu yönelimi son yıllarda kullandığım kâğıt negatif boyama tekniğimle birleştirince seri ortaya çıktı.Tekniğin kendisi büyük ölçüde bilinmezlik içeriyor. Boyayı ıslak kağıda uyguladığımdan ve negatif renkler kullandığımdan, oldukça kontrolsuz, sürprizli, sonucu kestirilemez bir yöntem. Tıpkı salgın ve ona karşı alınan önlemler gibi.

Fotoğraf: Orhan Cem Çetin

Bundan sonra da farklı temalarda benzer şekilde kolektif üretim yapmayı düşünüyor musunuz?

İpek Çınar: Aslında ekibin büyük çoğunluğu uzun süredir kolektif çalışmalarda bulunan, sanat dünyasında inisiyatifler alan, ortaklıklar kuran ve birbirlerini de bu ortaklıklar aracılığıyla tanıyan insanlar. Bu söyleşide yer alan insanlar üzerinden örnek vermek gerekirse; Erdem (Varol)’in iki arkadaşıyla beraber birkaç yıldır devam ettirdiği Suimasen Editions isimli bağımsız bir yayınevi/kolektifi var, ben bir arkadaşımla beraber uzun yıllardır Orta Format isimli bağımsız bir yayını sürdürüyorum, Cem (Orhan Cem Çetin) bağımsız bir sanat mekânı olan Karşı Sanat’ın ekibinde.

Sanatın kurumsal ya da ticari kaygılar olmadan, bağımsız bir şekilde paylaşılabilmesi için, çok seslilik için, alternatif olanın sesini işitebilmek için bu tür kolektif yapılar ve inisiyatif almak bence çok önemli.

Bunun haricinde bireysel üretimlerimiz için de kolektif ortamların önemli bir yeri olduğunu düşünüyorum. Aslı (Çelikel) ile Erdem daha önce beraber Borderline isimli bir grup sergisinde yer aldılar, biz Erdem ve Cem ile beraber Aralık isimli kolektif bir kitap projesinde yer aldık…

Nitekim Erdem’in ilk soruda da bahsettiği gibi, İzole Project’in tohumları da yine kolektif bir üretim olan Fermantasyon sergisinde atıldı. Velhasılıkelam hepimiz yıllardır çeşitli kolektifler, kolektif üretimler, sergiler aracılığıyla birbirimizle dirsek temasındayız.

“Kolektif üretimler serbest piyasa ekonomisinin soğurduğu sanat dünyasında çok önemli”

Bu tür kolektif sergiler, birlikte atölyeler, ortak üretimler bizleri oldukça besliyor. Birbirimizden ilham alıyoruz, birbirimizin çalışmalarına önerilerde bulunuyoruz, eleştiriyoruz. Bunların hem kişisel üretimlerimizde, hem de serbest piyasa ekonomisinin giderek daha çok soğurduğu sanat dünyasında çok çok önemli olduğunu düşünüyorum. Dolayısıyla kolektif üretimlerimiz umarım her zaman devam eder.

 Cem: Evet, kesinlikle. Fotoğrafın bireysel bir üretim, fotoğrafçıların da genellikle asosyal olduğunu (ya da asosyal insanların fotoğrafçılığı tercih ettiğini) bir tarafa koyduktan sonra; kolektif çalışmaları, sonunda kendi kabuğuma çekileceğimi bildiğim sürece önemsiyorum.

Yaratıcı insanların birlikte daha akıllı olduklarını, işlerde kodlanan iletişimin bu yolla çok daha incelikli inşa edilebildiğini görüyorum. Oldukça kırılgan sanatçı kimliği için dayanışmanın önemini zaten belirtmeye bile gerek yok. Ortak kararlar alınmasında her zaman zorluk yaşanır. Uzlaşmanın yolları bulunuyor ama mutlaka. Özellikle de uzlaşmak zorunda hissettiğimiz böyle zamanlarda.

Fotoğraf: Şule Yılmaz/İzole Project/Kaç Kişi?

Üretilen eserlerle ilgili bir karar mekanizmanız/ekibiniz var mı?

Erdem: Web sitesini oluşturmak ve işler hâle getirmek, üretimleri dolaşıma sokmak, kendi toplantılarımızı, konuklarımızla olan canlı yayınları organize etmek için organik bir şekilde ve gönüllülük esasına göre oluşan bir ekibimiz var. Fakat genel itibariyle hemen her konu grup içerisinde tartışılarak karara bağlanmakta.

Ayrıca eser üretimi ile ilgili içerik bağlamında sanatçıları yönlendiren bir mekanizma yok ve olmasını da tercih etmiyoruz. Dolayısıyla her sanatçı aynı zamanda kendi editörlüğünü üstlenmiş oluyor.

