Makaleler

Published on Aralık 15th, 2020

0

Sendikal mücadeleye öneriler – Mustafa Kumanova


Tablo bu kadar açık ve karanlık iken tüm bu gerçekleri sorgulayıp meydanlara inmesi gereken sendikalar ise gruplaşmalar ve kişisel çıkarlar doğrultusunda gereksiz polemiklerle uğraşmaktadırlar…

Eğitim Sen kongresindeki görüntüleri, alınan kararları ve gereksiz gruplaşmaları haklı olarak eleştiriyoruz. Oysa benzer görüntülerin sosyalist parti ve grupların hemen hemen hepsinin kongrelerinde de gerçekleştiğini unutuyoruz. Hatta bazılarında işin yumruklaşmalara kadar gittiğine bile şahit olduk. Aslında tüm bu yaşananlar bu ülke düşünüldüğünde gayet olağan. Çünkü bu ülkenin iklimi ve kültürü bu. Bu toprakta anca bu yetişiyor. Bunu değiştirmek çok uzun bir süreci gerektiriyor. Bu nedenle eleştiri oklarımızı sendikaların lider kadrolarına yöneltmemizin artık bir faydası yok. Kişilerden ziyade sendikaların programsızlığını eleştirmek daha etkili olacaktır. Çünkü lider kadrosu ve yapı olarak sendikalar tüm dünyada benzer özelliklere sahipler. Sendikal mücadele aslında dünya genelinde ciddi bir kriz yaşıyor. Artık iş öyle bir noktaya geldi ki Avrupa’da sendikalarla gelecekte yapılacak toplu iş sözleşmelerinde sendikalara üye olmayanların ya da eyalet ve bölgelerin sendika üye sayılarının dikkate alınarak farklı kararlar verileceği ve böylece işçilerin elde edilebilecekleri zam ve sosyal haklar gibi konularda kesintiye gidileceği tartışmaları yaşanmakta. Bu konu çok ciddi bir sorun olarak sendikal mücadelenin sekteye uğramasına yol açabilir. Her şeye rağmen Batı’daki sendikaların bizdekilerden farkı, lider kadrolar çoğu zaman ikbal ve egolarının kurbanı olsalar da yeri geldiği zaman kitlesel eylem yapmaları ve hatta genel greve gitmeleri gerektiğini ve işçi sınıfının yerinin toplantı salonları değil sokaklar olduğunu bilmeleridir. Bizim ülkemizde olmayan şey bu…Sendikalar kitlesel eylem yapmıyorlar. Genel grev zaten söz konusu değil. Sendikalar baş kaldırmıyorlar. Ve bu durum sendikalardan yola çıkarak ülkenin toplumsal bir sorunu haline geliyor çünkü bu ülkenin insanı isyan etmiyor. Peki bu başkaldırı kültürünü insanlar nasıl ve nerede kazanacaklar? İşçi sınıfının temsilcisi olması gereken sendika ya da sosyalist parti ve gruplar yoluyla… Bunun için de gerekli olan işçi temsilcilikleri ve sendika yönetimlerinde her kesimden işçilerin katılımını ve söz sahibi olmalarını da sağlayan demokratik bir program…

Şu gün hükümet “acı reçete” olarak kemer sıkma politikalarını uygulamaya hazırlanıyor. Kemer sıkma politikalarının üstü örtülen adı ise işçi sınıfını disipline etmektir. Politik ekonominin günümüzde finansallaştırılmış doğası, hükümetlerin istikrar ve büyüme planlarını bozsa bile hükümetleri çalışanların çıkarlarına düşman politikaları izlemeye ve politik kararlar almaya iter. Merkez Bankalarının aldığı kararlar buna çok güzel bir örnektir. Merkez Bankalarının görevi bir ülkede enflasyonu engellemek olması gerekirken günümüzde finans aristokrasisinin kuklası durumuna düşerek özel bankaları, borsaları ve türev piyasalarını karşılıksız para basarak fonlamaya dönüşmüştür. Şu salgın ve ekonomik buhran günlerinde borsalar rekor üzerine rekor kırmakta ve özel bankalar inanılmaz karlar açıklamaktadırlar. Acı reçeteyi alması istenenler ise işçi sınıfıdır. Ekonomi finansallaştıkça devlet yöneticileri finans aristokrasisinin daha da çok kölesi olurlar. Hükümetlerin işleri daha da zorlaşır.

Hükümetlerin buna yanıtı, genellikle uzun vadede büyümeyi tehlikeye atmış olsa bile, emek üzerinde sınıf disiplinini yoğunlaştırarak kısa vadeli ticari güveni güçlendirmeye odaklanmaktır.  Bugün AKP hükümetinin yargı “reformu” ve ekonomik “reform” diye uygulamaya koymak istediği aslında budur. Kapitalist sermayeye güvence vermek ve bunu da işçi sınıfının ensesinde boza pişirerek yapmak. Çünkü bir işyerinde işveren gücü emekten sermayeye ancak devlet destekli bir güç ile aktarır. Bu da tek kelimeyle ücretlerin düşürülmesi demektir. Eğer toplu pazarlık ile ücrette artan oranları sağlayan kurumlar, diğer bir deyişle sendikalar bozulmuşlarsa o ülkede işverenlerin temsilcisi konumundaki hükümetler gittikçe dengesizleşerek işverenlerin pazarlık etmeden ve uzlaşmak zorunda kalmadan hedeflerine ulaşmalarını sağlayacaklardır. Her seferinde asgari ücret artış oranları müzakerelerinde olup biten budur. Masada ve sahada kaybedilen her hak işçilere sadece ücret düşüklüğü olarak değil sosyal haklardan mahrumiyet olarak da gelecekte yansıyacaktır ve yansıtılacaktır. Bu ise işçilerin işsiz kaldıklarında katlanacakları acının miktarının artması demektir. İşsizlik fonunun yağmalanması buna güzel bir örnektir. İşte tam da bu yüzden sendikalar işçilerin olmazsa olmazlarıdır. 


Tablo bu kadar açık ve karanlık iken tüm bu gerçekleri sorgulayıp meydanlara inmesi gereken sendikalar ise gruplaşmalar ve kişisel çıkarlar doğrultusunda gereksiz polemiklerle uğraşmaktadırlar. Sendikal mücadeleyi, emekçilerin ve ezilenlerin “söz, yetki ve karar” alma iradelerine ipotek koyup parti, kişi ve grupların hegemonya mücadelesine dönüştürenler sendikal mücadelenin bu noktaya gelmesinde büyük pay sahibidirler. Eğitim Sen kongresinde yaşanan tablo da budur. Aslında uygulamaları gereken demokratik program çok basittir. Tek bir gerçeği hatırlamak;

”İşçinin milliyeti Fransız, İngiliz ya da Alman değil, emek, bedava kölelik, kendi kendini satmaktır. Onu yöneten hükümet Fransız, İngiliz ya da Alman hükümetleri değil, sermayedir. Doğduğu yerin havası Fransız, İngiliz ya da Alman havası değil, fabrika havasıdır. Ona ait olan topraksa Fransız, İngiliz ya da Alman toprağı değil, yerin birkaç karış altıdır.” (Karl Marx, 1845, Draft on an Article on Friedrich List’s Book: Das Nationale System der Politischen Oekonomie)

Ve meydanlara inmek!


Mustafa Kumanova – 15.12.2020

Tags:


About the Author



Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Back to Top ↑