Genel

Published on Haziran 17th, 2020

0

Yoldaşça sohbet – Cengiz Türüdü & Naim Kandemir


Saldırıların karşısında, saldırılan halk değerlerini korumamak hepimizin suçu…

Naim- Dün akşam Fethiye, Burdur ve Denizli civarlarında, köylerde yaygın olan yerel müzisyenleri dinledim. Çok hoşuma gitti. Bu sanatçılara delbekçi diyorlar. Müzik aleti olarak zilsiz büyük def’e benzeyen bir alet kullanıyor kadınlar. Çıplak sesle de yaygın olmayan, yerel türküleri söylüyorlar. Hayatın içinden türküler.

Bir de sipsi çalan bir kadını dinledim. Sipsi ne biliyor musun? Bizim Sırrı’da görmüştüm ben sipsiyi ilk kez Cumhuriyet Yurdu’ndaki türkülü, marşlı gece toplantılarında. Sipsi, kamıştan yapılan çok hüzünlü ses çıkartan küçük bir nefesli çalgı. İç dağlayan bir sesi var.

Delbekçi kadınların türkülerinde erotik öğeler de var. Hani Karadeniz’in erotik türküleri vardır ya, işte öyle. Mesela “Dokumacı Kızlar” türküsü sanırım en bilineni bu türkülerin. Hatırlarsın, rahmetli arkadaşımız Suat Çetin de özel sohbetlerimizde bu türküyü ta o zamanlar ayan beyan söylerdi.

Delbekçiler bu türküleri kadınlı-erkekli ortamlarda birlikte söylüyorlar. Öyle kaç-göç yok cinsler arasında. Söyleyenlerin çoğu zaten orta yaş ve üzeri kadınlar. Cıvıtarak söyleme de yok, normal türkü formunda söylüyorlar. Öyle ümitlendim ki bu türküleri, delbekçi kadınları dinleyince. Günümüzde hep rezillikler, tecavüzler, kadın öldürümleri, çocuk tecavüzleri konuşulur ya…

Böyle güzel insanlar var. Bu çevrelerden bu tür çirkinlikler duymuyoruz. İnsanın içi ferahlıyor. Bu gibi durumlar bana Anadolu’dan uzak kalmışız dedirtir hep.

Cengiz- Doğru da ben o gruba girmemek için Anadolu’ya ilgimi, bilgimi hep geliştirmeye çalıştım. Anadolu’yla ilgili ne varsa; atasözü, bilgelik, gelenek, türkü sözleri… öğrenmeye çalışıyorum. Geldiğim yerle, Anadolu’yla hiç bağımı koparmadım.

Solun bütünü için doğru söylüyorsun. Sol, Anadolu’yu bilmiyor, halkı tanımıyor, halk kültürünü bilmiyor.

Bir örnek vereyim; ’80 öncesi okuduğumuz dergileri aklına getir. Bu Anadolu halkının bilgeliği var; Çerkeziyle, Kürdüyle, Türküyle, Gürcüsüyle… O zaman çıkan sol dergilerde, haftalık gazetelerde bu Anadolu bilgeliğinden neşet eden bir söz hatırlıyor musun? Yok! Bilmiyorlardı.

Mesela halk bir durumda, bir sorunun çözümüne dair bir söz söylemiş; bunu sol bilmiyordu. Anadolu kültürü, bilgeliği üzerine sen bırak onlarca sayfayı, yarım paragraflık bir yazı hatırlıyor musun? Nedir bu Anadolu kültürü, nasıl bir şeydir? Bunun bilgeliği, gelenekleri nedir? Bu kültürün kökeni nedir? Bu konuda bir yarım sayfalık yazı yoktu.

Sen nerde sosyalistlik yapıyorsun? Sen, Anadolu’da sosyalistlik yapıyorsun, güya Anadolu’da devrim yapmaya kalkıyorsun, ama kafan Bulgaristan’da, Küba’da, Vietnam’da, Çin’de… Senin kafan hiç Anadolu’ya gelmemiş ki!

Naim- Şimdiki sola baktığımda-çoğumuz dahiliz buna- magazin kültürü bilindiği kadar bu konuda kültürlenme yok.Tamam, ’80 öncesi de yoktu da ama bu ayıbımızı görüp, ortadan kaldıralım, bunu telafi edelim gibi bir çaba da yok.

Cengiz- Karacaoğlan’ın, Pir Sultan’ın, Dadaloğlu’nun çok güzel şiirleri var. Kaç solcu bu insanların şiirlerinin kitaplarını okumuştur? Daha yeni olan Âşık Veysel’i okuyan, bilen kaç solcu vardır?

