Makaleler

Published on Temmuz 29th, 2020

0

Sol’un nesnel eleştirisi – Mustafa Kumanova


… Geçmişin sadece sermayesi yeniyor. Böyle olunca da ezilenlere sunulacak bir program mevcut olmuyor. Ne örgütsel ne de kurumsal bağlamda…

Teorisiz pratik olamayacağı söylense de düşüncenin izini sürerken izlenimlerin şahit olduğu çelişkiler insan ruhuna bir çivi gibi saplanıyor çünkü söylenen ve yapılan hiçbir zaman birbirini tutmuyor. Yeri geliyor insan kendi çelişkilerini kendine bile itiraf edemiyor. Bu kadar çok çelişki ve zıtlıkları günlük yaşantımız içinde içselleştirirken, çelişkiler ve zıtlıklar üzerinde yükselen aklını ve vicdanını kaybetmiş bir sistemi nasıl yıkılabilir? Hele ki ayaklarına kadar gelen onlarca fırsatı tepip mahveden sosyalistleri -tüm dünyada- hesaba katınca, koca bir tarih tüm gözyaşları ve acılarıyla insanın karşısında bir hayal kırıklığı abidesi gibi dikiliyor…

Dünyanın çoğu ülkesinde, özellikle de batılı ülkelerde liberalizmin(neo-liberalizmin) ve sosyal demokrasinin geleneksel partileri kan kaybederken neden radikal sol bu itibardan düşmeden yararlanamıyor? Neden toplumun en ezilen kesimleri içinde bulundukları çıkmaza bir alternatif olarak gördükleri aşırı gerici sağ partileri destekliyorlar? Oysa bu gibi aşırı sağ partilerin toplumsal bir proje yerine vaat ettikleri yegâne şey, kendilerini destekleyenlere sunacakları kayırmacılık ekonomisi ve ezilmişlerin ezilmişliklerinin sorumlusu olarak gördükleri ya da onlara popülist ve gerici milliyetçi söylemler vasıtasıyla politika ve medya kanalıyla sorumlu olarak algılatılan kendinden olmayan kimlikleri dışlama ve yeri geldiğinde ülkeden def etmedir.

Dışlayıcılık ve kayırmacılık, ideolojik altyapısı ve buna uygun entelektüel düzeyi olmayan aşırı gerici sağ partilerin tarihin her döneminde kışkırtmanın ve egemen sınıfların çıkarına manipülasyonun hizmetinde olan dini ve milliyetçi söylemler eşliğinde tutundukları tek daldır. Kayırmacılık ekonomisi yaratılmalıdır ki herkes pastadan az ama çok nasiplenip suça ortak edilsin. Dışlayıcılık olmalıdır ki, bakışlar yönetici sınıfın icraatlarından başka bir yöne çevrilsin. Kendinden olmayanla sanal ya da fiili bir savaş yaratan bir iktidar, çoğu zaman sınıfsal mücadelelerden koparılıp bir kimlik ifade etme savaşının içine sokulan, kendinden olmayan karşısında ezilmişliğinin verdiği tüm komplekslerin dışa vurumu olarak ortaya çıkan bir “galibiyet” hissine kapılan ve böylece tüm ezilmişliğini giderdiği yanılsaması içinde daha da gericileşen toplumun en alt katmanlarının desteğini çok kolayca sağlar.

Modern kapitalist toplumda daha önceden de defalarca şahit olduğumuz şekilde her kriz çözümünü buluyor ve bulacaktır. Her krizin bir çıkışı olacaktır. Ancak krizler hep var olacak ve tekrarlanacaktır.

İşte tam da bu noktada sorulması gereken soru: Sosyalistler nerede? Daha genel perspektifle, Sol nerede?

Türkiye özelinde bu soruya cevap vermek gerçekten çok zor. Çünkü Türkiye’deki Sol ne geçmişe bakıp geçmişin derslerinden öğrenme zahmetine katlanıyor ne de ileriye bakmak için geçmişi bir vesile olarak görüyor. Geçmiş unutulmuş, ilerisi ise karanlık. Geçmişin sadece sermayesi yeniyor. Böyle olunca da ezilenlere sunulacak bir program mevcut olmuyor. Ne örgütsel ne de kurumsal bağlamda.

