Makaleler

Published on Aralık 29th, 2021

0

Tarihin dili | İ. Metin Ayçiçek


Eski MHP’li ortağıyla AKP iktidarının ve yeni MHP’li ortağıyla CHP “muhalefetinin” egemen sınıflar çıkarına sürdürdükleri mücadelede, sıkça az sağdan çok sağa gidip gelen bu sistem iktidarlarına karşı bir alternatif olamayışımızın altında “cehaletimizin” de payı az mıdır acaba?

Geçtiğimiz günlerde internet üzerinde gezinirken bir fotoğraf dikkatimi çekti: Aslında belki de fotoğraf fazla dikkatimi çekmeyecekti, ama, resim üzerine konulan başlık büyük bir coşkuyla fotoğrafa sarılmama neden oldu. Uzun zamandır “tarih ve tarih bilinci” üzerine acemice dillendirmeye çalıştığım bir düşüncenin olağanüstü bir anlatımını yakalamıştım resimde. Doğa’nın aklı, bilgi hazinesi benim bütün bilimsel bilgilerimden daha güçlü kanıtlarla konuşuyordu: “Milyon yılların tarih kitabı!”

Ben gördüğümü okurlar için, kendi dilimce tanımlayayım. Ama biliyorum ki doğa bilimleriyle uğraşan sıradan bir öğrenci bile benim yapabileceğim en mükemmel tanımdan çok daha muhteşemlerini dillendirebilirler. Ama benimki de karınca kararınca.

Şimdi, bu resmi büyütün kafanızda ya da bilgisayarınızda… Biraz daha büyütün, biraz daha, biraz daha, biraz daha … Ne görüyorsunuz?  

Sanki kaya dilimlerinden üst üste konularak oluşturulmuş devasa bir kayalık. Evet, yanılmadınız. Farklı renklerle kat kat gördüğünüz her tabakayı gözünüzün mikroskobu altına yerleştirin: Biraz bilgiyle donatarak dikkatli bakın gördüğünüz o sıradan taştan topraktan ottan yosundan ibaret bu kayaya. Aslında sadece suda değil, gittiğiniz her yerde görebilirsiniz bu manzarayı. Her katmana, bir katman içindeki sıradan gibi gelebilecek farklılıklara; toprağın rengine; üzerinde fosilleşmiş kalmış bir bitki parçası, bir böcek ya da bir mikroorganizma kalıntısına mikroskobik bakışa ayarlanmış gözlerinizle yeniden yeniden bakınız..

Ve bunları okuyabildiğinizde, bu “kitap” sizi bin değil, yüz bin değil, milyonlarca yıl öncesine götürecektir. Çünkü her kaya katmanı yüzbinlerce yılın bıraktığı kalıntıların birikmesiyle oluşuyor. Örneğin kaya gibi dimdik duran bu kitabın her hangi bir sayfasını (sıradan bir dilimini) alarak önünüze koyduğunuzu varsayın. Gözünüzü kapatıp, elinizle okşayın birazcık. Elinizin altındaki bu tek sayfa, milyonlarca yılın tarihini saklıyor bağrında. Yani dokunduğunuz şey milyonlarca yıl içerisinde, doğa denilen mürettibin maharetli elleriyle har harf, sözcük sözcük, satır satır dizilmiş bir tarih kitabıdır. Yaşamımızın sırlarını açıklamak için milyonlarca yıl öncesinde bize bırakılmış bir doğa tarihi kitabıdır.

*****

30 yıl önce bir arkadaşımın bana hediye ettiği, bir mağara çalışmasında elde edilmiş 2-3 santim kalınlığında ve sanırım 30×40 cm ebadında kesilmiş bir kaya tabletini, bir çerçeve içinde evimde saklıyorum yıllardır. Üzerinde bir buçuk milyon yıl öncesine ilişkin bir bitkinin fosilini taşıyor. Ve ben, hastalıklı bir bağlılıkla, sıkça gözümü kapatıyor ve elimi bu tabletin üzerine hafifçe koyarak, tarih düşünmeye çalışıyorum. Bir buçuk milyon yıl öncesine dokunuyorum yani.

Fantezi bu ya! Düşünme yeteneğine sahip olsaydı, küçük mikroorganizmalar ya da tek hücreli canlılardan milyonlarca yıl içinde oluşan o kaya parçası, henüz bebeklik çağındayken, gelecekte doğanın tarihine kendi üzerinden ulaşılabileceğini düşünebilir miydi? Bu hiç de önemli değil aslında. Çünkü onun düşünüp düşünmemesine bağlı olmadan, milyonlarca yıl içinde oluşmuş bir birikimi yansıtmaktadır bu birikim.

İdealizm, istediği safsatayı üretsin; dünyayı “yaratmak” için hokus pokus yapan tanrılardan yalanına ortak arasın; saçma sapan efsaneler, dinsel masallar uydursun.

