Makaleler

Published on Nisan 23rd, 2021

0

Soykırımlarla yüzleşme – İsmail Göçüm


106 Yıldır yüzleşilemeyen derin karanlık…

Ulusal şovenistler, nihai olarak egemen sınıfların üzerine çöreklendikleri sömürü sisteminin bekçileridir.

Kapitalizmin ulus kimlik üzerinde yükselttiği vatan şiarı, ulusalcıların dillerinden düşürmedikleri vatan toprakları, tabi ki, kendi özel mülkiyetleridir. Ellerinde tuttukları üretim araçlarını ile yoksul halkı, köle gibi çalıştırdıkları emekçileri, feodal kalıntılarla ayakta kalmaya çalışan köylülüğü tasfiye etmek, sömürmek ve mülksüzleştirmek için kullanırlar. Bunun için her türlü baskı, zorbalık ve tahakküm kalkan olarak kullanılır.

Egemen ulusların ırkçıları, vicdanı hesap verme içgüdüsününden ahlaki olarak uzak oldukları gibi, kendilerinden olmayan halklar üzerinde, asimilasyon, baskı ve zulümlerini nihai olarak katliamlarla taçlandırırlar. Bu kapitalist sistemin temel yasaları ile açıklanabilirlik taşıyan, sermayenin emek üzerindeki sömürü egemenliğinin tarakkümüdür. Bu yüzden egemen ulus kimliği altında ne kendi kendileri ile barışık yaşarlar, ne de tarihleri ile yüzleşirler.

Egemen olmak, başkaların hak sahibi olduğu hak ve özgürlüklerinin top yekün ellerinden alınarak, azınlıkların kendi egemenlikleri altında asimile edilmelerini sağlamaktır. Bunun için, katliamlar da dahil her türlü kanunsuzluğu kendilerine hak sayarlar. Bütün coğrafyalar bu kaderi paylaşmış, tarihciler yandaş, sistemin bütününde ise, tarih bu haksızlıkları görmezden gelerek yazılmıştır.

Büyük imparatorluklar, egemen devletler bir kez yok olmaya yüz tuttular mı, her türlü kanunsuzluğu kendilerine yasal hak sayarlar. Peki bu durum kendi sonlarının yok olmasını engelleyebilmiş midir? Kesinlikle hayır. Fazla geriye gitmeye gerek yok; Osmanlı imparatorluğunun kendi sonunu nasıl hazırladığına bir bakın. Rus çarlığının yokoluşuna bakın. Alman imparatorluğunun barbarlığının sonucuna bakın. Japon imparatorluğunun sonuna bakın… örnekleri çoğaltmak mümkün… Bu imparatorluklar çökerken milyonlarca insanı; aç, susuz, yetim bırakmakla kalmamış, doğayı kirleterek, tarip ederek, insanlığın ortak malı olan kültürel mirasları yakıp yıkarak, kendileri de tarih sahnesinden yok olup gitmişlerdir…

Osmanlı Devleti’nin siyasi ve kültürel mirasını devralarak 100 yıldır ayakta durmaya çalışan Türkiye Cumhuriyeti devleti, gelinen aşamada ne kendi ulusal kimliği ile hesaplaşabilmiş, ne de kendi geçmiş tarihi ile yüzleşebilmiştir.

Her fırsatta, demokratik, laik, hukuk devleti olmakla övünen bir ulusun, 100 yıldır despotik ırkçı politikalarla, kah ABD emperyalistlerinin, kah AB Emperyalistlerinin siyasi, ekonomik ve askeri destekleri ile ayakta durmaya çalışırken, demokratik olmayan yollarla egemen ulus olma pahasına, egemenliği altındaki halkları asimile edebilmek için yapmadıkları zulüm, etmedikleri zorbalık kalmamıştır.

