Seçtiklerimiz

Published on Mayıs 28th, 2020

0

Türkiye ekonomisi: Çoklu kırılganlıktan çoklu krize – Volkan Yaraşır

Dünya ekonomisindeki sert ekonomik dalgalanmaların da etkisiyle Türkiye birbirini etkileyen ve tetikleyen çoklu kriz içine girebilir.

Pandemi süreci ve küresel ekonomik gelişmeler Türkiye ekonomisini sarsıyor. İlk anda döviz kurlarındaki oynaklıkla kendini dışa vuran bu gelişmeler, hızla bir döviz krizinin önünü açabilir. Dünya ekonomisindeki yaşanan küçülme, küresel likiditede daralma ve borsalarda yaşanan çöküşler, Türkiye ekonomisini her an kilitleyici bir etki yaratabilir.

2018 yılında yaşanan döviz krizi Türkiye’nin ekonomik şoklar karşısında zaaflarını ve yüksek finansal kırılganlığını ortaya koymuştu. 2019 yılında FED’in yeniden parasal genişleme politikalarına başlaması ve ECB’nin sıfır faiz politikaları krizin ötelenme imkanını yarattı. Ne var ki pandemi süreci ve dünya ekonomisinde yaşanan şiddetli daralma birçok riskin doğmasına yol açtı. Türkiye ekonomisi son üç ay içinde yaşadığı küçülmenin (% 5 olduğu tahmin ediliyor), krizin ötelenmesinin getirdiği enerjiyle birleşmesi ciddi sonuçlar doğurabilir.

Türkiye ekonomisi, küresel finans çevreleri tarafından kırılgan beşlinin içine sokularak en kırılgan ekonomi diye tanımlanmış; iç ve dış şoklar karşısında direncinin son derece zayıf olduğu açıklanmıştı.

Pandemi sarsıcı etkiler yarattı. Türkiye’nin de içinde yer aldığı II. kuşak kapitalist ülkelerden 80 milyar dolar sermaye kaçışı yaşandı. Türkiye’den ilk üç ayda yaşanan çıkış 6 milyar doları buldu. Kaçışın devam etmesi, hatta hızlanması yüksek bir olasılıktır. Bu durum Türkiye ekonomisini durma noktasına getirebilir. Ayrıca dünya ekonomisinde yaşanan küçülme ve özellikle merkez ülkelerde yaşanan yavaşlama bu olasığı artırıcı faktörlerdir. 

Özellikle AB’nin dominant ülkesi ve ekonomik olarak motoru olan Almanya’nın 6.3 oranında daralması Türkiye’de sert gelgitlere yol açabilir. 2019 verilerine göre Türkiye’nin ihracatının % 49’u, ithalatının ise % 35’i başta Almanya olmak üzere, AB ülkeleriyle yapılıyor. AB ekonomisinde yaşanan daralma ve yeni ekonomik tedbirlerin Türkiye’ye etkisi düşünüldüğünden daha fazla olacaktır. Bu arada Japonya’nın (dünyanın üçüncü büyük ekonomisi olarak) 2019 son çeyreğinde 7.3 oranında küçülerek sert resesyona girmesinin küresel etkileri daha açığa çıkmış durumda değil. Kapitalist entegrasyonun bugün ulaştığı boyut ve derinlik, bu büyüklükteki bir ekonominin yaşadığı sarsıntının etkisini ve şiddetini ciddi oranda büyütmektedir. Ayrıca kapitalist sistemin enterkonnekte özelliği nedeniyle bu ve benzer faktörlerin her ülkede etkisini hemen göstereceği unutulmamalıdır.

En kırılgan ekonomi, sıcak paraya bağımlılık

Türkiye ekonomisinin yüksek enflasyon, zayıf büyüme (pandemi sürecinde kısmi büyüme sert düşüşe geçti), dış borç açığı ve dış kaynağa yapısal bağımlılık gibi makro ekonomik sorunları bulunuyor. Bu sorunlar birbirini besleyen ve etkileyen bir özelliğe sahip.

