Makaleler

Published on Ağustos 6th, 2021

0

Söz uçar, yazı kalır! | İsmail Metin Ayçiçek


Tarih, tarihin içinden ve tarihin yaratıcıları tarafından yazılmalıdır.
Yusuf Kenan Akım’ın günlüğü de bu nedenle üç beş küçük not olarak
Dersim katliamı gerçeğini tarihin hafızasına kazımıştır.

Bir avuç insan KURTULUŞ BELGELER’inin yayınlanacağını söylediğimizde olumlu-olumsuz hayli ilginç iletiler aldık. Destekleyenlerin yanı sıra, “şimdi geçmişi kaşımaktan gerçek amacınız nedir?” sorusuyla kaygılı düşünenler; “ne gerek var buna, geçen geçti, şimdi geçmişle uğraşmak yerine geleceğe yönelmek gerekir” diyerek bu çabayı gereksiz işlerle uğraşmak olarak yorumlayanlar; “boş işlerle uğraşmak yerine ‘devrimci’ görevlerimize dönmemizi arzulayanlar; böyle bir çabanın kesinlikle yayınlayanların ‘gizli amaçlarıyla’ biçimlenerek “tarihi kendine yontma” tuzağı olarak tanımlayanlar; en çok da “ilgisiz” gibi görünüp, başkalarından elde ettikleri Belge’leri sabırsızlıkla bekleyenler… Bunun yanı sıra büyük bir destek sunarak onca işin arasında bu çabaya destek olmak için günlük rutin programlarını değiştirmek zorunda kalan gönüllüler ordusu. Evet açıkçası bu belgeleri üreten, üretimine destek olan, ömrünün en önemli bölümünü ayırdığı onurlu bir tarihin belgeleri için kitaplığının ya da bilgisayarının mini mini bir bölümünü ayırarak sahiplenip, emeğini katan ya da eleştirerek yolumuzu aydınlatan bütün yoldaşlarımıza teşekkür etmek istiyoruz.

Gerçekten büyük bir ilgi ile karşılandı. Sadece Kurtuluş kökenli arkadaşlarımız değil, farklı siyasal hareketlerden de hayli ilgi topladı. Sonuçta bu belgeleri değerlendirmek, bu yayının yayıncıları değil, belgelerin konusu olan tarihin içinde yer alan-almayan okurları olacaktır. Yani BELGELER kitap dizisi bittikten sonra tarih, Köroğlu masallarına benzeyen “kahramanlar” yaratarak değil, kendi gerçekliği içerisinde anlaşılabilecektir.

Çalışma Grubu’muz kısa bir ara verdi, ama BELGELER dizisinin bittiğini düşünmeyelim. Sanırım yaklaşık 10 kitap daha hazırlanacak. Ve kimseyi sıkmadan, rahatsız etmeden, sadece “isteyenlere ileterek” başladığımız bu yoğun çalışmayı kollektif bir çabanın ürünü olarak bitireceğiz.

***

12 Haziran 1929’da Almanya’da doğan Yahudi kökenli “Anne Frank”, ailesiyle birlikte Almanya’dan kaçarak NAZI işgali altındaki Hollanda’ya gelir. Ve Hitler öncülüğündeki Nasyonal Sosyalizm’in (NAZI) insanlığa yönelik büyük katliamından kurtulabilmek için bu ülkede, bir evin çatı katında saklanarak yaşar. Bir süre sonra bütün aile yakalanarak NAZI toplama kamplarına kapatılır. Genç bir kız olan Anne Frank, 1942-1944 yılları arasında Hollanda’da sürdürmeye çalıştığı yaşamını, kendisine hediye edilen bir deftere (Günlük) kaydeder. 1945’de Bergen Kampı’nda Tifüs hastalığına yakalanarak ölür.

Ve bütün dünya, sadece bir Yahudi çocuğun, tam da ergenlik döneminde Toplama Kamplarında yaşadığı ırkçı-faşist zulmü değil, bütün insanlığın “günahını” belgeleyen tarihi, kendisine hediye edilmiş bir deftere gün gün yazıya dönüştürdüğü NAZI vahşetini; bu katliamın kurbanları tarafından dillendirilmiş en sağlam öyküsünü, onun mütevazı notlarından okudu. Bu mütevazı Günlük, NAZI iktidarı yıkıldıktan sonra yayınlanarak dünya klasikleri içinde yerini aldı. Anti- Semitizm’in lanetli yüzünü bu derece etkili anlatan başka bir eser yoktur sanırım.

***

İtiraf etmeliyim ki, Willingen-Schwenningen’de yaşayan dostum Müslüm “Bir Askerin Günlüğünden Dersim 1938” adlı kitabı bana ileteceğini söyleyince büyük mutluluk duymama rağmen, kitabın içeriğine yönelik çok da fazla bir beklentim yoktu doğrusu. Müslüm elindeki kitabı hemen iletti. Onun bu jestinin benim için değeri çok çok büyüktü. Kitabı bir solukta okuyup, içeriğini ve yazarının konumunu öğrenince kitap paha biçilmez bir değer kazandı nezdimde.