Türkiye ulus devlet olmayı bir türlü beceremezken, zaman zaman pusulayı şaşırıp; “Rehberimiz Turan, kitabımız kuran” anlayışı ile araplara asimile olmuş bir millet… bunu yaparken, din kardeşliği üzerinden, kürtlerin ulusal kimliklerini yok saymışlardır. Dini kavramlar ile ulusal kavramları birbirine karıştırdıklarından bir türlü kürtlerle birlikte ortak bir ulusal kimlik oluşturamamışlardır. Dolayısı ile 100 yıldır bunun acısını kürt ulusal halk hareketlerine yönelik kökten çözümlü; despotik askeri devlet politikası yürütülmektedir.

Gayri müslimlere gelince; onlar zaten günah keçisi, tarihin şamar oğlanı…
Ermenilere, rumlara, şüryanilere ve ezidilere yönelik zorla müslümanlaştırma, asimile etme politikaları bir türlü tutmayınca, azınlık halk ve dini etnitizelere yönelik yürütülen sürgün ve soykırımlarla azınlıkların mülklerine, mallarına elkoyma, sorunu kökten çözme yöntemleri ile soykırıma yönelmişlerdir.

Türkiye cumhuriyeti devletinin kuruluşunun temel ilke ve prensipleri her ne kadar osmanlıcılık oyununun dışında cereyan etse de, osnanlının turancı kalıntıları, İttihat ve Terakki zihniyeti, Türkiye Cumhuriyetinin kuruluş ilkelerini panislamizimden, pantürkizm yoluna evirmeyi başarmış; bu günkü Ergenokon yapılanmasının özü olan 1980 askeri darbe ideolojisini Türk İslam sentezinin merkezine oturmuştur.

Bu anlayışla T.C devleti tarihi boyunca; hırıstiyan azınlıklar ve azınlık ulusal kimlikler üzerinde her zaman demoklasin kılıcı olma yolunu seçmiştir. Bu anti demokratik tarihi yapı, ülkedeki azınlıklara yönelik tarihi unutulmaz acılar yaşatmıştır. Bu trajediden dersler çıkarmak şöyle dursun, hala bu yapıyı canlı tutmayı ve yaşatmaya devam etmektedir. Aradan 106 yıl geçmesine karşın Ermeni soykırımını inkar etmeyi kendi varlığını ispatı sayan bir egemen ulus kimliğinin dayatmasıyla karşı karşıyayız. Niye bu dayatma, neden bu kibir. Birey olarak bunu bir türlü kabullenemiyor ve içime sindiremiyorum.

Soykırım sadece insanların katledilmesi, sürülmesi, yerlerinden yurtlarından edilmesi değildir; bu soykırım kelimesininin içeriğinin doldurulması için tam anlamı ile yeterli değildir. Geride kalanların sindirilmesi, asimile edilmesi… bunun akabinde; yerlerinden yurtlarından edilen insanların mallarına mülklerine, zenginliklerine el konulması, kültürel miraslarinın, yapılarının, tarihi eserlerinin kalıntılarının izlerinin silinmesidir. (Bunun için 100 yıl önce “binbir kiliseli kent” olarak bilinen ve bu gün yerle bir edilmiş Ani harabelerini görmek yeterlidir.)

“Hıristiyanlara biçilen yer, ikinci sınıf vatandaş olmaktı. Korkunç bir örnek vereyim: 19. yüzyıl feodal toplumunda örneğin Kürt bölgelerinde Kürt ağaları, evlenen Ermenilerin ilk gece hakkına sahiplerdi. Onun ötesinde Ermeniler çifte vergi veriyordu. Bir devlete normal vergi veriyorlardı, bir de “Hafir” (veya hapir; kiafir) denen yöredeki Kürt feodal yöneticilerine vergi veriyorlardı yani vatandaş sayılmıyorlardı. Mahkemelerde ifadeleri kabul edilmiyordu. En iyi sayılan Hanifi hukukuna göre bile iki tane Hıristiyan bulacaksın ki, bir tane Müslüman’ın şahitliğine eşit olsun. Hukuki eşitsizlikler anlatılır gibi değil. Kıyaslarsak eğer Güney Afrika’daki ırkçı rejime benzer. Ermeniler, Hıristiyanlar, Süryaniler ikinci sınıf vatandaş statüsündedirler, o statülerini değiştirmek istemedikleri müddetçe sorun yok. Kürtlerin bugün her bakımdan Türklerle onurlu, eşit ve eş değer bir arada yaşamak istemeleri gibi.”