Gerçek ve gerçeğin tarihi, bütün o küçük canlıların yaşamında gizlidir. Ve bir gün kendilerini bulacak araştırmacıları bekleyeceklerdir elbette.

NAZİ şiddetini Anne Frank kadar güzel kim anlatabilirdi ki?

Yani, tarihi önünde sonunda toplumsal değişimler için savaşanlar yazacaktır elbette.

*****

Ya da Göbeklitepe’yi hatırlayarak tarihle ilgili fantezilerinizi yaratmaya çalışın. “Bulunan şey ne ki, birkaç taş, hepsi o kadar, henüz yazı bile yok o çağda?” küçümsemesiyle tanımlayarak gölgelendirilemeyecek kadar önemli bir bulgudan söz ediyoruz. İnsanlığın henüz avcılık çağında yaşarken yerleşik yaşamı başlattığı; ya da düşünsel yaşamında tanrı gibi soyut düşüncelere ulaşabildiği; ya da, sadece boya ile resim yapmak değil, ama aynı zamanda en sert taşları keski gibi kullanabilme becerisini gösterip, yumuşak taşları oyarak anıtlar yapabildiği bir gelişim düzeyinin henüz avcı kabilelerde bile var olduğunu bıraktıkları kanıtlar sayesinde öğreniyoruz. Gökyüzünü ayrıntılı ve dikkatli izleyerek 12’li sisteme ulaşabilen gözlemlerde bulunup, bu saptamayı günümüze taşıyabildiğini” artık kanıtlarıyla birlikte öğreniyoruz. tarihe bel bağlamış öncesine ait bilgilerimizin bütününü değiştirmek zorunda kaldığımız birkaç taş… Ve bugün bizi, geçmişimizi yeniden değerlendirmek zorunda bırakan birkaç taştan söz ediyoruz demek ki !

Albert Einstein’ın felsefesinin temelinde de aynı yaklaşım söz konusu değil midir? :

“Zamanın doğrusal olduğuna güveniriz. Muntazam şekilde ebediyen ilerlediğini düşünürüz. Sonsuza dek. Ancak geçmiş, şu an ve gelecek arasındaki fark illüzyondan başka bir şey değildir. Dün, bugün ve yarın peş peşe gelmez. Sonsuz bir döngü halinde birbirlerine bağlıdırlar. Her şey birbirine bağlıdır.”

Ve milimetrik ölçülere bile sığmayan bu bilgimizle bile örneklemeyi sürdürecek olursak, dün ve bugünün ve hatta yarının aynı anda yaşanabildiğini bilince çıkarmamız mümkündür: Bugünkü yürüyüşümüz sırasında güneşin yok oluşunu görürsek, biliriz ki, bizim Dünya gezegenimiz üzerinde şu an tanık olduğumuz bu yok oluş olayı, aslında bizim buna tanık olduğumuz an’dan 8 dakika önce gerçekleşmişti. Ve güneşe bizden daha uzakta olan bir gezegen güneşin yok oluşunu, ancak güneşten kendisine ulaşan son ışıklar da geldikten sonra,, belki de yüz yıllar sonra öğrenecektir. Bugünün içinde olan ben düne ilişkin bilgiye sahip olabilirken yarına ilişkin bilgiye de sahip olabilmekteyim.

Gece gökyüzüne baktığımızda ışığını aynı anda alabildiğim farklı uzaklıklardaki sonsuz sayıdaki yıldızın farklı zamanlara ilişkin anılarını benim zaman dilimim içinde aynı anda öğrenebilmekteyim.

*****

Tarih, belge kavramına sıkı sıkıya bağlı bir disiplinidir. Tarihi, zaman-mekân gerçekliği içinde belgelerle anlayarak günümüzle ilişkilendirebiliriz. Ve bu alanda yer alan çok sayıda bilim disiplini de sadece bu amacı gerçekleştirmek için çaba göstermektedir. Antropoloji, arkeoloji, etnoloji, sosyolojinin bir çok başlığı, mitoloji vb birçok disiplin bu gerçek üzerine oturtulmuştur.

*****

Tarih diye tutturduk gidiyoruz bir süredir. Belge dedik, gece gündüz çalışıyoruz bir avuç insan. Zaman zaman “belgelerin yayını yerine devrimci çalışma yapsanız daha iyi olur” türünde öneriler geliyor. Hayıflanıyorum bu tür karşı çıkışlara. Hele de benim çok değerli yoldaşlarımın böyle düşünebilmesini gerçekten ne anlayabilmem, ne kabul edebilmem mümkün değil. Kendi emeğine sahip çıkmayan bir yaklaşımla başkalarının emeğine sahip çıkabilmek mümkün müdür?