Şu gün tüm geçmiş teorik ve pratik kazanımlarına rağmen Türkiye Sosyalistlerinin örgütsel (örneğin, sendikalar, partiler ve benzeri) ve kurumsal(politik-toplum sistemi, ekonomik örgütlenme, hakların yapısı gibi) ezilenlere-alt sınıfa sunacakları bir programları yok. Her şeyin ötesinde sunabilecekleri kolektif bir eylem planı yok. Gündemi belirleyen Sol değil, aşırı gerici gündemin peşinde günübirlik eylemlerle savrulan ve belirlenen gündeme tepki vermeye çalışan bir Sol. Eğer Sol’un elinde üzerinde anlaşmaya varılacak toplumsal bir temel yapı yoksa, kapitalizm karşısında ve sonrasında inşa edilecek bir iktidar, bir devlet ya da bir komün, popülist sağcı politikacıların seçmenlerine her seçim öncesi vaat ettikleri şeyler gibi, sadece boş bir hayal olacaktır. 

Uzun bir süredir genel olarak toplumsal muhalefet ve sol üzerine kavramsal ve somut olarak Türkiye ile ilgili bir takım önerme ve tespitlere vurgu yapmaya çalışıyoruz. Ancak geçen hafta yaşanan CHP kurultayı öncesinde ve sonrasında yapılan tartışmalara baktığımızda dişe dokunur bir gelişme olduğunu söyleyebilmek mümkün görünmüyor. Türkiye’de Sol bütün işini gücünü bırakmış CHP’nin “demokratik” kurultay yapmasını ve devrimci, solcu adayların “başkan” seçilmesini ve de parti meclisine alınmalarını hararetli bir şekilde tartışıyor. Acaba bu tartışmayı yapan kişi, kurum ve partiler kendi içlerinde ne kadar demokratikler? Şimdiye kadar kaç demokratik olan kongre ve toplantı yaptılar? Tarz ve yaklaşım olarak hepsi CHP’nin yöntemlerini uygulamışlardır. CHP yolunu belirlemiştir; bunu daha önce de belirttik. Parlamento içindeki muhalefeti etkileyebilmek ancak parlamento dışı muhalefetin gelişebilmesiyle mümkündür. Yoksa bizim CHP’yi devrimcileştirme, değiştirme şansımız yok. Bunun aksini iddia edenler CHP’yi tanımıyorlardır. Yukarıda teorik olarak belirttiğimiz kavramlar nedeniyle CHP klikler partisidir. Bunu yıkmak mümkün değil. Şu an bu klikleri bir arada tutan Kılıçdaroğlu’dur. Uzun bir süre bunları bir arada tutacak başka bir lider gözükmüyor. Onun için Kılıçdaroğlu şöyle böyle,” diyerek kendimizi aldatmaya hiç gerek yok. CHP siyasal tercihi doğrultusunda politika yapıyor. Bu kişilerle izah edilemez. HDP’nin meclise girmesinden beri CHP’nin şakülü kaymıştır ve oy kaygısıyla milliyetçi hezeyanlara yenik düşmüştür. Belirlediği alanı kaybetme korkusu galebe çalmıştır. Dokunulmazlıklarla başlayan süreç, “cumhuriyet”in özellikleri olan eğitim, seçim, anayasa mahkemesi, barolar ve en son laiklik kapsamında Ayosofya’yla birlikte CHP için bir mevtadır. CHP bu ulusun kurucu partisidir. Devletin en büyük savunanı…

Elbette acımasız ve ceberut iktidara karşı muhalefet yapmaya çalışanlar var. Ne var ki hepsi tekil yaklaşım ve eylemlerle adalet, özgürlük, demokrasi, adil yargılanma talep ediyorlar. Türkiye’de ciddi anlamda demokrasi ve özgürlükler mücadelesi verilmek isteniyorsa bu yaklaşımlarla mümkün değil, aksine bu yaklaşımlar toplumsal muhalefet hareketini daraltıyor ve dağıtıyor. Özgürlük sadece tek tek kişiler veya “kendinden olanlar” için talep edilemez; demokrasi ve özgürlük toplumun tüm kesimlerinin ihtiyacıdır. Bu yaklaşım dışındakiler tamamen popülizimdir. Ölüm Orucu’nda masum insanlar hayatlarını kaybederken dahi “bizden olanlar” “bizden olmayanlar” ayrımcılığının pençesinde Türkiye Sol’u tutuklu tüm siyasilere ve gazetecilere Genel Bir Af örgütlenmesi altında bir araya gelmiyorlar ve gelmek istemiyorlar. Tüm insan hakları ayaklar altına alırken sadece “kendinden olanların” hukuku ve insan hakları hatırlanıyor.

Tüm bu gerçekler ve daha da dehşet verici insani düzeyde bozulmalar ve kavramsal düşünme kısırlığı ülkemizde yaşanırken, peki ama Sol biz ezilenlere ne vermek istiyor? Türkiye’de Sol biz sömürülenlere ne sunuyor?


Mustafa Kumanova – 29.07.2020

Tags:


About the Author



Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Back to Top ↑