Makaleler

Published on Nisan 21st, 2021

0

Söylem ve yaşam ne ima ediyor? – Erdal Boyoğlu


”Dilimin sınırları, dünyamın sınırlarıdır” der Wittgenstein.

Her biri zamana, yere ve koşullara göre, bazen mutlak, bazen de göreceli olan doğrular, yanlışlar; iyiler, kötüler vb biçiminde algıladığımız yaşam çizgisi; soyut bir çeşitliliğin değer, yaratıcı zenginliğin mozaiği olarak kavradığımızda yaşama sevincimizin sınırsızlığına sürükleyiverir bizi. 

Doğruya, iyiye giden birçok yoldan birini, ya da birkaçını tercih eden bizler, çoğu kez de yol tartışmasını kısır döngüye dönüştürür, çoğu kez, aynı yolun yolcuları olarak, traji-komik sahnelere tanık oluruz.
Somutlaştırma, seçici olma adına polemiklere girdiğimiz bir çok süreçte, felsefi algılayışın politik gereklerini gözardı etmenin yarattığı tahribatı”benimsenen tarzın” benimsenemeyeceği bir şekilde telafi etmek gibi yanılgılara düştüğümüzde birçok kez tanık olma talihsizliğini yaşadık. 

Herbirimizin gözleri önünde çetrefelleşen ve yaşamak durumunda kaldığımız hayat, bizleri düne ilişkin şapkayı önümüze koymaya, aynayı karşımıza almaya zorlarken, cılızlaşan duyarlılık enerjimizin çok daha ölçülü, “insancıl”kullanımını gerekli kılmakta, ideal düşlerimizle bastığımız toprak arasındaki yaratıcılığa zorlayan çelişkiyi, tüm sabır ve dikkatimizle gözden geçirmeyi dayatmaktadır. 

Toplumsal ilişkileri anlamak, yaşayarak çözmek ile geleceğe uzanmak arasındaki vazgeçilmezliği görev sayarken, yeni insana yürürken günbegün yaşanan mekanikliği aşmak, aynı zamanda birey olan toplumsal insana kuşak/ kuşaklar düzeyine ulaşmak gibi sancılı bir sorumlulukla karşı karşıyayız. 

Dialog kurma ve söylem ne ima ediyor? 

Siyasal söylemlerimizde çoğunlukla demokrasi ve demokrasi kültüründen çok sık bahsederiz. Eksikliğinden, çatışmacı kültürün varlığından söz ederiz. Ama bu toplumdaki zorlukları aşabilmek için en başta demokrat olmanın yani demokrasi mücadelesi verenlerin sorumlulukları ve gereksinimleri olduğunu unuturuz. Sorunlu siyasi kültürün varlığında ve sürdürülmesinde siyasi aktörlerin rolünü de ıskalamamak gerekmektedir. 

Demokrasi yaklaşımı kültürel farklılıkların üzerine değil, münakaşa ve dedikodu üzerine çatışıyoruz. Aslolan ikna ve tartışma süreci değil, sataşma- kavga anlarını yaygınlaştırıyoruz. Ve çoğumuzun peşinde olduğu şey anlık kazanımların verdiği anlık hazlar. Hatta çoğu kez kazanım da değil bizatihi o anı yaşamanın verdiği hazın galip gelmesi esas hale gelir. 

Politik zemindeki çarpık alışkanlıklar, kavramlar, söylemler tutum ve davranışlar insani ilişkilerimizi de bozmaktadır. Bu yaklaşımlar toplumun gözünde siyaset algısını olumsuz yüze çeviriyor. Bilmeyi ve öğrenmeyi sorgulamayan kültürün fertleri, kişisel heveslerine ve duygularına evriliyor. 

Siyasal söylem, zora başvurularak gerçekleştirilen anlaşma değildir.  

Diolog ve söylem,tutum ve davranış psikolojik zorlamalarla, dayatmalarla ve o anın koşullarından yararlanarak diğerinin ikna olmuş gibi davranmasını ve size uymasını sağlamak değildir. 

Söylem, hiyerarşik pozisyonumuzun ima ettiği gücü kullanarak karşı tarafa istediklerimizi kabul ettirmek değildir. 

Siyasal söylem, bir tarafın taleplerinin dışlanması, yok sayılması değildir.Demokratik tutum ve davranışın farklılıklarıyla karşılık bulmasıdır 

Siyasal söylem sadece birbirine çok benzeyen tarafların ittifakı, işbirliği, ortaklığı değildir. 

Toplumsal ilişkileri, siyaset bilimi ve sosyolojik boyutuyla ele alıp zora başvurulmayan ikna metoduna dayalı bir siyasal yöntem olmalıdır. 

Toplumsal İlişkilerde Yaşananlar Neyi Amaçlıyor.
Toplumsal kurumlar oluşturmanın, birinci önkoşulu insan ilişkileri ve farklılıkların taşıdıkları değer bakımından eş düzeyde olduğunu kabul etmektir.
Toplumsal ilişkilerde dioalog arayışı önerilerin karşılıklı olarak iç içe geçmesinin olanaklı olduğu kabul edilmeli ve hatta bu amaçlanmalıdır. 

Toplumsal ilişkilerde dioalog sürdürmek için, hem seviyeli ve etkili, hem de yapılacak çalışmalarda kararlı olmak gerekir.
Toplumsal ilişkileri, değişime ve dönüşüme uğratmaya, hem de pratiğini gösterebilecek uğratılmaya hazırlamalıyız. 

Toplumsal programlar, Adalet ve eşitlik ile doğru talepleri ve fikirleri olabileceği kadar demokratikleştirmemiz gerekir.
Toplumsal çalışmanın her bireyi, her biri diğerine karşı empati duymaya çalışmalı, onun talep ve arzularını anlamaya gayret etmelidir. 

Siyasal çalışmaları, koşullarına, taleplerine siyasal yaklaşımının yanında ahlaki ve insani duyarlılığını da kullanarak yaklaşmalı, kendi taleplerini de insani süzgecinden geçirmelidir. 

siyasal ve toplumsal yaklaşım yapıcı, olumlu, diğerinin duyarlılıklarına, değerlerine saygılı bir dil kullanmalıdır.
Kırmızıçizgiler, “olmazlar”, “kesinlikle imkansızlar” sürecin başlangıcında ilan edilip, tarafların her biri kendinin değişme ve dönüşme olasılığını baştan ret etmemelidir.
Dialog, dostluk dayanışma ve beraberlik, birarada olma arzusunu gerçekleştirmenin önkoşulu olduğu kabul edilmelidir. 

Toplumsal duygu ve düşünce insanı merkezinde görür ve objektif olmayı gözardı etmez.Söylemlere,duyumlara ve dedikodulara tavır alır. Olumsuz tavırları yaygınlaştırmaz. somut verilere dayanan gelişmelere önem verir. Subjektifizm ve libaralizm kirlenmesine bulaşanlar eşitliğin ve adaletin önünde sorun teşkil ederler. Ve gözler; kapalı tünellerde serçe tutmaya çalışan birileri konumundan öte gidemezler.  Ve bizler, aşkın, düşün ve sevginin sevinme ve de dostluk umudunu yitirmeden, “Var olmanın dayanılmaz” ağırlığının bilincinde, beğenemediğimiz bu hayatı anlamlı kılmanın çelişkisiyle karşı karşıyayız. Ve bundan dolayı somut olan herşeyi özellikle kendimizle başlatarak düzeltmek, yaşatmak zorundayız.


Erdal Boyoğlu – 21.04.2021

Tags:


About the Author



Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Back to Top ↑