Makaleler

Published on Eylül 16th, 2021

0

Sürgün kimliği | Erdal Boyoğlu


Sürgün yaşamı, şüphesiz bir insanın başına gelebilecek kötü olumsuzluklardan biridir, hükümlü olma durumundan, yaşadığın yerden, ailenden koparılmak, aşkından ayrılmak,  çeşitli yaftalamalarla toplumda karalanmak, toplum düşmanı olarak gösterilmek…

Baskıya, zulme, adaletsizliğe, kötülüğe baş kaldırdığı için ülkesini terk edip sürgünde yaşamak zorunda kalan  herkes sürgündür. 

Mültecilik/sürgünlük zoraki ve katlanması zor bir yaşamdır. Hangi nedenle olursa olsun , yaşadığı topraklardan ayrılmak zorunda kalanların hasretidir. Sevdiklerinden zorunlu ayrılmanın acısıdır. Özlemi tarif edilemez.

Ayrılığın, savruluşun  kopuşun hikayesidir mülteci/sürgün yaşam. Her tınısı buruktur, yitiktir. Yani yersiz yurtsuzluğun yalnızlığın; bir başınalığın içinde kendini bulmaktır mülteci/sürgün. 

Benim bu sürükleneşim, buralara gelişim, Viyana’ya bağlanışım; Acının sürüp getirdiği yerdeki durumum, kaçmaktan başka carem olmadığı içindir, istemim ve kaçışım.    

Yaşamımın değişen  ve çelişen yanları ve acım benimle  birlikte oldu. Kendi kendimin mülteciliğini/sürgünlüğünü yaşadım. Sürgünlüğü, siyasal içerikli bir kavram olarak yaşadım.    

Sürgün bir insanlık dramı ve trajedidir. Biliyoruz ki yapılan zulüm sonucudur sürgün yolları.   

Kimse yaşadığı yerden gönlüyle kaçmayı istemez, kimse nefes aldığı yerden ayrılmayı, hatıralarını yaşadığı yerden kopmayı istemez.   

O halde bu yazım sürgünün neresinde;   

Güneş ışınlarının dar ve uzun aydınlatmalarından geçerek yol alıyordu otobüs. Dışarıda sararan yapraklar; sonbaharın haberini veriyordu. Hüzün sonbaharın özelliğidir, hareketlenen duygular nasıl baharınsa, güzde de ayrılık var. Sonbahar da coşkun geçen yaşamın doğanın egemenliğinde durağanlığın, sınırlanışı vardı.   

Yağmur, soğuk, her biri ayrı bir hırsla gelirdi üstüne insanın. Kokusu, rengi değişir havanın. Sanki dünya küçülür, bir şehir kadar olur, bir köy kadar olur, küçülür dünya sanki yoldaş olur, öylece dururdu.   

Çiftehavuzları haliyle duyumsar ve düşünür olmuştum  

Sürgün yaşam, şüphesiz bir insanın başına gelebilecek kötü olumsuzluklardan biridir, hükümlü olma durumundan, yaşadığın yerden, ailenden koparılmak, aşkından ayrılmak,  çeşitli yaftalamalarla toplumda karalanmak, toplum düşmanı olarak gösterilmek, zor şartlar altında evsiz-barksız parasız yaşam mücadelesi vermek, çok eski arkadaşlarının bile senin toplumdaki “tehlike” ibraz eden durumundan (!) dolayı seni tanımamazlıktan gelmesi, yanlış tanışmalar ve karşılaşmalar insan yaşamını daha da kötü şartlar altına sokmaktır. Bu acı gerçekler çok fazla yaşandı. Bu süreci birebir yaşadım.   

“En kusursuz cinayet, birinin yaşama sevincini öldürmekdir”. der Ozan 

Nerede yaşarsak yaşayalım, üzerinde yaşadığımız bir dünyanın her türlü sorunlarıyla karşı karşıya kalıyoruz. Sonuçta sonsuz bir özlem yaşıyoruz. Yaşanan, sosyal adaletsizliklere, kişisel özgürlüklerin ihlaline dem vuruyoruz, aynı zamanda bu olumsuzluklara acı acı gülüyoruz.  

Sürgünün acı gerçeklerini, insana yarattığı tahribatları, acı gerçekleri yazan Dursun Akçam‘ın kitaplarına göz attığımızda yazılanların bizim tarihimiz olduğunu gördük. (Ve yıllar sonra kendi yaşadıklarıma, kendim katıla katıla güldüm.)  

Sürgünün ve hasretin ne olduğunu yaşadığım sürgün günlerinden öğrendim.  