Özellikle sıcak paraya yüksek bağımlılık ekonominin makro dengelerini etkiliyor. Türkiye ekonomisi sıcak parayla büyüyen bir ekonomi. Bu durum bir yanıyla finanslaşmayı artırırken, diğer yanıyla ekonomide spekülatif karakterli ya da sanal bir büyümeyi yaratıyor. Sıcak para gelmesi halinde ekonomi “dönüyor”  ve hızla büyüyebiliyor ama olası sermaye kaçışlarında ekonomide sert daralmalar yaşanıyor, hatta ekonominin çarkları durabiliyor. Böylesi bir durum ekonominin diğer parametrelerini hızla bozacak mahiyet taşıyor. Bu kısır döngü aynı zamanda çoklu ekonomik kırılganlığı da beraberinde getiriyor.

Küresel piyasalar üzerinde belirleyici ağırlığı olan FED’in izlediği parasal politikalar (tabiki ECB, PBoC ve BoJ dahil) bir anlamda Türkiye ekonomisinin kaderini belirliyor. Benzer yorumu II. kuşak kapitalist ülkelerin geneli için de yapabiliriz. Türkiye bu akstaki en kırılgan ekonomi olarak dikkat çekiyor. Aktüel olarak Arjantin, Venezuela, Şili, Bolivya aynı oranda olmasa da yüksek kırılganlık yaşayan ülkeler olarak öne çıkıyor.

Bu manada küresel likiditede yaşanan bir daralma Türkiye ekonomisi için felç edici bir içerik taşıyor.

Pandemi krizi dünya ekonomisinde yarattığı küçülmenin yanında, küresel likiditede önemli daralmalara yol açtı. Sıcak para ya da spükalatif sermaye, karakter olarak son derece temkinli bir eğilim taşıması ve vur kaç özelliğine sahip olmasından dolayı, çoklu risk taşıyan piyasalardan hızla uzaklaşır ve güvenli piyasalara yönelir. Son üç aylık süreçte periferiden ciddi oranda sıcak paranın kaçması bu durumun somut göstergesidir. Türkiye de bu süreçten önemli ölçüde etkilendi. Döviz kurunda yaşanan şiddetli yükselme eğilimi bu durumun bir yansımasıdır. Mayıs ayının ilk haftasında dolar tarihi zirve yaparak 7.25’i gördü. Dövizdeki oynaklık hala devam ediyor. Sıcak paranın gelişinde yaşanan her sıkıntı ya da hızlı sermaye çıkışları bu oynaklığı artıracaktır. Önümüzdeki günlerde dövizde şok dalgalarının yaşanması şaşırtıcı olmamalıdır. Ayrıca döviz şoklarının en önemli kriz tetikleyici faktör olduğu unutulmamalıdır.

Hayırsever kapitalizm ve alt sınıfların finansal sisteme dahil edilmesi

Türkiye’nin 2019 yılı sonu itibariyle dış borcu 437 milyar dolara ulaştı. Enflasyon oranı  ise % 30 seviyesine geldi. İşsizlik oranı resmi rakamlara göre 13.5, geniş tanımlı işsizlik rakamı ise (pandemi süreciyle) % 25’e yaklaştı. Yani çalışabilir durumda olan her dört kişiden biri işsiz. DİSK 7.5 milyon kişinin yakın süreçte işsiz kalabileceğini açıkladı.Türkiye, 2019’u ekonominin içine girdiği durağanlıktan dolayı kısmi cari fazlayla kapatmıştı. 2020 yılının ilk çeyreğinde ise cari açık 7.7 milyar dolara ulaştı.

