Makaleler

Published on Mayıs 17th, 2020

0

Ser verip sır vermeyen Yiğit – İsmail Göçüm

Anılarla yolculuk:
……SER VERİPTE SIR VERMEYEN YİĞİT……

“Bir inancın yüceliğinde buldum seni
bir kavganın güzelliğinde sevdim.
bin kez budadılar körpe dallarımızı
bin kez kırdılar.
Yine çiçekteyiz işte, yine meyvedeyiz.
Bin kez korkuya boğdular zamanı,
bin kez ölümlediler, yine doğumdayız işte, yine sevinçteyiz.
Bitmedi daha sürüyor o kavga ve sürecek,
yeryüzü aşkın yüzü oluncaya dek!
*
Saraylar saltanatlar çöker, kan susar birgün
zulüm biter.
menekşelerde açılır üstümüzde leylaklarda güler.
bugünlerden geriye, bir yarına gidenler kalır
bir de yarınlar için direnenler…
*
Şiirler doğacak kıvamda yine
duygular yeniden yağacak kıvamda.
Ve yürek, imgelerin en ulaşılmaz doruğunda.
Ey herşey bitti diyenler,
korkunun sofrasında yılgınlık yiyenler
ne kırlarda direnen çiçekler
ne kentlerde devleşen öfkeler
henüz elveda demediler.
Bitmedi daha sürüyor o kavga ve sürecek,
yeryüzü aşkın yüzü oluncaya dek!” diyor, Adnan Yücel.


Hayatımın dönöm noktası olan 1972-1976 yılları, derslerden arda kalan süreçte -Kitap Kurdu gibiyim- elime geçen her kitabı okuyorum. Şiirden hikayeye, öyküden romana, hemen hemen bütün dünya klasiklerini, özellikle Felsefe’de; Diyalektik Felsefe, Doğanın diyalektiği ve Diyalektik Tarihi Metaryalizm en ilgi çekici alanımdı.


Gerek dünya siyasal konjukrürü, gerek ülke gerçekleri, gerek’se çevremdeki. gelişmelere en iyi ışık tutan, yukarıda bahsettiğim ama,adlarını sıralamadığım eserlerdi. Özellikle 68 kuşağı ve sonrası Türkiye Devrimci Hareketi önderleri; Cheguvara ve Küba devriminden etkilenen, Mahir Çayan, Erdal Öz’ün, Deniz Gezmişlerin yaşamı ve mücadelesini anlatan, “Darağacında Üç Fidan”, Nihat Berham’ın İbrahim Kaypakkaya’nın hayatı ve mücadelesini anlatan “Ser Veripte Sır Vermeyen Yiğit”. Bunlar arasında beni en derinden etkileyen İbrahim Kaypakkaya olmuştu.

İbrahim Kaypakkaya hakkında bir kaç cümle kurduktan sonra, asıl onun bende bıraktığı silinmez etkinin bir anısını paylaşacağım.

Her 18 Mayısta İbo, kırlarda açmış çicekler gibi tap taze yüreğimizdedir… Onun ölümü, içimizde acı bir efsane olmaktan çok, dayanılmaz bir gerçekliğe dönüşmüştür. Babası onu Diyarbakır Sıkıyönetim Komutanlığından teslim aldığında Kafası, kolları ve ayakları bedeninden koparılarak liğmelenmiş… Anlaşılan o ki; işkenceciler, ondan istedikleri bilgileri alamayınca hırslarından bu vahşeti uygulayacak kadar ileri gitmişlerdi…

O, 24 Ocak 1973 yılında Tunceli’ye bağlı Vartinik-Mirik mezrasındaki bir çatışma sonra yaralı olarak yakalanır. Çatışmada yoldaşı Ali Haydar Yıldız öldürülür.

