Sinema

Published on Aralık 1st, 2021

0

Sen Ben Lenin

• Dünya prömiyerini 43. Moskova Film Festivali’nde yapan; 32. Ankara Film Festivali’nden En İyi Senaryo ödülü alan ‘Sen Ben Lenin’in Yönetmeni Tufan Taştan ile konuştuk. Taştan:  ‘Filmimiz Lenin’le başlayan ama Ahmet Abi’yle son bulan bir hikayeyi anlatıyor.’

• “Film yapmamdaki temel motivasyonum zaten derdimi paylaşmak, anlattığım hikayeler aracılığıyla insanların hayatlarına temas etmek. Lenin’in etkileri üzerinden, her karakterin düzenle/sistemle olan sorununu aktarmaya çalışıyoruz.”

• “Oyuncular benim bu filmle anlatmak istediklerimle hemhal oldular. Tıpkı filmin içindeki dayanışma hikayesi gibi, kasabının Ahmet Abi’ye sahip çıkması gibi bu filmi de hep birlikte, kolektif bir şekilde, dayanışmayla beyaz perdeye aktarmaya çalıştık.”


Söyleşi: Gülcan Dereli

Sinema diliyle olduğu kadar mütevazı tavırlarıyla da festivallerde ilgi gören yeni nesil sinemacılardan Tufan Taştan’ın yönetmenliğini üstlendiği ve 40. İstanbul Film Festivali’nde Türkiye prömiyerini yapan “Sen Ben Lenin”, gezdiği festivaller sonrası 26 Kasım’da gösterime girdi.

Dünya prömiyeri 43. Moskova Film Festivali’nde yapılan; 32. Ankara Film Festivali’nden En İyi Senaryo, 28. Uluslararası Adana Altın Koza Film Festivali’nden Adana İzleyici Ödülü ve Türkiye prömiyerini gerçekleştirdiği 40. İstanbul Film Festivali’nden Jüri Özel Ödülü ile dönen film aynı zamanda 45. Sao Paulo Uluslararası Film Festivali’nin ‘Yeni Sinemacılar’ bölümünde yarıştı.

Sürpriz son

“Sen Ben Lenin” sürprizli sonu izleyenleri düşünmeye itiyor. Tek mekanda geçen hikaye, sıkmadan politikayı ve mizahı harmanlayıp izleyicisine sunuyor. Polisiye ve kara mizahı harmanlayıp, politik bir hikayenin ele alındığı ve güçlü oyuncu kadrosunun yer aldığı “Sen Ben Lenin”in yönetmeni Tufan Taştan sorularımızı yanıtladı. İyi okumalar…

Merhabalar Tufan Bey. Öncelikle filminizi basın gösteriminde izledim ve hiç ara verilmeden 86 dakika su gibi aktı, insanı ekrana kilitliyor diyebilirim. Mizah yönü çok fazla ve alışılmış polisiye filmlerinden farklı olduğunu düşündüm.

Çok teşekkür ederim öncelikle. Bunu başarmış olduğumuzu duymak bizi çok mutlu ediyor. Gerçek bir hikayeden yola çıkan fakat sonra kendi gerçeğini yaratan bir masal anlatmaya çalıştık. Bunu yaparken de polisiye ve kara mizahı harmanladık. Mümkün mertebe güldüren, güldürürken düşündüren, düşündürürken sorgulatan bir film yapmaya çalıştık.

Yönetmen Tufan Taştan

1917’deki Ekim Devrimi’nin liderlerinden Sovyetler Birliği’nin kurucusu Vladimir İlyiç Lenin’in Karadeniz’i aşarak Akçakoca sahiline vuran heykelinden yola çıkarak ilk uzun metraj filminize imza attınız. Bize bu fikrin ve kurgunun nasıl geliştiğinden bahsedebilir misiniz? Hikayesi ne?