Naim- Stefan Zweig “Dünün Dünyası” nda anlatıyor. James Joyce’la Zürih’te Cafe Odeon’da karşılaşıp tanışıyor. Önceden sevdiği bir yazar ve tanışmasıyla daha çok sevip hayran olduğunu yazıyor Zweig. Joyce’un dağarcığında her sözcüğe ait en az 4-5 deyim var. Dünya edebiyatına mal olmuş bu yazar, halk kültürüyle ilgilenmiş ve bu onun sanatını geliştirmiş. Bizim bazı sanatçılarda şöyle bir endişe vardır ya; halk kültürüne saplanıp kalırsak, sanatımız zarar görür! Böyle bir kompleks içinde olanları anlamak mümkün değil.

Cengiz- Bak, Yaşar Kemal halk kültürü anlatıcısıdır ya… Yaşar Kemal’in eksiği; yerel kültürü evrensel kültürle bütünleştirememesidir. Yaşar Kemal, bizim bütün halk kültürünü biliyor ama onun da bir eksiği var: bildiği halk kültürünün evrensel kültürle temasını sağlayamıyor. Bunun ana sebebi evet, felsefi-politik bilinç eksikliğidir, diyebiliriz.

Yaşar Kemal, bu halk kültürüyle batı kültürünü harmanlasaydı, çok olağanüstü bir şey olurdu. Yani, Marguez’in “Yüz Yıllık Yalnızlık” ından daha büyük eserler çıkardı ortaya.

Naim- Marguez’ le Yaşar Kemal’in yazarlık çıkış yerleri aynı. İkisi de gazetecilikten geliyor. Birinin ilerleyip de geldiği nokta ile bizimkinin geldiği nokta, bu eksiklikten dolayı tam amacına ulaşamamış…

Cengiz- Metis’in ilk kitaplarındandı: “Marguez’le Konuşmalar”. Bu kitapta Marguez’e soruyorlar; sen bu fantastik dili nerden buldun, en çok neyden etkilendin, diye. Marguez diyor ki; modern sinema, Hemingway’in bütün öyküleri, Faulkner’in bütün romanları ve Kolombiya başta olmak üzere Latin Amerika masalları, mitolojileri, temel etkiler bunlar, diyor.

Yaşar Kemal’de bu yok işte. Bu kurgu yok. Modern sinema, Faulkner’in bütün romanları… Yaşar Kemal böyle diyemiyor. Beni bunlar şekillendirdi, bu dili buralarda buldum, diyemiyor. Onun evrensel olanla bütünleşmekle sorunu var. Bir taraf yüklü, bir taraf boş.

Naim- Marguez, “Anlatmak İçin Yaşamak” isimli anılarında, yazarlığının mayasının ninesinin çocukluğunda kendisine anlattığı masallarla atıldığını söylüyor. Tabii, başlangıç için böyle bir kaynak şart ama bu noktadan ileriye, evrenselliğe sıçrayamazsa yazar yerel kalıyor.

Cengiz- Bu konuda Nedim Gürsel’in “Yerel Kültürlerden Evrensele” kitabı var. Bu kitapta; Yaşar Kemal Türkiye’de evrensel sanılır ama Fransa’da Yaşar Kemal’i kimse bilmez, mealinde cümleler var. Kendisi Fransız kültürüyle çocukluğundan beri haşır neşir Nedim Gürsel’in…

Naim- Yabancı bir kültürle, dille o kadar donanımlı bir hale gelip de kendi ülkesinin kültürüne bakmak, değerlendirmek dikkate alınmalı. O da başka bir göz ve önemli.

Cengiz- Turgenyev işte. Batıyı çok iyi bilen biri. O gözle bakıyor, ”Babalar ve Oğullar”ı yazıyor. Bazarov karakterini yaratıyor. Nihilizmi tartışıyor. Nihilizmin babası Nietzsche… Tartışıp başka bir sonuca varıyor.

Naim- Rusya topraklarında nihilizmin başka türlü gelişmesi de gayet normal ve bunu görüp o şekilde edebiyata aktarmak önemli.

Cengiz- Rusya’da “Babalar ve Oğullar”; eski kuşak- yeni kuşak anlamında kullanılıyor. Babalar eski kuşak, oğullar yeni kuşak. Yalçın Küçük, o kitabın gerçek adı: Babalar ve Oğullar, değil diyor. Türkçeye öyle çevriliyor. Gerçek adı: Babalar ve Çocukları. Bir tek oğullar değil ki nihilist olan, kızlar da var. Yalçın Küçük rusça biliyor, biliyorsun.

Naim- Dün akşam bir de “Bir Avuç Cesur İnsan” belgeselini izledim. Belgeselde geleneksel kadınlar, kendi şiveleriyle, duygularıyla çevre tahribatını, çevreyi koruma mücadelelerini öyle güzel anlatıyorlar ki… İnsan umutlanıyor: kedinin aslana kafa tutması için birebir! “Dereler küstü bize,” diyor belgeseldeki yaşlı kadın. Daha ne desin? Bu sözün ağırlığını anlayan anlar. “Dereler çıkardığı hırıltıyla bizlerden yardım istiyor,” diyor. Aslında derenin hırıltısı insanlığın, hepimizin hırıltısı; niye duymaz ki çoğunluk bu sesi? İnsan kendisine bu kadar mı yabancılaşır? Devrim buralardan çıkmalı!