Daha önce de yazmıştım: Sevgili Hüseyin Şenol yoldaşımın MERHABA adlı gazetesinin yayını olarak (ve hiçbir ücret talep edilmeksizin) yayınlanan Kuşaklar Arası Çatışma adlı kitabımı yayınladığımda (1992), sanırım İstanbul Kitap Fuarına katılan Şenol’a, fuarda rastlayan önemli bir önderimin şaşkınlığını unutmayacağım: Şenol’un kitap standında benim kitabımı gören önder yoldaşım Şenol’a sorar: “Heyy, bu bizim Metin Ayçiçek mi?” Şenol’un kitabın arkasında yer alan resmimi de göstererek doğrulaması üzerine yoldaşım şaşkınlıkla tekrar sorar: “Devrimciliği bıraktı mı?” 

Ve bir başka anekdot: Kurtuluş’tan koparıldığım bir tarihlerde Felsefe ve Bilimde Irkçı Düşünce adlı kitabımı yayınlamış ve bu konuya yönelik bütün Avrupa’da, devrimci-demokrat derneklerden ya da üniversitelerden gelen konferans çağrıları nedeniyle oradan oraya koşturup duruyordum. “Örgütsüz” olduğumu düşünen, devrimci bir hareketten iyi bir yoldaş beni “kafalamayı” umarak ziyarete geldi. Sohbetimizin bir yerinde sordu: “Metin yoldaş, şimdilerde neler yapıyorsun?” Yanıtım: “Irkçılık üzerine konferanslardan konferanslara koşturup duruyorum!” Yoldaş soruyu daha anlaşılır kılarak tekrarladı: “Tamam, onu biliyorum da, politik olarak ne yapıyorsun?” Doğru ya, özellikle de Almanya’da Mölln ve Solingen gibi ırkçı katliamların ateşi henüz sönmemişken “ırkçılık” konferansları politik çalışmadan sayılır mıydı?

*****

Yani kendi tarihini bilmeyen bir halktan hep şikayetçi olduk “aydınlar” olarak. Oysa, bizim de çoğumuz, 1932 yılında emir-komuta düzenlemesiyle 1. Türk Tarih Kongresi’nde oluşturulan ve okullardan başlayarak beynimize kazılan “resmi tarih” bizi köklerimizden koparmakla kalmadı, aynı zamanda egemen sınıfların tarih yazımı kültürünü de devrimci saflarımıza yerleştiriverdi. 1968 ve sonrası henüz yakın tarihimizdir. Bütünümüzün üretebildiği konulara ilişkin çabalarımızdan ders çıkarabilmeleri için gelecek kuşaklara ne bırakıyoruz? Örneğin derli toplu bir “Komünist hareket ve onun en önemli kaynaklarından biri haline getirilmiş olan “ulusalcılık-Kemalizm” ve halklar sorununa bakışla ilgili kirliliği saflarımızdan bugüne kadar temizleyemediysek, bu konuda ortaya çıkabilecek girişimlere yaşamımızdan örnekleyerek, altyapı kaynağı niteliğinde bir şeyler bırakmak sorumluluğumuz hatta zorunluluğumuz yok mudur?

Bu çabadan herhangi bir “çıkar” beklentimizin olmadığını herkes bilmektedir. O halde bu ücretsiz kitapları elde ederek sadece kendi tarihimizi öğrenme çabasıyla yetinmeyip, gelecek devrimci kuşaklara da taşımamızın sıkıntısı ne olabilir?

Eski MHP’li ortağıyla AKP iktidarının ve yeni MHP’li ortağıyla CHP “muhalefetinin” egemen sınıflar çıkarına sürdürdükleri mücadelede, sıkça az sağdan çok sağa gidip gelen bu sistem iktidarlarına karşı bir alternatif olamayışımızın altında “cehaletimizin” de payı az mıdır acaba?

Bu çaba biraz daha sürecek yoldaşlar. Nisyan ile malul olan hafıza-i beşerin zalim ellerine teslim olmadan, bu mücadeleye değer katan herkes, mutlaka bir şeyler yazarak kendilerinin ve yoldaşlarının kattığı değerlere sahip çıkmalı, korumalıdır. Sonuçta az katan çok katan diye bir şey yoktur. Küçücük bir kazanım da olsa, o kollektif mücadelemizin ortak emeğidir. Bu nedenle sahiplenmek, sahip çıkmak gerekir.

Biz, bilinçten yoksun bir kayanın başarabildiğini fazlasıyla başarıp, elbirliğiyle, sokak sokak, mahalle mahalle mücadele öykülerimizi yazarak, insanlığın o büyük hazinesine kendimizi de katabiliriz.

Saygılarımla.


İ. Metin Ayçiçek – 29.12.2021

Tags:


About the Author



Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Back to Top ↑