Makaleler

Published on Eylül 28th, 2020

0

Yoldaşça Sohbetler 3: Ne yapacaksınız? – Cengiz Türüdü & Naim Kandemir

“Bir sabah uyansak ve 83 milyon yurttaş, bir “mucize” eseri, iktidarın istediği gibi; düşünse, giyinse; hepimizin kafasında türban, takke; hepimizin ellerinde tespihler, seccadeler; hep yandaş kanalları seyretsek, gazeteleri okusak ve iktidarın istediği şekilde 83 milyon olarak hidayete ersek…

Peki, ülkenin yaklaşık 500 milyar dolar dış borcu, 10 milyonu aşan işsizi, 2500 TL düzeyinde açlık sınırı, Alevi ve Kürt sorunu, tüm komşularla hasımlık, eğitim ve sağlıktaki çöküş, iktidarın mühim kişilerinin kandırılma tehlikesi… gibi temel sorunlar hallolur mu? Dişi kesmezse, dünya lokum olsa ne fayda! İktidara sormamız gerekmez mi: Ne yapacaksınız?”

*** 

Naim- Pandemi tüm dünyada her anlamda belirsizliğe neden olurken, bugünlerde nasıl bir siyasal süreçten geçiyoruz? Bu süreç ülkedeki iktidar ve muhalefeti, özellikle de devrimci muhalefeti nasıl etkiler ve onlara ne tür rotalar çizdirir? Muhalefete sormamız gerekmez mi: Ne yapacaksınız?

Toplumsal muhalefetin örgütlenmesinde ve mücadele tarzlarının belirlenmesinde şabloncu zihniyetten çıkıp, dünyanın ve özellikle de ülkenin bulunduğu durum dikkate alındığında, yeni örgütlenme ve mücadele biçimlerine yönelinmesi gerekmez mi?

Cengiz- Genel olarak dünyaya baktığımızda, dünyada yaygın bir kriz var. Kapitalizm 2008’den beri finansal kriz olarak başlayan krizini henüz sonlandırılamadı. Bu kriz giderek ekonomik, politik, hukuki, ahlaki, ideolojik, kültürel kriz şeklinde derinleşerek, sarsıntılar yaratarak birçok ülkede travmatik sonuçları ile devam ediyor.

Bu kriz bağlamında düşündüğümüz zaman Türkiye de bu krizin bir parçası. Türkiye, ekonomik siyasi yapıları ve hukuk kurumlarıyla uluslararası kapitalist sistemin bir parçası. Dolayısıyla, sistemdeki var olan etkileşimler, dalgalanmalar Türkiye’yi doğrudan etkiliyor ve Türkiye bu krizden muaf değil. Bu bir dış dinamik, dıştan gelen bir kriz.

Bir de Türkiye’nin kendi iç sorunundan, kendi halkının ihtiyaçlarını karşılayacak bir üretim yapısını kuramamak, kendi toplumunun ihtiyaçlarını karşılayacak bir hukuki düzen, bir eğitim düzeni, bir ahlak düzeni kuramamak, 21. yüzyıl toplumunun ihtiyaçlarını giderecek modern bir devlet yapısı inşa edememek, toplumun bugünkü gelişimini geleceğe taşıyacak geleceğin dünyasına modern nesiller, eğitimli, kültürlü insanlar yetiştirecek bir eğitim sistemi kuramamak; bütün bu alanlardaki başarısızlıkların sonucu olarak Türkiye’de bir başarısızlık var.

Bu başarısızlık sadece azgelişmiş kapitalizmin başarısızlığı değil, bu aynı zamanda bu azgelişmiş kapitalizmi yöneten siyasal İslamcı ideolojinin başarısızlığı. Buradaki  kriz sadece kapitalizmin sosyal ekonomik krizi değil, aynı zamanda siyasal İslam’ın ideolojik krizi. Yani bu yapıyı yöneten, bu çağdan kopuk, bütün bu 21. Yüzyıl’daki olağanüstü gelişmelere rağmen toplumu 7 yüzyıl önceki çöl Bedevisinin sosyal değerleri içerisine hapsetmek için bir çaba harcayan bu İhvancı iktidar; Türkiye’de yaşanan krizlerin derinleşmesinin, toplumun vasatlaşmasının, cahilleşmesinin, toplumdaki sosyal hayatın ilkelleşmesinin, insanların kabalaşmasının ve vahşileşmesinin birinci derece sorumlusudur.