Teknolojinin bugünle kıyaslanmasının mümkün olamayacağı bir gerilik çağında, Kürt halkına yönelik devlet operasyonu kapsamında 1938’de Dersim’e gönderilen sıradan erlerden birinin elinden çıkan “Günlük”, 80 yıldır inkâr edilen ya da suskunlukla yok edilmek istenen bir tarihin; iktidar güçleri tarafından sunulan bir resmî ideolojinin alt yapısını oluşturmak amacıyla sistem kalemleri tarafından yazılan bir resmî tarihin üzerine çekilmiş, yalanlarla işlenmiş örtüyü bir çırpıda kaldırıyor. Çünkü bu kez Dersim 38’i anlatan yazar bir Dersim mağduru değil, bu katliam içinde devlet adına fiilen yer almış herkes gibi eli kanlı bir katil.[1] 

Kitabın bulunması da başlı başına bir öykü. Sanki egemenlik-bağımlılık ilişkisinin var olduğu bütün toplumlarda, egemen sınıfların, insanı gerçeğe ulaştıracak bütün kanalları yok etme çabasının ülkemiz versiyonu. Yıllarca devlet koruması altına alınmış söz konusu günlüğü bulan ve derleyen Mahsuni Gül’ün, söz konusu defterle ilgili açıklaması ise daha da ilginç:

 “Yusuf Kenan Akım’ın Dersim’e gidişini ve bölgedeki olayları anlattığı günlük defterini, İstanbul Büyükşehir Belediyesi Kütüphaneler ve Müzeler Müdürlüğü Atatürk Kitaplığı’nın web sitesinde buldum”… Günlük Defter’in (demirbaş numarası: Bel_Mtf_048032) transkripsiyonu ve sadeleştirilmesi Mehmet Yıldırım tarafından yapıldı. Defter, son kontrol için Kütüphaneden tekrar alınmak istendiğinde defter bulunamadı.

Deftere yeniden ulaşmak için gerçekleştirilen yazışmalarda deftere ilişkin sorulan sorulara Kütüphane’nin Atatürk Kitaplığı’ndan e-Mail ile şu yanıt geldi: “ ‘Dersim harekâtına katılmış bir askerin günlük defteri’ isimli defter webte ulaşıma kapatılmıştır. Bilgilerinize arz eder…”

Bu günlüğün içinde (demirbaş numarası: “Bel_Mtf_023498”) bir de fotoğraf vardı. Fotoğrafın Kitaplık kaydında şu açıklama yer alıyordu: “Dersim’de tutuklanan köylü kadınlar ve çocuklar.”

Kitabın esası, 1938 Dersim katliamında asker olarak yer alan, Samsun-Çarşambalı er Yusuf Kenan AKIM’ın günlüğü. Latin Alfabesi ile basılmış olan takvimin sayfalarına (1938 – ECE MUHTIRA DEFTERİ) yazdığı Günlük notları, TC. Devleti’nin Dersim’de gerçekleştirdiği kanlı soykırımda asker olarak fiilen yer alan bu kişinin kaleminden Arap alfabesiyle kaydedilmiş notlarından oluşuyor. Günlük’ten anlaşıldığı kadarıyla bu er, kültürlü bir kişi. Notlarını saat ve dakikalarını dahi kayda geçirerek yazacak kadar bir titizlikle çalışıyor.

Dersim’de sadece Devlet tarafından sürdürülen soykırım benzeri bir katliam can almıyor, çok sayıda kadın “düşmanın eline geçmemek için intihar ediyorlar” vb. Ayrıca bu katliam, insanlığın köklerini korkuyla başlamak için Türk ordusunda “öldürülen ‘düşmanın’ kafasını kesme ve teşhir etme” resmî bir eylem türü olarak sıkça kullanılıyor.

Dersim’de feodalitenin zulmü altında olduğu, aşiret ağaları ve derebeylerinin halka zulmettiği, halkın ilkel ve barbar yaşadığı, modern Cumhuriyet’e karşı olduğu dönemin gazetelerinde sıkça yazıldı. Gerekli algı yaratılmıştı.Türkiye  Komünist Partisi bile konuya buradan yaklaşacaktı.”

Kitabın yayınevi tarafından yazılan önsözünde katliamın resmi boyutu şöyle veriliyordu: “4. Umum Müfettişliği’nin raporuna göre Dersim’de 1938 yılında 13160 kişi öldürülmüş, 11818 kişi sürgün edilmiştir.” Gerçek sayının bu rakamların kat kat üzerinde olduğunu söylemeye gerek yok sanırım.

***

Günlük’ten birkaç alıntı aktarmak istiyorum.

18 Ağustos: “Pilur (Pulur). Sabah saat 7 buçukta Zeranik nahiyesinden hareket ettik. Pulur’a, sonra Cevizli köyüne geldik. Yol boyunca olan bütün köyleri yaktık. Dağ içinde bir kulübeye girdik. 100 keçi bulduk ve meşum (kötü) bir vaziyet karşısında kaldık. Bir Kürt kadını kendini iple asmış.”