1974 sonrası, yeniden toparlanma, özeleştiri ve Devrimci örgütlenmenin kitlelerle sıcak ilişkilerin kurulduğu yıllar… 1975 sonrası bir çok siyasal düşünceyi içinde barındıran Dev-Genc derneklerine üye olsamda, bütün Devrimci örgütlere eşit mesafede duruyordum. Her siyasi görüş ile tartışabilen Devrimci düşüncelerle donanımlı olsam da, henüz herhangi bir örgüt safında yeralmış değilim… 1976 Lise son sınıfa geçtiğim yıl… Zengin Burjuva çocukları okul tatillerinde Yaz Kampları’na giderlerken, ben tatil yerine, tatilde para kazanmak için iş bulmak zorundaydım… Okuduğum kentte bir kaç yerde şansımı denesem’de nafile; öyle her yerde, ‘öğrenciyim’ diyene iş vermiyorlardı.

Sırtımda sentetik bir sırt Çanta, Otobüse atlayıp memleketim Simav’a gittim. Köye gitmeden, yaz sıcağında serinlemek için kantin ortasındaki Hisar tepeye çıktım. O yıllar, Simav Hisar Gazinosu yeni açılmış; cebimde kalan son 6 lira. Terasta bir Gazoz’la serinlerken, çalışmak için mükemmel bir yer olan burada iş şansımı denemek istedim.

Yerimden kalktım Patron’u buldum; daha önceki tecrübelerimi sayarak iş aradığımı, hatta bulaşık bile yıkayabileceğimi söyledim. Yüzüme bakan işletmeci;

“Hemen başla” demesin mi!.
Önca şaşaladım, şaka yapıyor sandım. Sonra adamın gözlerindeki ışıltıyı farkedince, açlıktan boğazı kurumuş dilencinin, servete konmuş hali gibi sevinmiştim.

Bir iki hafta içinde yeteneklerim ortaya çıkmış olacak ki; önce bulaşıkçılıktan garsonluğa… pratik hesap işlerinden de anladığım görülünce Şef garsonluğa terfiye eleştirildim. İşe iyice ısınmış, herşey çok iyi gidiyordu…

Ağustos ayı Simav panayırı kurulma çalışmaları başlamış, Gazinonun Panayıra taşınması sözkonusu… Bu arada okulun yeni ders yılının başlamasına da az bir süre kalmış. Öğrenci olduğumu henüz söylememiştim bile…

Panayıra taşınma çalışmaları sürerken, Patron Hasan usta, Panayır yeri açılışı için benden bir Çelenk yapmamı istedi… Hemen bir koşuda çarşıya inmiş gerekli malzemeleri alarak işe koyulmuştum. Kereste parçalarından Çelenk iskeleti yaptım. Ayaklarını beyaza, gövdesini kırmızıya boyadım. Gazino bahçesindeki Gül ve çiçeklerle süsleyerek üzerine;

“Hisar Gazinosu” yazdım. Çelenk’i bir gün sonraki açılış için, tüm görselliği ile, Sebze ve meyvelerin saklandığı serin Oda’ya beklemeye aldım.

Belediye Başkanı, Panayır süresince yetersiz kalan eski tuvaletin yerine, daha büyük bir Tuvalet yaptırtmış, cephesini beyaza boyatmıştı. Gece yatakta uyumaya çalışırken, aklıma artan Kırmızı boya ve bir kaç gün önce çalışmalarını gördüğüm tuvaletin beyaz çephesi geldi. Düşünürken Devrimci bir eylem gerçekleştirme planı yapmaya başladım; ‘olur mu olmaz mı?’ derken, gençlik heyecanı uyku tutmadı.

Yerimden fırladığım gibi, bir Naylon torbaya Fırça ve Kırmızı boyayı koydum. Gece yarısı ıssızlığında herkes evlerine çekilmiş, mışıl mışıl uyurken, ben çarşıyı adete karpuzu ortasından yaran bir bıçak gibi, eylem gerçekleştirmek için yola çıktım. Gece yarısı Panayır yerine ulaştım. Ortalık sakin kimsecikler yoktu. Günün telaşından yorgun düşmüş emekçiler çoktan çadırlarına dinlenmeye çekilmiş…

Tuvaletin karşısına geçip, ayın aydınlığında bembeyaz parlayan duvara baktım. Göz kararı, yazacağım duvar yazısının ölçüsünü aldım. Çevreyi kolaçan ettikten sonra hızla işe koyuldum. On dakika içerisinde tuvaletin cephesinde bambaşka bir çağrışım gelişmişti. Aceleye gelmiş olsa da, bembeyaz duvarda; Büyük alfabetik harflerle;

“KAHROLSUN EMPERYALİZM, SOSYAL EMPERYALİZM”
“YAŞASIN HALKLARIN KARDEŞLİĞİ”
“YAŞASIN PROLETER ENTERNASYONALİZM”
İmza;
SER VERİPTE SİR VERMEYEN YİĞİT
İbrahim Kaypakkaya.