1894-96 yıllarında esasen Ermeniler olsa da diğer farklı inançtaki Hristiyan azınlığı da hedefleyerek, üç yıllık zaman aralığın da 200 bin insanın canına mâl olan Hamidiye katliamları, emperyalist ülkelerin katliamlara tepkisizliği; birbirleriyle çatışan hilafetçi, Pan-Türkist Turancı klikleri çözümde ortaklaştırdı.

Ünlü Alman yazar Lepsius, (soykırımı takip eden ayllarda.ig) katliamların yaşandığı bölgelerdeki iki aylık gezi sırasında;

*2500 köy ve kasabanın boşaldığını,
*645 kilise ve manastırın yıkıldığını,
*328 kilisenin camiye dönüştürüldüğünü, *559 köyden sağ kalan ailelerinse müslümanlaştırıldığını,
*500 binden fazla insanınsa zenginliklerine el konulduğunu yazar.

1908 Adana katliamı ise Abdülhamit dönemi katliamların bir devamıdır. İngiliz, Fransız, Alman, İtalyan, Avusturya, Rus ve Amerika gemileri Mersin limanında demir atmışken adeta gayri resmi kalkan rolü üstlenirler.

25.000 Ermeni katledilir, katliam sonrası 1909 yazında Meclis’te basına sansür yasaları ve özellikle Ermeni siyasi örgütlenmelere yeni yasaklar getiren kararlar alınır.

Altı yıl sonrası yaşanacaklar düşünüldüğünde, hedef alınan kurbanların sayısı ve süresi acısından sınırlı olan Adana katliamı, İttihatçıların Anadolu’yu homojen bir ulus ve inanç egemenliği haline dönüştürme planlarının bir test aşamasıdır.

Abdülhamit’i tahttan indiren Pan-Türkist İttihatçılar için amaç artık nettir; “sadece Türkler için bir Türkiye.”  Amaç için kullanılacak araçsa bir kez daha top, barut, mermi ve süngüdür; Anadolu topraklarında yaşayan Hıristiyan azınlıkları ‘‘temizlemek’’ için ordunun kullanılması kararı, İttihatçılarca 6 Ağustos 1910’da Selanik’te yapılan gizli toplantıda alınmıştır.

7 Kasım 1914 Türkiye-Rus savaşı sırasında Kafkas ordusuyla hareket eden Ermeni gönüllüler, Ermeni fedailerin eylemleri, Başkale ve Artvin’de Teşkilatı Mahsusa birliklerinin yenilgisi, katliam ve saldırılara karşı 1 ay süren Nisan 1915’te Van, Musa Dağı, Zeytun ve Şebinkarahisar’daki yerel direnişler, tehcir ve soykırım için oluşturulacak gerekçelerdir.

Bugünde çokça tanıdık olan bir argüman “vatana ihanet, arkadan hançerleme.”

Ermenilere yönelik saldırılar başladığında. Hapishanelerde o dönem sayıları 4000’in üzerinde olduğu söylenen adi mahkumlar serbest bırakılarak, Teşkilatı Mahsusa denetiminde, Teşkilatı Mahsusa’nın faal olduğu Bayburt, Maraş, Malatya, Ankara, Erzurum, Şebinkarahisar’a ve tehcir alanlarına gönderilir.

İstanbul’da tanınmış Ermeni aydın-siyasetçiler 11/24 Nisan tarihlerinde tutuklanır. Mayıs 1915 Muvakkat Tehcir Kanunu’nun kabulü ile de soykırımın ‘‘yasal’’ zemini tamamlanır.

Muş mebusu Mşo Kegham’ın ifadesiyle “eksik olan vasıta değil vesilesidir.” O vesile de gelmekte gecikmeyecektir.