Cengiz- Haklısın. Ben 45 yıldır kitap okuyorum. Bu entel dilinden bıktım. Adam derdini anlatamıyor. Laf ebeliği yapıyor. Kardeşim, sen karşındakine anlatamıyorsan, sen de bunu anlamamışsın, bunu da bilmiyor. Bu halkın dili pırıl pırıl.

Naim- Son 18 yıldır hepimiz konuşuyoruz ya; siyasal İslam, İslamcı faşizm halkın değerlerini mahvetti falan… Tamam, onlar onu yaptı, bunda bence abes bir durum yok, herkes doğasına yakışanı yapacak, kasap et satacak, sanat eseri satacak değil ya! Bu iş böyle de işin öte yanı yeterince görülmüyor. Kardeşim, onlar onu yaptı da biz ne yaptık? Derdimiz bu olmalı. Bunu görüp, bu yönde çaba harcamadığımız için onlar kadar bizim cenah da suçlu. Onlar onu yapıyorsa, sen de bu ülkede devrim yapmak istiyorsun, bırak devrimi, bu ülkenin özgürleşmesini istiyorsan; onların saldırdığı, aşındırdığı değerleri, sen bugüne dek zaten yarım yamalak anlamışsın, bazen de küçümsemişsin, velev ki bir hata etmişsin, vazgeç hatandan, onların saldırdığını sen korumaya çalış. Bu noktada saldırıların karşısında saldırılan halk değerlerini korumamak hepimizin suçu.

Cengiz- Gramsci’nin “Hapishane Defterleri” ne bak. Gramsci ne yapmış? Gramsci, batının, özellikle İtalya’nın dilini, folklorünü, dinini çok iyi araştırmış. Gramsci, “Kendi ana dilini bilmeyen bir insan asla düşünür olamaz,” diyor. Kendi toplumunu düşünemez, diyor. Bir insanın kendi toplumunu düşünmesi için kendi ana dilini çok iyi bilmesi lazım, diyor.

Gramsci, edebiyat akımlarını, fütürizmi, Marinetti’yi, fütürist bildirgeleri, İtalyan folklorünü, güney-kuzey ve Sicilya kültürünü, halk felsefesini, İtalyan dilini, bunların toplum hayatı üzerine etkilerini analiz etmiş ve Gramsci olmuş. Bir de sen yap kardeşim!

***

Beğenmediğin Stalin’in batılı bilim adamlarının kabul ettiği kitabı nedir? “Marksizm ve Dil” incelemesi. Fransız felsefe profesörü, bu kitabı inceliyor ve Stalin’in bu incelemesine övgüler düzüyor. Mükemmel bir analiz, diyor. Dile mükemmel bir bakış, diyor. Bu adam marksist de değil.

Bizimkiler konuşuyor. Beğenmediğiniz Stalin, halkın dili üzerine kitap yazmış. Bu bizim Sovyet halklarının kullandığı dille marksizm arasında nasıl bir ilişki kurulmuş veya kurulacak, adam bunu araştırmış. Bazı densizler, sorsan Stalin’e geri zekâlı, der. Ne geri zekâlısı, hepinizden sivri zekâlı!

Sonra, Rusya’daki Milliyetler Sorununu görmüş ve üzerine kitap yazmış.

Naim- Biliyorsun Stalin’in hataları ve CİA operasyonlarıyla başlatılan aleyhte kampanyalar falan… Adamın kişisel hayatına baktığımızda, papaz okulundan gelip de eriştiği noktaya bak…

Cengiz- “Anarşizm mi Sosyalizm mi?” kitabında anlatır. Papaz okulundan ayrılma. Stalin, papaz okulunda okurken okulun kütüphanesinde Komünist Manifesto’yu görüyor. Manifestoyu okuyunca Stalin’de kafa değişiyor. Tesadüfen yani. Çok kitap okuma meraklısı kendisi.

“Anarşizm mi Sosyaliz mi?” kitabında batılı marksistlerde olmayan ilginç bir ifade kullanıyor: “Komünist Manifesto, proletaryanın İncil’i” diyor. Bu ifade başka bir marksistte yok.

***

İngiliz yahudisi Isaac Deutscher’in iki ciltlik “Stalin” kitabına bak. Adam Troçkist, Stalin’in becerilerine hayranlık duyuyor.