Fotoğraf: Cevahir Akbaş/İzole Project

Özellikle online ortamda kolektif sanatın gelecekte de kalıcı olacağını düşünüyor musunuz? Üretilen eserlerin online olarak sergilenmesi/sunulması beraberinde yeni sorunlar getirdi mi?

İpek: İçinden geçmekte olduğumuz günler elbette çok farklı deneyimler ve ilişki biçimleri sunuyor. Nitekim kolektif yapılar da çoğunlukla bir ihtiyaçtan doğuyor ve o ihtiyaç/misyon tamamlandığında başka bir yere evriliyor. Kalıcılık, sonlanmak gibi sözcükler yerine evrilmek sözcüğünü kullanmanın önemli olduğunu düşünüyorum, çünkü içinde yer aldığımız her kolektif, yaptığımız her çalışma, her tecrübe kümülatif bir şekilde ilerliyor.

Bu süreçte edindiğimiz tecrübelerin, kurduğumuz bağların ve birbirimizden öğrendiklerimizin baki kalacağına inanıyorum; ancak ilerleyen günlerin getireceği ihtiyaçlar da farklı olacak ve yeni örgütlenme yapıları doğuracak. İzole de belki online bir kolektif olmaktan çıkıp bir yayının, akademinin, bambaşka birkaç oluşumun tohumunu atacak.

Üretilen eserlerin online olarak sergilenmesi ise elbette son zamanlarda kendi aramızda da sıkça tartıştığımız bir konu. Online mecra gerçekten kullanışlı, etkileşimi bol ve bugünün şartlarına en uygun mecra. Kendi dinamiklerine uygun bir çalışmayı oldukça şahlandırıyor.

Ancak bir yandan da online mecraya uygun bir iş üretmekle var olan bir işi dijital ortama aktarmak arasında ciddi bir fark var bence. Bir sanat işiyle mekânda kurulan fiziksel temasın anlamı çok başka ve bu anlam dijital ortamda her çalışmada aynı şekilde yakalanamıyor. Özellikle pandemi sürecinde yıllık programları aksayan sanat kurumlarının dijital ortamda üç boyutlu bir mekân tasarlayıp bu mekânın duvarlarına eserleri asmadan önce, canlı yayınlar serisine başlamadan önce bir durması ve düşünmesi, sanatçıyı dinlemesi gerekiyor.

Sanatçının yaptığı iş dijital ortama uygun mu, online ortamda bir sergi sanatçıyı mutlu edecek mi, sanatçının şu an için ihtiyacı olan şey bir sergi yapmak mı, sergilenmek mi bunu sorması gerekiyor. Bütün bunlar konuşulmadan, sanatçının mevcut durumdan nasıl etkilendiği ve güncel endişeleri irdelenmeden; önceden planlanan sergilerin paketlenip dijital ortama taşınması ciddi bir sıkıntı. 

Fotoğraf: İpek Çınar/ İzole Project

Cem: Bu yeni bir konu değil. İnternet beraberinde çevrimiçi sanat olanaklarını da getirdi. 90’ların sonlarında, Türkiye’nin ilk web segilerinden birini açmıştım. Hemen akla gelebilecek nimetlerle birlikte; izleyicinin işi nasıl bir ekrandan izlediğinin, fotoğrafları kendi makinesine indirip basma ihtimalinin bilinmemesi nahoştu.

Ama ekrana özel işler tasarlamayı -web-art vb çözümlerle- edisyona alternatif değil, edisyona ek bir mecra olarak ele almaya çalışıyorum. Her birimizin kendi web sitelerimiz, bloglarımız var. Başka sanatçıların da işlerini ekrandan görmeye alışkınız. Başka yollar, yöntemler de akıl edilecektir. Örneğin başka bir mekândaki 3D yazıcıya uzaktan heykel yollamak neden olmasın?

Bunun yanı sıra sanatçı konuşması ve benzeri sunumların, kapalı toplantıların çevrimiçi yapılması büyük bir kolaylık ve katılımı da artırıyor, kayıt altına alınmasını sağlıyor. Bence bu alışkanlığımızı sürdüreceğiz.

Zorunlu eve kapanma hali bir şeyler üretmelisin, yapmalısın “baskısını” da beraberinde getirdi. Ancak çoğu kişide bu durum ters bir etki gösterdi ve zaman ile üretmenin doğru orantılı olmadığını gördük. Siz zamana sahip olmanın pozitif etkisini görebildiniz mi?

İpek: Açıkçası bende epey pozitif bir etkisi oldu. Sanırım benim için bu etkiyi yaratan şey fazladan bir zamana sahip olmaktan ziyade, zamanın ritminin değişmesinden kaynaklandı.