1. Emperyalist Paylaşım Savaşı ile onun yarattığı katliam ve yok etme zemini…

Savaş gerekçesiyle önce 20-45 sonra 60 yaşına kadar olan tüm Ermeniler askere çağrılır. Çağrılan bu askerler, “Amele Taburları” olarak bilinen taburlarda silahsız çalıştırılır ve tehcirle birlikte guruplar halinde birliklerinden alınarak katledilir.

Her türlü itiraz ve muhalefet susturulur;

Tehcir emrini katliam emrine dönüştürmekten kaçınan Ankara, Yozgat, Halep, Kastamonu, Erzurum valileri değiştirilir. Muhalefet eden ittihatçılar arasında en tanınmış olanlar Sina cephesi ve 4. Ordu komutanı Cemal Paşa, General Çürüksulu Mahmut, Şark grubu ve 3. Ordu komutanı Vehip Paşa ve Diyarbakır 23. Alay Komutanı Kurmay Binbaşı Muştak’tır.

Batı Ermenistan diye bilinen Türkiye Kürdistanı’nı da içine alan şehirler dışında yaşayan Ermeni nüfus bilgileri, tehcirin boyutları hakkında bizlere somut bilgiler vermeye yetecektir.
*Ordu’da 9.000…
*Samsun-Çarşamba’da 13.000…
*Ünye’de 8.000… Ermeni’nin tamamı tehcir edilirken,
*Merzifon’da 12.000 Ermeni’den birkaç yüzü…
*Ankara 63.605 Ermeni’den 1500’ü,
*Yozgat sancağında merkezde 1.800 Ermeni’den 88’i,
*Yozgat toplamda ise 33.233 olan Ermeni nüfusundan geriye sadece 2086 Ermeni kalmıştır…

Soykırıma uğrayan insanların ne kadar olduğunun bir yerde önemi yoktur; nihayetinde yüzbinlerce, milyonu aşan sayıda genç-yaşlı, çocuk-kadın-erkek planlı ve merkezi biçimde organize edilen soykırımda yollarda kurşunlanarak, toksit gazlı odalarda yapılan tıbbi deneylerde zehirlenerek, tecavüz edilerek, yakılarak, çarmıha gerilerek, denizlerde-ırmaklarda boğularak, hatta Diyarbakır’ın cellat valisi olarak bilinen Mehmet Reşit’in (Şahingiray) bizzat yaptığı gibi soykırım kurbanlarının ayaklarına at nalı çakılarak sokaklarda gezdirilerek, zulmedilerek katledilmiştir.

Toplamda 1.5 milyon Ermeni bu şekilde soykırımla yok edilmiş, dağıtılmış, sürgüne gönderilmiş, asimile edilmiştir

“Kemalizm demek, her alanda Türk şovenizminin kışkırtılması, azınlık milliyetlere amansız bir milli baskının uygulanması, zorla Türkleştirme ve kitle katliamı demektir.” İ.Kaypakkaya

Ocak-Şubat 1919’da Osmanlı Meclisi’nin emriyle Ermenilere yönelik katliamların soruşturmasında Divanı Harp’te 1397 kişi yargılanmış, bunlardan 40’ı idam edilmiştir.

Bu bir nevi Vahdeddin ve ekibinin İttihatçılarla rövanşı, meşruluk arayışının manivelasıdır. Suçlu bulunup idam cezası verilen Enver, Cemal, Talat, Dr. Nazım ve Dr. Şakir ile İngilizlerin denetimindeki Malta’ya kaçan İttihatçılar dışında, mahkemeler katliamların karar vericilerine, örgütleyicilerine dokunmamıştır.

Yozgat, Trabzon, Harput, Erzincan, Bayburt davalarında 150 sivil 22 asker olmak üzere toplam 200 kişi yargılanır, bunların pek çoğu da görevi ihmal, zimmete para geçirme, soygun, yağma vb. suçlardan yargılanarak hafif ceza alırlar. Damat Ferit’in 5. ve son kabinesinin yapıp yapabileceği budur

İttihatçılar; Sultan hükümetini zayıf düşürme mücadelesini sürdürür ve İttihatçılık yeni bir siyasal biçim alarak Kemalist kılıfla siyasal hattını sürdürür.