1991 yılında Sovyetler Birliği dağıldıktan sonra denize atılan Lenin heykellerinden biri Karadeniz’i aşarak Akçakoca’da sahile vuruyor. Ardından dönemin belediye başkanı, turizmi canlandıracağı düşüncesiyle heykeli dikmek istiyor fakat Ankara’nın da müdahalesiyle heykel belediyenin deposuna kaldırılıyor ve hala o depoda çürüyor. Biz de bu yarım kalmış hikayeyi, sinemanın gücü aracılığıyla tamamlamak istedik. ‘Lenin Heykeli, kasabanın meydanına dikilseydi ne olurdu?’ sorusuna cevap aradık.

Senaryoyu da Barış Bıçakçı ile beraber kaleme aldınız. Sizi birlikte bu kurguya iten ne oldu?

Evet, senaryoyu Barış ile birlikte yazdık. İki kişi bir hikaye yaratmak, birlikte üretmek gerçekten geliştiriciydi. Tabii Barış’ın edebiyatçı kimliğiyle olan katkısı sonsuzdu. Bu arada sadece senaryo aşamasında değil, tüm süreçlerde Barış’la birlikteydik, bu yükü birlikte sırtlandık.

Sovyetler Birliği’nin dağıldığı dönemde denize atılan Lenin heykeli, Karadeniz’in Akçakoca kıyılarına vurmuştu. Ahşap heykel şimdilerde Akçakoca Belediye’nin deposunda tutuluyor.

Filmi izlerken heykeli görmek için merakla her sahneyi dikkatle izleten bir akış var. Her karakter bir şekilde tarif ediyor ancak heykelin bir türlü karşımıza çıkmaması hem heyecanı hem de merakı tetikliyor. Bu merakın olmasını özellikle mi istediniz?

Kesinlikle! Aslına bakarsanız, filmimiz Lenin’le başlayan ama Ahmet Abi’yle son bulan bir hikayeyi anlatıyor. Odağına her ne kadar Lenin’i alsa da kasabanın kendi gerçeğine yöneliyor. Bu nedenle mesele heykeli görmek değil, heykelin açtığı kapıları aralamak ve oradaki hikayeye odaklanmaktı.

Filmde ayrıca günümüze yönelik mesajların ve eleştirilerin olduğunu düşündüm. Yanlış mı düşündüm, vermek istediğiniz mesajlar var mıydı?

Olmaz olur mu hiç? Film yapmamdaki temel motivasyonum zaten derdimi paylaşmak, anlattığım hikayeler aracılığıyla insanların hayatlarına temas etmek. Filmin geçtiği kasabayı yaratırken de bir Türkiye panoraması çizdiğimizi düşünüyorum. Bunu yaparken karakterlerin gündeliğine de girerek kişisel olanların toplumsal olanla buluştuğu yerlere temas ediyoruz. Lenin’in etkileri üzerinden, her karakterin düzenle/sistemle olan sorununu aktarmaya çalışıyoruz.

Tufan Taştan’ın senaryosunu Barış Bıçakçı’yla beraber yazdığı ilk uzun metrajı ‘Sen Ben Lenin’in galası 16 Kasım’da Atlas Sineması’nda gerçekleşti.

Kadro çok zengin, tecrübeli isimler yer alıyor. İzlerken her oyuncunun rolü ile nasıl bütünleştiğini görüyoruz. Kadroyu oluştururken, hangi fikirden yola çıktınız?

Bu ekibi yaratan hikayenin kendisiydi. Senaryoyu attığımız her oyuncu, rolün büyüklüğüne küçüklüğüne bakmadan bu filmde yer almak istedi. Elbette ki bazı oyuncular arkadaşımdı ya da daha önce kısa filmlerimde birlikte çalışmıştık ama büyük çoğunluğunu tanımıyordum. Herkesi etkileyen şey senaryo oldu. Benim bu filmle anlatmak istediklerimle hemhal oldular. Tıpkı filmin içindeki dayanışma hikayesi gibi, kasabının Ahmet Abi’ye sahip çıkması gibi bu filmi de hep birlikte, kolektif bir şekilde, dayanışmayla beyaz perdeye aktarmaya çalıştık.