Türkiye kapitalizmi son 20 yıllık süreçte inşaat kapitalizmi şeklinde bir “gelişim” seyri gösterdi. Hızlı ve yüksek bir finanslaşmayla bir arada biçimlenen bu süreç AKP iktidarının ekonomi-politiğini oluşturdu. Ayrıca AKP, iktidar yıllarında alt sınıfları bu finanslaşma sürecine dahil ederek ya da farklı biçimlerde borçlandırarak sanal bir refah düzeyi yaratabildi. Ve bu durum bir yandan kitlelerin istikrar arzusunu kamçıladı, diğer yandan inşaat kapitalizminin sağladığı olanaklarla alt sınıflar farklı patronaj ilişkilerine sokuldu. Hayırsever kapitalizm uygulamaları hayata geçirilebildi. Bu sürecin siyasal İslam’ın yarattığı ideolojik zeminle birleşmesi, bugün aşınmaya ve kırılmaya başlasa da alt sınıfların siyasal iktidara tabiliğini ve rızasını sağladı. Ne var ki  bu ekonomik döngünün sırrı her şeyden önce (sanal da olsa) ekonomik büyümeye bağlıydı. Ve ekonomik büyüme de ancak ülkeye girecek sıcak parayla sağlanabiliyordu. Bu anlamda AKP iktidarı için 2015 yılı yani FED’in parasal genişleme politikalarına son vermesi önemli bir moment oldu. Yani bol ve ucuz döviz dönemi bitti. Bu süreç aynı zamanda küresel krizin üçüncü faza girişini işaretleyecekti. Kriz yeni fazda çevre ülkelere sirayet ediyordu.

2018 döviz krizi siyasal iktidarı iyice sarstı. Küresel likiditede yaşanacak daralma ekonomiyi hızla etkilemeye hatta bloke etmeye başladı. Artık sanal büyümenin yarattığı manevra kabiliyetleri ve kitleler nezdinde oluşan “rıza imalatı” aşınıyordu.

Şirket iflasları ve swap hareketleri

Pandeminin devamı ve küresel ekonomik tablonun vahimleşmesi Türkiye ekonomisini çok vektörlü şekilde etkiyebilir. Özellikle küresel likiditede yaşanacak sert daralma ekonomide yaşanan çoklu kırılganlığın hızla çoklu krize dönüşmesine yol açabilir.

TCMB-Merkez Bankası’nın bütün olanaklarını seferber edip, doları 7 liranın altında tutma gayreti boşuna değil. Çünkü yaşanacak şiddetli bir döviz krizi, iç ve dış şoklara bütünüyle açık bir ekonomiyi alt üst edebilir. Bunu engellemek için Merkez Bankası swap işlemleri ve piyasaya farklı yöntemlerle döviz aktarımı yapıyor ve her şart altında sıcak para sağlamayı amaçlıyor. Ama durum hiç iç acıçı değil ve  giderek kötüye gidiyor.

Reuters haber ajansının açıklamalarına göre mayıs ayının ilk haftasında Merkez Bankası’nın net döviz rezervi 25 milyar dolar seviyeye düşmüş durumda. Buna karşılık 12 ay içinde ödenmesi gereken döviz cinsi borç ise 170 milyar dolar. Azalan döviz rezervi ve kısa vadeli yüksek döviz borcu TL’nin kırılganlığını artırıyor. Ayrıca yapılmak istenen swap anlaşmalarında sorunlar yaşanıyor. Financial Times’ın haberine göre FED, Türkiye’ye Merkez Bankası’na siyasal müdahaleden dolayı swap hattı açmadı. Bu kritik karar ekonominin yüklü döviz enjeksiyonu ihtiyacını acilleştiriyor. Ayrıca turizm sektöründe pandemiyle bağlantılı durma (bu tanım başka bir manada çoklu şirket iflasları anlamına geliyor) ve sektörde 40 milyar dolarlık kayıp bekleniyor. Bu durum döviz açlığını tetikleyecek başka bir faktördür.