Kemalistler de çoğu eski İttihatçı olan İttihatçılığın siyasi çizgisine yeniden biçim veren bir yapıya sahiptir. Örneğin Kemalistlerin önemli isimlerinden Fethi Okyar İttihatçıların mahkumiyetini “Türk milletinin mahkumiyeti olarak” değerlendirir.

Kemalistlere katılanların bir bölümü Sivas Kongresi’nde bağlılık yemini eder. Hatta Kemalist hükümet İngilizlerden, Malta’da yargılananları kendilerine teslim etmelerini istemiştir. Ankara hükümetinin başı M. Kemal 1920’de Transkafkaslardaki Ermenilerin imhasını onaylayandır. Cemal Azmi, Talat Paşa, Dr. Behaeddinin Şakir, Kemal ve Nurettin Paşaların Adalet Komandolarınca öldürülmesi sonrası meclisce milli şehit kabul edilip, ailelerine maaş bağlanmıştır.

İttihatçıların istihbarat dairesinin başında isim Miralay Seyfi (Düzgören) Ocak 1919 tutuklamalarından sonra Divan-ı Harp’te yargılanıp serbest kaldıktan sonra Kemalistlere katılır. Hatta bu isim Sovyet yardımı nedeniyle oluşturulan heyette de yer alır, Tuğgeneralliğe yükselir. Dr Fazıl Berki Malatya Milletvekili olmuştur. Mehmet Reşit (Şahingiray), Dr. Tevfik Rüştü (Aras) 1925-38 arasında bakanlık yapmıştır. Miralay Behiç Erkin, Trabzon Valisi Cemal Azmi, Dr. Nazım Kemalist rejime muhalefet etmeyecekleri sözünü vererek Türkiye’ye dönmüş.

1926 Temmuz-Ağustos’ta Teşkilatı Mahsusa’nın başı Dr. Nazım, Yenibahçeli Nail, Filibeli Hilmi, Milli Emniyet Müdürü Canpolat dahil yaklaşık 10 üst düzey İttihatçı, M. Kemal’e suikast ve rejimi yıkmaya teşebbüsten İstiklal Mahkemeleri kararlarıyla idam edilmişlerdir.

Kemalist kadroların kurucusu olduğu TC devletinin, Ermeni ulusuna yönelik bugünde süren tarihsel düşmanlığının, soykırım inkarının zemini İttihatçı gelenekle olan ırkçı ideolojik ortaklıktır.

Türk ulus bilincinin oluşturduğu en önemli karşıtlıklardan birisi düşmanlık siyaseti üzerinde yükselmiş olmasıdır. Bu ideolojik öz ve şekilleniş biçimi Ermeni halkının soykırıma uğramasından sonra bile hala bir tehdit ve düşmanlık algısı ile sürmektedir.

Ermeni gerçekliğine yönelik en küçük bir taviz, zira türk uluslaşmasının şovenist yapısının yara alması anlamına gelecektir. Bu nedenledir ki; devlet politikası olarak Ermeni düşmanlığı 100 yıllık TC devletinde süregelmiştir. Bu düşmanlık, Agos gazetesi yazarı Hrant Dink’in 2007’de bir derin devlet organizasyonuyla katledilmesine yol açmıştır. Hrant Dink’in katli Fetö terör örgütünün üzerine atılarak işin içinden sıyırılınacak bir olay değildir.

Soykırımın izleri tüm politik ve ideolojik parametreleriyle kendi ruhunu korumakta, Ergenekon kılıfı ile derin devletin köklerinde varlığını sürdürmektedir…

Kaynaklar:
Taner Akçam
Yeni Demokrasi


İsmail Göçüm – Nisan 2021

Tags: , , , ,


About the Author



Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Back to Top ↑