Makaleler

Published on Mayıs 21st, 2020

0

Tek bir kelime – Mustafa Kumanova

Genellikle yenilgi ve toplumsal muhalefetin dibe ve de ümitsizliğin, kendine ve halka güvensizliğin dışa vurduğu, bir ülkenin, insanlarının üzerine üzerine gidip onları boğmaya kalktığı ve umutsuzluğun her yanı kapladığı bir ortamda çoğu sosyalist devrimcinin aklında sessizce o düşünce yankılanır ya da yankılanmıştır: “Bu cahil halktan bir şey olmaz” veya “”Bu cahil halk için değmez!”. Sonrasında sesli olarak halkın bilinçlendirilmesi gerektiği gerçeğine kani olunur… Yine de her hayal kırıklığı ve kızgınlık sonrasında aynı düşünce tekrar ve tekrar akıllara takılır. 

Yoksa bu düşüncede doğruluk payı mı vardır?

Azgınca tüketim açgözlülüğü ve doğanın ulu orta yağma ve talan edilme hali tüm insanlığı yok edebilecek bir akıl dışılık ve ruhani ahlaksızlığın işaretleri iken “ya ilkel cahil için zayıflık ve zafiyet gibi görünen şey varoluşsal doğru” ise? 

Ya hayatta kalmak, yaşamak yerine her ne pahasına olursa olsun gölgesini bile para karşılığında şeytana satan cahil için hayatta kalmak demekse?

En zengin yüzde 1 ve onun siyasi uşaklarının karınlarını parayla tıka basa doldurdukları ve zengin ve yoksul arasındaki makasın tarihin hiçbir döneminde olmadığı kadar açıldığı günümüzde toplum tarihinin tüm kanıtları ışığında ezilenlerin kendilerini ezenlere karşı tarihin hiçbir döneminde olmadığı kadar pasif olmalarını ve olan biten başkaldırı ve isyanların da sabun köpüğü gibi dağılmasını başka nasıl açıklayabiliriz?

Şu salgın günlerinde tüm dünya ülkeleri şirketlerinin, hazinelerinin ve bankalarının merkez bankaları destekli karşılıksız para basma yöntemiyle trilyonlarca dolar değerindeki sadece bir kağıt parçasından ibaret olan çürük tahvilleri ihraç edip dünyanın en zengin yüzde 1’inin servetine servet katmaları karşısında ağızlarına çalınan bir parça bal ile ezilenlerin sessiz kalması yoksa doğal mı?

Ya da korkak hırsızların ordularına gönüllü nefer yazılan toplumun en ezilenlerinin kendilerini en çok ezeni iktidara omuzlarında taşımalarına ve hala kanları ve canları pahasına kendilerini en çok ezene oy vermelerine ne diyebiliriz? 

Bilgi olmadan hayata tutunmak yıkımdan daha yıkıcı olabilir. Bilgisiz cahil için varoluşsal sağlık olan hayatta kalma, içine sokulduğu “hayali cemaat”in kendisine biçtiği bir kimlikten başka bir şey değildir. Ebedi ve ezeli olma halini kanıksama sorgusuz sualsiz cemaatin dininin ateşli tapınmasına dönerek her türlü iç başkaldırı ve isyanı söndürecektir. Ve bilgisiz tasmalı bir cahiller ordusu yaratacaktır. Cahil denilen şuursuz da işte budur. Beslendiği gıda ise hoş ve tatlı bir propagandadır.

“Politik gerçekleri anlamaya yönelik iki bakış açısı vardır. Ya onları ideolojik ifadeler seviyesinde ele alırsınız ya da siyasi davranışlar düzeyinde. Bütün ideolojiler görüntüde ahlakidir ve cömert güzelliktedir. Fakat özünde, ideolojinin takipçilerinin duygu ve davranışları genel olarak ideolojik anlatıların pürüzsüzlüğü ve idealizmiyle çelişir. Savaş ideolojileri tarafından ya “kutsal topraklarımızı” ya da aslında kendimizin doğrudan saldırganlaşması olan ya da kışkırtmamız sonucu olan ya da sanki gerçekliğin farklı katmanlarına aitmiş gibi küresel şirketlerin çıkarlarını, ideolojik iddialarını ve fiili davranışlarını onlar adına teşvik etme aracı olan “kutsal politik sistemimizi” koruma süsü verilen savaşlar gibi. Bizim için konuşma ya da hitap etme davranış olgusundan çok daha fazla önemlidir.