Kısacası süreç hızla kontrolsüz bir aşamaya gelebilir. Özellikle bu süreç borç döngüsü içinde olan özel sektörde yıkıcı sonuçlar yaratabilir. Dış borcun 164 milyar doları kamuya ait, 273 milyar doları ise özel sektöre. Yıl sonuna kadar çevrilmesi gereken borç tutarı ise 68 milyar dolar ve bu rakamın 47 milyar doları özel sektörün borcu. Yani yaşanacak şiddetli bir döviz krizi senkronize şirket iflaslarını beraberinde getirebilir. Borç yüküyle dikkat çeken şirketlerin başında ise siyasal iktidarın organik sermayesi olan ağırlıkta inşaat sektöründeki şirketler geliyor.

Çoklu krize doğru

Bu süreç aynı zamanda inşaat ve emlak sektöründe çöküş anlamına gelecektir. Zaten bugün sektördeki konut stokunun 2 milyona ulaşması, satışların ise ağırlıkta ikinci elden yapılması ve emlak balonunun şişmesi gibi emareler bu çıkarımımızı güçlendiriyor. Türkiye kapitalizminin taşıyıcı sektörü  konumundaki inşaat ve emlak sektöründe yaşanacak bir krizin, doğal olarak sektörün finansmanının sağlandığı bankacılık sektörünü de etkilemesi kaçınılmazdır. Özel ve kamuya ait bankalarda riskli kredilerde ciddi bir oranda artma yaşanıyor. Ayrıca swap hareketleri ve siyasal iktidarın farklı angajmanları kamu bankalarının kırılganlığını yükseltiyor. Özellikle emlak sektöründe oluşan balonun ve olası çöküşün bankacılık sektöründeki etkisi yıkıcı olacaktır.

Dünya ekonomisindeki sert ekonomik dalgalanmaların da etkisiyle Türkiye birbirini etkileyen ve tetikleyen çoklu kriz içine girebilir. Ani ve sert döviz krizi, emlak ve inşaat sektöründe çöküşlere yol açabilir ve sektörde yaşanan çöküş kaçınılmaz bankacılık kriziyle sonuçlanabilir. 2010-2011 yılında Avrupa’nın güneyini saran kriz dalgasında benzer çoklu krizler yaşandı ve sarsıcı sonuçları oldu.

Olası krizin gelişim seyrinin bir yönü böyle şekillenirken diğer yönü borç çevriminin kırılması şeklinde biçimlenebilir. Yunanistan pratiği bu seyrin en çarpıcı örneğidir.

Bu aşamada Türkiye’nin önünde çok fazla seçenek kalmamış gözüküyor. IMF ile yapılacak olası stand-by anlaşması siyasi iktidarın bu zamana kadar yaklaşımı nedeniyle pek olası görünmüyor. Çünkü IMF, en başta şeffaf ve kapitalist rasyonlara uygun bir ekonomik işleyiş isteyecek. Farklı kontrol mekanizmalarıyla hareket edecek. Bu durum hem yeni rejimin ruhuna uygun değildir hem de siyasal iktidarın kendi iç patronaj ilişkilerini engelleyecek içeriktedir. Ayrıca alt sınıflarla kurulan patronaj ilişkilerini de zorlayacak mahiyet taşımaktadır. Öte yandan swap hareketleri ve anlaşmalarıyla durum idare edilmek istenecektir. En kırılgan ülke olarak kabul edilen, parası eriyen ve rejim krizi yaşayan bir ülkeye mesafeli yaklaşım kaçınılmazdır. FED’in swap anlaşmasını reddetmesi bunun örneklerinden biridir.

Kısacası 2020 ve 2021 Türkiye ekonomisi açısından kritik yıllar olacak, özellikle 2020 yılının son çeyreği son derece önemli gelişmelere gebe olabilir. Küresel ekonomide yaşanan sert dalgalanmalar ve sözü edilen % 6 küçülme; yukarıda saydığımız faktörlerle birlikte Türkiye ekonomisinin çoklu kırılganlıktan çoklu kriz aşamasına geçmesine yol açabilir. Bütün kriz dinamiklerinin açığa çıktığı bir konjonktüre girdik.

Bu sürecin işçi sınıfı ve emekçi yığınlar için ne anlama geldiğini diğer makalede ele alacağız.

Tags:


About the Author



Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Back to Top ↑