26 Ağustos: “Bugün sabah erkenden Perçenc köyünde harekete geçtik. Top, tüfenk, bomba, makinalı silah, berdevam”

3 Eylül: “Cevizli ilerisindeyiz. Gece saat 21:00’de çadırlarımızı sökerek, Pertek’ten hareket ettik. Ve sabaha kadar yol yürüdük. Nihayet saat 7’de bir su kenarında konakladık. Fakat, derenin içi insan leşleriyle dolu olduğu için susuzluktan öldük. O kadar yorulmuşuz ki ayakta duracak dermanım yok. Ya Rab! Sen kurtar bizi buralardan.”

7 Eylül: “Bugün bizim komutan Necati Karabulut hastalandı… Sabah erkenden Kal’a ormanından hareket ettik. Bir köye geldik. Bütün asker köyü talan etti.”

9 Eylül: “Ah bugün İzmir’de olsaydım. Hâlbuki dağ başında Kürtlerle uğraşıyoruz. Bugün de ormanları tarayarak ovaya geldik. Bizim bölük Şam Uşaklarının başı olan Şeytan Ali’nin kafasını ve çok daha fazla insanı öldürerek hepsinin kafasını getirdi. Şimdi bizim bölük çok gözde. Bütün zabitler kahraman bölük diyorlar. Ali Galip Paşa bizim bölüğün gözlerinden öptüğünü telgrafla söyledi.”

10 Eylül: “Bugün dağlar, ormanlar tarandı. Bizim bölük, azılılardan birinin kellesini getirdi, Başka bir bölük de Seyithan’ın kafasını getirdi. Bizim bölükte Ruşen isminde bir er var. Bütün kafaları o kesiyor.”

11 Eylül: “Bugün dağları tarıyoruz. İnsan leşlerinden derelere girilmiyor… Dünyanın en büyük cefasını biz çektik.”

12 Eylül: “Bu sabah erkenden kalktık. Dağlarda tarama hareketi yapıyoruz. Her gün kafa kesmekle uğraşıyoruz… Artık insanlıktan çıktık. Çok perişan olduk.”  

13 Eylül: “Yine sabah erkenden dağlarda tarama hareketi yapıyoruz. Birinci ve ikinci tabur gitti. Yalnız bizim üçüncü tabur kaldı. Bu gece o kadar dehşetli yağmur yağdı ki çadırda sucuk gibi ıslandık. Ah, çok perişan olduk.”

14 Eylül: “… Ya Rab! Ne zaman bu korkunç yerden kurtulacağım.”

17 Eylül: “Bu gece soğuktan bir er öldü … Ah, ne ızdırap çekiyoruz.

7 Ekim: “Bugün tartıldım, 61 kilo geldim. Demek Dersim yaramış.

Kitabın içinden bir de fotoğraf çıkmıştır. Fotoğrafın kaydı: “Bel_Mtf_023498 demirbaş numaralı “Dersim’de tutuklanan köylü kadınlar ve çocuklar.”

Kütüphanenin resmi kayıtlarında da bulunan bu fotoğraf altında yazılanlardan tutukluların en az yarısının katli “gerekmektedir”.

***

Kitap, sadece, katliam için Dersim’e götürülmüş bir askerin itirafları olarak değil, ama aynı zamanda Türkiye Cumhuriyeti diye bilinen sömürgeci ve soykırımcı örgütün sivil askerleri olan sahte evrak bürosu Türk Tarih Kurumu ve benzeri kurumları; resmi tarih üreticisi akademisyen ve yazarlarının elinde resmedilmiş bir yalan devletiyle ve “yalanla oluşturulmuş bir ulus kimlik gerçeğiyle” her satırda yüz yüze geliyoruz.

Biliyoruz ki Resmî Tarih yazarları bütün gücünü okullar, “akademisyen” unvanlı propagandistler ve mevcut sistemin kutsal muhafızları ve medya kurumları gibi devletin kurumsal ideolojik araçları ve aracılarından alırken, tarih yazıcıları da bu sınıf içinden üretilmekteydi. Ezilen sınıfların egemenlere karşı verdikleri mücadeleler ise, daha çok “geçmiş tarihlere denk düşen kahramanlık öyküleri” içinde “destan” formuyla masalımsı bir kimlik içinde korunabilmekteydi. Ve tarihi yapanlar ile tarihi yazanlar ayrı ayrı kimlikler ise, tarihsel gerçekliğe ulaşmak mümkün değildir. Bu nedenle tarih, tarihin içinden ve tarihin yaratıcıları tarafından yazılmalıdır. Yusuf Kenan Akım’ın günlüğü de bu nedenle üç beş küçük not olarak Dersim katliamı gerçeğini tarihin hafızasına kazımıştır.


[1] Bir Askerin Günlüğünden Dersim 1938. Derleyen: Mansuni Gül. 1.Baskı. Aralık 2019. Fam Basın Yayıncılık.  Tunceli. E-Mail: fam@famyayinlari.com   ISBN: 978-605-5293-75-8. 


Söz uçar, yazı kalır! (Verba volant, scripta manent!)
İsmail (Xwe) Metin Ayçiçek – 06.08.2021

Tags: , , , ,


About the Author



Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Back to Top ↑