Sürgünü bizzat pratikte yaşayarak farkına varmak çok farklı bir duygu. Sürgünde yaşamın içindeyim, farklılıkların içindeyim, kalabalıklar arasındayım. Ve söylenen her söz  ve yazılan her şey bendim.   

En zor, en acı ve en dayanışmacı günler geride kaldı. (Irkçıların faşistlerin saldırıları ve aşağılamaları hala devam ediyor) o hasret o dil bilmez günler üzerinden yıllar geçtikten sonra, o yaşananlar mizahla buluştu. Şimdi olgunlaşmış meyveler gibi, tatlılaşıyor. Simdi, sürgünün o acı günlerine espriler katarak gülüyoruz. Hele ki sürgünde dil bilmemezlikten kaynaklı o el kol hareketli alış verişlerde; hangi eti satın almak istiyorsak, o hayvanın taklidi yapılırdı..  

O zamanlar da yaşananlar espiri konusu olurdu simdi de anlatınca dinleyenleri güldürüyor.   

Sürgün sonbahar gibi hazandır, gün gün solmaktır. ama herşeye rağmen, kara, kışa , fırtınaya, sıcağa, soğuğa karşı ayakta kalmaktır, ağacın gövdesi gibi. Ama „İnsan ağaç değildir. Kökü olmaz,kalkar, yürür gider!“  

Sürgün hasrettir, sürekli yalnızlıktır.  

Yüzyıllar boyu aykırı (muhalif) ve azınlıktaki bireylere düşen  de zorunlu ya da gönüllü sürgün oldu. Ülkeden sürülenler ya da göçenler  sürgünü seçerek kendini kurtaranlar  var. ya da susmak, kendi içine kapanmak, o da sürgünün bir başka türü olmuştur.      

.   

Sürgün yeri insanın sevincini, sevgisini yitirdiği yerdir. Bunu yaşayanlar daha iyi anlar, daha iyi görür ve de daha iyi bilir.    

Sürgün günleri yaşamayan insan sürgünün ne derdini anlar ne de yalnızlığın verdiği hüzünü anlar.   

 Sürgün yaşam sıkıntılarla, gerginliklerle, özlemlerle doluydu. Türkiye’de gördükleri işkenceden ve gizli yaşam koşullarından arta kalanlar ortam uygun olunca su yüzüne çıkıyordu. Derneklerde boşluk dolduruluyordu. O güne kadar birbirine selam vermeyen, burunlarının ucuyla bir birine bakanlar, sürgün ellerde kader birliği yapıyordu, yüz yüze bakmaya zorlanır hale geliyorlardı.   

Sürgün yaşam işte böyle bir şeydi, yeni bir yaşamın başlangıcını ortaklaştırıyordu. Bir dönem başaramadığımız yan yana gelmenin sürecini sürgün de başarmıştık.. Avrupa’daki ilk örgütlenmelerimizi ayrı ayrı dernekler altında ilk örgütlenmelerimiz gerçekleşince bu diyaloglar bu iletişimler de yavaş yavaş kopmaya başlayacaktı. Her dernek kendi derdiyle çırpınacaktı.   

Sürgüne çıktığımda bana en içten yardımlarını sergileyen Yüksel Geniş’e, Gülbeyaz ablaya, Ahmet’e, Battal’a, Mehmet’e, Orhan’a, Rüstem’e, Kamil’e, Yasemin’e, Azimet Dayı’ya, Arif ’e, Süleyman’a, Miliç Hasan’a, İsmail’e, Gülbahar’a, Seher’e, Merali’ye, Dede’ye, Güldane ablaya, Müslüm’e, Süleyman Kivraya, Elif anaya  en sıcak duygularıyla evlerini açan bu güzel insanlara tek tek saygılarımı sevgilerimi sunuyorum. (İsmini hatırlayamadıklarımdan özür diliyorum. Onlara da en candan saygımla sevgimle)Yaşamımı bu güzel insanlara borçluyum. Dört yıl boyunca illagal yaşamımda bana  desteklerini ve dayanışmalarını sunan bu güzel insanlara içten sevgilerimi, candan saygılarımı sunuyorum.   

Selamlarımı gönderiyorum.   

Yani demem o ki, 4 Eylül benim sürgün günüm. İstanbul’dan çıkıp Viyana’ya vardığım gün.  

Bir göçmen kuş oldum   

Uçarken göz alan kanatlar gibi  

Yüreğim mi, acılarım mı?  

Bir tuhaf geldi, sürgün bana!   

Sevgiyi kuşanmış, gönül sevdasına, gönül ferahlığına kavuşmuş sağlıklı güzelliklerle, sağlıklı zamanlara  


Erdal Boyoğlu – 16.09.2021

Tags:


About the Author



Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Back to Top ↑