Baştan başa bütün Duvar Afiş gibi olmuştu. Eylemi gerçekleştirdikten sonra acele ile elimde kalan malzemeleri bir Çöp bidonuna atarak meydandan uzaklaştım. Gazinoya geri dönerken, gece sarhoşu gibi ıssız sokaklardan geçerken sevinç ve heyecandan, efeler gibi Zeybek oynuyordum.

Tekrar yatağa girdiğimde saat 03:00’ü geçiyordu. Gözlerimi yummuş, gözümün önüne yazdıklarımı getirirken uyuyup kalmıştım. Gazinonun dinlenme odasında sanki saati kurmuş gibi, sabahın 7:00’sinde uyanmıştım. Heyecan ve sevinçten yerimde duramıyordum. Elimi yüzümü yıkar yıkamaz çelek’i kaptığım gibi, yürüyerek Panayır yerine vardım. Aklımda, çelenk’i yerine ulaştırmadan önce gece gerçekleştirdiğim eylem vardı.

Panayır’da çelenk’i Belediye çadırının önüne koymadan önce tuvaletin karşınındaydım. Beyaz üzerinde kırmızı öyle görkemli süzülüyordu ki; hayret içinde bakarken, yazıyı kendi yazdığıma inanamıyordum. Duvarda Afiş gibi duran yazıyı görenler, okumadan geçmiyorlardı. Çelenkle birlikte, açılışın yapılacağı Belediye çadırının yanına vardığımda heyecanım tavan yapmış kalbim hızla çarpıyordu.

Son hazırlıklar tamamlanmış, Belediye Başkanı ve Kaymakam konuşmasını yapmış, 5 Davulcu, 5 Zurnacı eşliğinde müzikli açılış gerçekleştirilmişti..

Açılıştan sonra herkes işinin başına dönmüş, hapörlörlerden işyeri tanıtım ilanları, Lunapark’tan Müzik sesleri derken, bu arada kontrol etmek için 5 kez tuvalete gitmiş, her gittiğimde karşısına geçip, tek başına gerçekleştirdiğim esere gururla bakarken;

“Sol üst küşede kalan boşluğa neden kızıl bir Gül, ya da kızıl bir Yıldız yapmadım” diye hayıflanmıştım…

Gece geç saatlerde yatmak için gazinoya geri dönerken tuvaletin yanına bir kez daha vardığımda şaşkınlığımdan afallayıp donakalmıştım. Ortada ne yazı, ne renkli Duvar kalmış. Gözlerimi ovalayıp tekrar baktığımda, gece lambaları ve ayın aydınlığında bembeyaz duvar duruyordu…

Şaşkın şaşkın yol alıp yatağa girdim. Ertesi
gün öğleye doğru Çadır Gazino’da çalışırken iki Polis geldi. Kim olduğumu önceden biliyorlarmış gibi, ne oluyor bile demeden, sorgusuz sualsiz, koluma Kelepçe takarak alıp götürdüler. Çok geçmeden kendimi Emniyet Müdürlüğü’nde buldum… Demek ki, eylemci kimliğim ortaya çıkmıştı. Nasıl ortaya çıkmıştı, bir muamma. Nezaret’te ifade için bekletilirken kapı açıldı. Karşımda duranı görünce afallayıp kalmıştım. Karşımdaki, her akşam gazinoya gelip masa kurdurtan İlçe Emniyet Müdürü olmasın mı!… Beni görünce o da şaşırmış olacak ki; derhal odasına getirilmesini emrederek, hemen uzaklaştı…

Kelepçelenerek odasına götürüldüm. Polislere kelepçelerin çıkarılması emrini verdi ve dışarı çıkmalarını söyledi. Polisler çıkınca gülümseyerek sandalyeyi gösterdi ve oturmam için işaret etti. Sandalyeye otururken içimdeki korku dağılmış, rahatlamıştım.