Bugün ben de eleştiriyorum Stalin’in hatalarını. Buna açık olmak gerekiyor. Ama Stalin’e CİA ağzıyla; emperyalistlerin ağzıyla; katildi, diktatördü, zorbaydı, demek; faşistlerin, gericilerin söylemi bunlar.

Burjuvazi Stalin’e niye kin duyuyor? Çünkü burjuvaziye tarihte en büyük darbeyi Stalin vurdu. Onların sınıf kini buradan kaynaklanıyor. Stalin’i lanetlemeleri buradan kaynaklanıyor.

***

Yalçın Küçük, Türkiye Üzerine Tezler’in- sanırım- ikinci kitabında anlatıyor. Yalta, Kahire, Postdam Konferansları olunca, 2. Dünya Savaşı sonrası dünyayı yeniden şekillendiren antlaşmalar olunca, Sovyetler ve batı sisteminin sınırları çiziliyor. Batı kendine “Hür Dünya” diyor. Churchill, Sovyetler ve etkisindeki yerlere “Demir Perde indi,” diyor. Churchill’in bu demecindeki “Demir Perde” lafından hareketle sosyalist ülkelere de “Demir Perde Ülkeleri” deniliyor. Bu lafı da diplomasi literatürünün içine dâhil ediyorlar.

Yalçın Küçük, bu kitabında anlatır. Hitler canisi intihar edip, Kızıl Ordu Almanya’ya girerek faşistleri cezalandırdıktan sonra, Amerikan halkı evlerinin anahtarlarını gönderiyor ve korkunç bir Stalin hayranlığı başlıyor. Stalin ve Sovyet hayranlığı başlayınca Amerika’da, bunu durdurmak için Amerika derin devleti, faşistleri harekete geçiyor. Buna karşılık, bu dalgayı durdurmak, bastırmak için McCarthy’cilik başlatılıyor. Cadı kazanı kuruluyor. Bütün bu komünist, Sovyet, Stalin sempatisi tersine döndürülüyor. Hayranlık, sevgi, sempati nefrete dönüştürülmek isteniyor. Bunun için de McCarthy’cilik kampanyası başlatılıyor. Burada muhbirlerden ikisi: Reagan ve Elia Kazan.

Bu konu Amerika’da devlete karşı yıkıcı faaliyetleri ve raporları inceleyen kitaplarda anlatılır. Bu kitaplarda McCartyh’ciliğin niye, nasıl başladığı anlatılıyor. O yıllarda Amerika’da çok güçlü Komünist Parti var, tasfiye ediliyor. Amerikan kamuoyu o yıllarda sola kayıyor. Bunu hafifsemeyeceksin.

Sanders’in seçim kampanyası sırasında anketler yapılıyor, Amerikan halkının yarıdan fazlası bu anketlerde, “Sosyalizm iyi fikir,” diyor. Böyle bir geçmiş olmasa, “Sosyalizm iyi fikir,” derler mi? Amerikan halkını hep sağcı, hep cahil görmemek lazım. Amerika’da çok ciddi marksistler var. Leo Huberman, Harry Magdoff, Stanley W. Moore, Paul Sweezy, Paul Baran nereli? Amerikalı bunlar. Jack London filan Amerikalı. Amerikan solunun birikimini de basite almamak gerekiyor.

Görüyorsun, Amerikalı ırkçı, faşist bir polis bir siyahiyi boğdu, bak nasıl karıştı Amerika…

Naim- Türkiye’de yıllardır insanlar vahşice öldürülüyor, halkın çoğunun parmağı kıpırdamıyor…

Cengiz- Görüyorsun bak, Amerika hep cahil mahil, öyle bir şey yok. Halkın tepkisi nasıl bir eyleme dönüşüyor, nasıl bir kampanyaya evriliyor… Bırak Amerika’yı, bu eylemler Amerika’nın sınırlarını aşıp dünyayı etkiliyor.

Naim-Burada çocuğuna tecavüz edilenin bile sesi çıkmıyor.

Cengiz- O kadar şerefsiz var. Çocuğuna tecavüz edenden şikâyetçi olmuyor. Ümraniye’de Kur’an Kursu hocaları çocuklara tecavüz etmedi mi? O çocukların birisinin babası, “Benim çocuğum hasta, yalan söylüyor, hoca tecavüz etmedi,” demedi mi şerefsizin teki?

Naim- İslamcıların hayran olduğu, istediği Şeriat Hukuku uygulansa bu tür İslamcı erkeklerin çoğu hadım edilir!

***

Cengiz, bu sohbet iyi oldu. Burhan Felek’in eski Milliyet gazetesinde Pazar günleri yazdığı “Recebin Kahvesi” sohbetlerini hatırlattı bana!

Cengiz- Doğru doğru da, Burhan Felek bazen olayları karıştırırdı. Yaşlanmıştı artık.


14 Haziran 2020

Çanakkale- İstanbul.

Tags: ,


About the Author



Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Back to Top ↑