Filmin ismi de çok dikkat çekti. Senaryo Lenin’in heykeli üzerinden akıyor, filminizin ismi de zaten ‘”Sen Ben Lenin.” Biraz ismin oluşum aşamasını aktarır mısınız?

Aslında filmde birkaç farklı açıdan birliktelikler yaratmaya çalıştık. Örneğin Erol-Ufuk-Lenin, İdil-Fikret-Lenin, Meryem-Ümit-Lenin, Aziz-İffet-Lenin, Şinasi-Gül Ana-Lenin ve tabii Kasaba-Ahmet Abi-Lenin. Filmin içindeki karakterlerin hikayelerinin Lenin’le birleşmesini sağlayan üçgenler çizmeye çalıştık. Bu nedenle filmin adını Sen Ben Lenin koyduk.

İlk uzun metraj filminiz olduğunu biliyoruz ve çok başarılı bulundu. Hatta en iyi senaryo ödülü dahi aldı. Birçok festivalden olumlu dönüşler aldığınızı takip ettik. ‘Sen Ben Lenin’ ne kadar sürelik bir çalışmanın meyvesi? Bize biraz sürecin ilerleyişinden bahseder misiniz?

2015 yılının Kasım ayında başladık sürece. Uzun soluklu bir yolculuktu bizim için. İzlediğiniz bu film, bizim ikinci senaryomuzdu. Ondan önce Lenin heykelinin Sovyetler Birliği’nde yıkılması ile başlayan kasabaya vurması, tanınması ve dikilmesi ile devam eden ve çalınmasıyla son bulan çok mekanlı ve çok bütçeli bir kasaba filmi yazdık. Fakat maddi olanaksızlıklar yüzünden çekemeyince, onun bittiği yerden yeni bir hikaye yarattık. Heykelin çalınmasıyla başlayan, polisiye ve kara mizah türündeki bu filmi ortaya çıkarttık. Süreç bir şekilde bizi buna yönlendirdi, iyi ki yönlendirmiş.

Cumartesi Anneleri

Son olarak ödülü alırken şu ifadeleri kullandınız: Bu ödülü filmde hiç göremediğimiz Ahmet abi adına, bu ülkede ne heykeli ne mezarı olan zorla kaybedilenler adına ve onlar için yıllardır mücadele eden Cumartesi Anneleri adına almaktan onur duyuyorum. Bu süreçte emeği geçen, omuz veren tüm dostlara selamlarla… Cumartesi Anneleri için buradan da bir şey söylemek ister misiniz?

Yürek dolusu selamlarımı iletiyorum. Ben dilim döndüğünce bir şeyler anlatmaya çalıştım, onlar ise yıllardır bir mücadalenin içindeler. İradenin ve cüretin, hafızanın ve haysiyetin, vazgeçmemenin en güzel örnekleri bize annelerimiz. Sen Ben Lenin’de anlattığımız temel hikaye onların hikayelerinden yola çıkıyor, bu nedenle ödülü onlara adamak, onlar adına almak istedim.

Filme dair…

Sen Ben Lenin, bir kasabanın umudu olan heykelin çalınmasıyla yaşananları konu ediyor. Bir sahil kasabasının tek kurtuluş umudu turizmdir. Tam da bu sırada dalgalar, kasaba sahiline ahşap bir Lenin heykeli getirir. Heykelin turistlerin ilgisini çekmesinin ardından belediye heykeli meydana diker. Ülke gündeminde de yer alan bu heykel, herkesin dilindedir. Başbakan ve Rus heyeti ile birlikte görkemli bir açılışın planlandığı sırada Lenin heykeli çalınır. Komiser Erol ve genç komiser Ufuk, heykelin bulunması için Ankara’dan özel olarak görevlendirilir. Erol ve Ufuk’un heykeli bulmak için sadece on iki saatleri vardır. Eldeki delillerse kasabanın geçmişine uzanan bir yolun açılmasına neden olur.


Söyleşi: Gülcan Dereli – Özgür Politika – 30.11.2021

Tags: , , , , , ,


About the Author



Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Back to Top ↑