Neden böyle bir eylemde bulunduğumu, kimden yardım aldığımı, örgütsel ilişkilerimi sorgulamaya başladı. Bu sorular üzerine;

“Komserim, burada beni doğrasanız bir örtüt çıkmaz”dedikten sonra, herhangi bir örgütle ilişkim olmadığını, lisede okuduğumu, Yaz tatillerinde iş bulup çalıştığımı, bunun dışında çok Kitap okuduğumu. Okuduğum kitaplardan etkilenerek, kimsenin yardımını almadan tek başıma bu eylemi gerçekleştirdiğimi savundum.

Bu arada sorduğu şu soru çok ilginçti;

“Emperyalizm kelimesini çok duyduk, şu Sosyal Emperyalizm ne demek oluyor.” diye sorunca, ben gayet rahat, sohbet eder gibi başladım anlatmaya;

“Şimdi, Rusyada Stalin öldükten sonra yerine geçici olarak tecrübesiz Malenkov atanır. Bu arada yönetimde boşluklar oluşur. 1956 da toplanan 20. parti kongresinde Kruşçev başa geçer. Kruşcev Sovyetler birliği Komünist partisinde revizyona gider. Sabık yönetim hakkında ağır suçlamalarda bulunur. Daha sonra, Sovyetler Birliğine karşı olan Amerika ile bir dizi anlaşmalar yapar. 1968’de Çekoslovakya’yı işgal edince de, Sosyalist Sovyetler Birliğinden eser kalmaz. Sosyal Emperyalist bir ülke olur. Bu tartışmalar çok derinlemesine sürerken Türkiye’de de yankı bulur. Sovyetler Birliğine Sosyalist diyenlerle, Emperyalist diyenler, temelde birbirlerini reddederler.”


Sakince dinleyen Müdür yüzüme bakarak;

“Yani sen şimdi Moskova yanlışı değilsin, öyle mi” dedi.

“Ben, Şu andaki Moskova yönetiminin Sosyalist olduğuna inanmıyorum.” diyince;

“Açık sözlü olduğun için seni sevdim. Sen şu, bizim Hasan ustanın gazinosunda çalışan garsonsun değil mi? diyince, başımı sallayarak;
“Evet” dedim. Bunun üzerine;

“Bak yavrum, ben okuyan insanları severim. Yaşın daha çok genç, yüzünde saf ve temiz bir kişilik var. Bu kez hakkında tutanak tutturmuyorum, seni Savcılığada göndermeyeceğim. Biraz sonra Patron’unu çağıracağım. Onunla alacak verecek hesabınızı gördükten sonra buradan çıkacaksın, Otobüse atlayarak, Şehir’den uzaklaşacaksın!. Nereye gideceksen, 2 Polis, Otobüs hareket edene kadar seni takip edecekler, tamam mı? Bak bu kez seni affediyorum. Bir daha karşıma çıkarsan hayatını yakarım, anladın mı?” dedi. Son kullandığı cümledeki vurgu oldukça sert omuştu.

İlk Devrimci eylemi böyle gerçekleştirirken, Emniyet Müdürü’nün öğütvari sözleri bir kaç gün kulaklarımda çınladıktan sonra unutulup gitmişti…


Aradan 44 yıl geçmiş;…
Ser Veripte Sır Vermeyen hayatını ve devrimci mücadelesini örnek aldığım İbrahim Kaypakkaya’nın o zamanki siyasal görüşleri ile  bu gün aynı düşüncede olmasam da, uluslararası konjuktürde bir çok şeyin değişmesine rağmen; 

ben hala o günkü gibi canlı,

ne kavgam bitti ne sevdam…

İsmail Göçüm.

Tags:


About the Author



Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Back to Top ↑