Bir durmak, bir süre biraz aylaklık yapmak, gündelik hayatın otomatikleşmiş ritminden çıkmak; kısaca sil baştan bir ritm yaratmak bende algıların açılmasına neden oldu. Ancak o baskıyı da çok iyi anlıyorum. Özellikle karantinanın ilk günlerindeki düzenli spor yapma, sağlıklı beslenme, yıllardır beklettiğin kitapları okuma gibi karantina güzellemeleri çoğu insanda ters etki yarattı.

“Kendimize ait biricik ritmi ve sıradan zaferleri aramalıyız”

Karantinanın ilk günlerinde dolaşıma giren, Karantina Güzellemelerini Bırakın, Bu Bir Ruh Sağlığı Krizi (Stop Romanticizing Lockdown—It’s a Mental Health Crisis in the Making) başlıklı bir metin vardı. Sosyal medyanın neden olduğu herkesin bir şeyler yaptığı illüzyonunun, insanların omzuna bu zamanlarla baş edebilme kabiliyetlerinin olmadığı hissini yüklediğinden bahsediyordu. Kendimizi çok fazla yargılamadan, kendimize ait biricik ritmi ve sıradan zaferleri aramak gerekiyor galiba. 

Fotoğfaf: Edze Ali / İzole Project

Aslı: ”Başarılı ol, hep bir şeyler üret” baskısına, aslında evde kapalı kalmadan önceki hayatımız​da çok daha fazla maruz kaldığımızı fark etmişizdir​ bence​​.

Her sabah uyandığımda “Daha fazla bir şey başarmalıyım” yükü günbegün artıyor, güçlü olmak için üretmek gerekiyor, güçlü oldukça senden daha çok şey bekleniyor ve bir loop’a giriyorsun. Normal hayatta da aksattığın​ herhangi​ bir şey seni darmadağın ediyor ve başarısız hissettirebiliyordu. Tabii ki karantina sürecinde de bu gibi ataklar oldu. Ama bence hepimiz bir rahatladık. Bir sakin durup düşünmemiz için, hayat belki de ilk defa bizlere​ ​müsaade ​ediyordu. Sonra şu şekilde uyanmaya başladık izole zamanı: “Bir sakin ol! Başarılı olmak zorunda değilsin! Başarı nedir? Kim karar veriyordu ki zaten?”

Üretmek için bol zamanın yeterli olmadığını anladık ama. Ona asla lafım yok. Uygun koşullar sağlanmadığı sürece zihnin buna müsaade etmeyeceğini biraz öğrendik.

Gitme ya da kalma tercihinin ne kadar önemli olduğuna ve insanı özgür kıldığına, özgür olmadıkça üretmenin imkansıza yakın bir yerlerde olduğuna tanıklık ettik. İşte tam olarak bu sürecin öğretisi, pozitifi bu. Özgürlük her şey!

Ama bunun üzerine de söyleyeceklerimiz vardı elbette. İzole Project tam olarak bunun meyvelerinden biri bence.

Fotoğraf: Günseli Baki/İzole Project

İzole kapalı kapılar ardından sanatseverlere ulaşan online bir sanat sergisine dönüştü. Serginize her hafta yeni bir sanatçı da ekleniyor. Hayat normale döndüğünde bu süreçte ürettiğiniz eserleri fiziksel bir sergiye dönüştürmeyi düşünüyor musunuz?

Cem: Düşünüyorum 🙂 Zira çok ayrıntılı orijinaller çalıştım ve ekrandaki deneyim ile edisyona yakından bakılması arasında büyük fark olacaktır. İlk fırsatta sergilemek niyetindeyim. İşleri üretirken de bu niyetimi göz ederek tasarladım aşamaları.

Aslı: Salgın zamanından arındığımız günler elbette gelecek ve fiziksel sergilere geri kavuşabileceğimize inancım tam. Ne kadar dijital eserler üretsem de fiziksel paylaşımın her zaman daha etkili olduğu kanısındayım. Eserlerle birebir zaman geçirmenin deneyimini hep değerli bulmuşumdur. İzole Project’in dönüşümünü de zaman gösterecek ve hepimiz buna tanıklık edeceğiz.

İzole ne kadar süre kendini güncellemeye devam edecek, oluşuma katılmak isteyenlere kapınız açık mı?

Erdem: Projenin başlaması sosyal izolasyon süreciyle bağlantılı olduğu için nereye kadar devam edeceğini süreç gösterecektir. Dolayısıyla bir tarih belirlemenin zor olduğunu düşünmekteyiz.

Kolektife katılım ise davetler aracılığıyla gerçekleşiyor. Dolayısıyla içimizdeki sanatçıların başka sanatçıları davet etmesiyle genişliyoruz. (

(bianet) YK / EMK)


Yağmur Karagöz

Mayıs 2018’den beri bianet’te çalışıyor. Akdeniz Üniversitesi’nde lisans ve yüksek lisans öğrenimi gördü. Sinema üzerine yazıyor.

Tags: , , , ,


About the Author



Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Back to Top ↑