Kelimeler, özellikle propaganda / reklam sözcükleri ve imgeleri (kelimelerin görsel eşdeğerleri) bize gerçeklerden daha hızlı ulaşır(Eyy Amerika! One minute! gibi). Yarı bilinçli olarak gerçek duygularımızı ve eylemlerimizi ideolojilerimizin güzel sözleriyle ört bas ederiz. Konuşma ve davranış gerçekleri arasındaki anlamsal çelişki, uhrevi olan ve cismani olan arasındaki farktan başlar. Sözcüklerimizin maddi dünyadaki yaptıklarımızla ilgili değil,öteki dünya ile bağlantılı olmasını tercih ederiz-maddi dünyada yaptıklarımızla ilgili bile olsa, örnek ve propagandacı faaliyetlerimiz, ideolojik hikaye anlatıcıların dini ayinlerde telkin edip bizim kullandığımız kelimeler gibidir.” 

“Kelimeler insanın kalbine gerçekliğin hakikatlerinden daha yakındır.” Bu yüzden de insanlar bilinçsizce kelimelerin peşinden giderler. “Yerli ve Milli” ya da “bayrak ve ezan” gibi… Aslında kelimeler birbiriyle dövüşür… Özgürlük ve kölelik… Ezme ve ezilme…Demokrasi ve baskı…Sevgi ve nefret… Her karşıt kelime aynı zamanda birbiriyle dövüşen düşmanlar gibidir… Aynı Louis Althusser’in dediği gibi;

“Felsefe halkın teori alanındaki sınıf mücadelesini temsil eder. Neden felsefe kelimelerle dövüşür? Sınıf mücadelesinin gerçekleri kelimeler tarafından ‘temsil edilen’, ‘fikirler’ tarafından temsil edilir. Bilimsel ve felsefi akıl yürütmelerde kelimeler (kavramlar, kategoriler) bilginin ‘araçları’dır. Fakat siyasi, ideolojik ve felsefi mücadelelerde kelimeler aynı zamanda silah, patlayıcı ve uyuşturucu madde ve zehirdir. Bazen sınıf mücadelesi bir kelimenin diğer kelimeye karşı mücadelesinde özetlenebilir. Bazı kelimeler kendi aralarında bir düşman gibi dövüş yaparlar. Başka kelimeler vardır ki, anlam karışıklığına yol açarlar, hayati fakat sonuca bağlanmamış bir muharebenin kaderi gibi . . . En soyut, en zor ve en uzun teorik eserlerine kadar felsefe kelimelerle dövüşür. Yalan kelimelere karşı, anlam karışıklığına yol açan kelimelere karşı, doğru kelimelerden yana ‘nüanslarla’ dövüşür. Kelimeler üzerindeki bu savaş siyasi mücadelenin bir parçasıdır.”

Evet, her ne kadar zenginlere ve onların uşağı partilere kanları ve canlarıyla tapan cahiller sürüsünün kelimeleri karşısında zaman zaman hayal kırıklığı ve kızgınlıkla dağlansak da, bizim kelimemiz uğruna milyonlarca insanın canını gözünü kırpmadan seve seve verdiği, hiç bir gücün, hiç bir diktatörün, hiç bir paranın satın alamadığı tek kelime. Bizim kelimemiz ne tüfekler, ne tanklar, ne uçaklar, ne hapishaneler, ne işkenceler, ne korkutmalar, ne yargısız infazlar, ne de faili meçhuller… Bizim hiçbir şeyimiz yok tek bir kelime haricinde. Bizler yoksuluz. Bizler yoksunuz. Bizler Paris’in baldırı çıplak kaldırımlarıyız, Fatsa’nın çamurlu yollarıyız. Bizler Kazancı Yokuşu’nun sonsuz çığlığıyız, Gezi Parkı’nın hüzünlü yapraklarıyız. Sur’da buzdolaplarında bekletilen, Cizre ve Roboski’de katledilenleriz. Bizim sadece bir damla gözyaşı, bir damla ter ve bin damla umut olan tek bir kelimemiz var. Bizim silahımız, bizim aşkımız, bizim mücadelemiz tek bir kelime:

ÖZGÜRLÜK!


Mustafa Kumanova – 21.05.2020


Alıntılar ve Kaynak: Şuursuz Oluşumuza Bir Eldiven Gibi Uyan Tatlı Propaganda – Özgürlük Dergisi – Çeviriler

Tags:


About the Author



Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Back to Top ↑