***

Bu genel bakıştan sonra Türkiye üzerine düşündüğümüz zaman ne görüyoruz? Tıkanma görüyoruz. Türkiye’de bugün var olan siyasal yapı Türkiye’de tıkanmış durumda ve bunlar toplumu taşıyacak, toplumun taleplerini karşılayacak kültürel birikime, diplomasi yeteneğine, yönetme yeteneğine, yönetme tecrübesi ve aklına da sahip değiller. Dolayısıyla, toplum bunları aştı. Toplumdaki okumuş, aydın kesim çağla bağ kurmuş ileri fikirli, dünya ile bağları daha sıkı olan kesimler bunları aştı. Bunlar toplumun gerisinde kalmış bir iktidar, geriden gelen bir iktidar. Normal olarak bir iktidarın toplumun en az bir adım önünde olması lazım. Bunlar toplumun ilerisinde değil, on adım gerisinde olan bir koalisyon iktidarı. Tıkanmanın asıl nedenlerinden birisi bu.

Yani bunlar, bu gemiyi yürütemiyorlar, yürütemediklerini dış politikada gördük; Suriye’de, Libya’da, Akdeniz’de gördük; gemiyi devamlı kayalara çarpıyorlar, gemi devamlı hasarlanıp su alıyor. Bütün bunların sebeplerinden birisi: beceriksizlik. Bu çağdışı, 21. yüzyılın gerçeği ile uyuşmayan 7.yüzyılın Bedevi yaşamından kalma sosyal değerler üzerine kurulu, alabildiğine yoz, menfaatçi, cahil bir yapı Türkiye’yi bugün bu hale getirdi. Türkiye’yi dermansız, mecalsiz bıraktı. Sadece devlet yönetiminde değil, toplumdaki iyi gelişmelerin de önünü tıkadılar. Bunların bu hallerine baktığımız zaman, kapitalizm bir kriz içerisindeyken, Türkiye’de bu çağdışı yapı, bu krizi halk için dayanılmaz hale getiriyor.

Alabildiğine mülksüzleşme, yoksullaşma, cahilleşme, lümpenleşme, bağımlılık yaratıcı maddelerin kullanımında, uyuşturucuda, alkol kullanımında, kumar facialarında, fuhuş olaylarındaki artışların müsebbibi durumundalar. Çünkü toplumu tıkadıkça, yoksullaştırdıkça, toplumun sorunlarını çözümsüz halde bıraktıkça, toplumun ihtiyaçlarını karşılamadıkça; toplumda sapmalar oluyor, anomi yani kuralsızlık oluşuyor; değerler yerini değersizliğe bırakıyor. Normal insani ilişkiler yerini yabancılaşmaya bırakıyor. Tam bu bağlamda Thomas Hobbes’un dediği durum ortaya çıkıyor: İnsan insanın kurdu oluyor.

Özellikle pandemi döneminde, bu salgın herkesin elini ayağını bağlayınca, o görkemli, güçlü askeri komplekslerin sahibi dev ülkeler küçük bir virüs karşısında çaresiz kalınca, kendilerini savunamaz hale gelince, doğa ile kapitalizm arasında bir şey ortaya çıktı: kapitalizm ne kadar güçlü olursa olsun, hiçbir zaman doğadan güçlü olamaz. Güçlü olan, hükmeden her zaman doğadır. Hiçbir zaman insanın gücü doğaya hükmetmeye yetmez. Doğaya hükmetmeye, doğa üzerinde tahakküm kurmaya yönelik bir anlayış doğayı tahrip eder, ekolojik sistemi bozar, insan yaşamını tehlikeye atar, doğayı zehirler, kirletir ve dünyayı insan için yaşanmaz, çekilmez hale getirir ve kapitalizmin bugün yaptığı bu.

***

Niye yapıyor bunu kapitalizm? Çünkü kapitalizmde doğaya saygı diye bir şey yok, insan yaşamına saygı diye bir şey yok. Kapitalizmde sadece makbul olan maksimum kâr ve devamlı sermaye biriktirmek. Eğer sermaye birikimine uygunsa, oradan maksimum kâr alınacaksa; dereler HES yapılır, dereler kurutulur, ağaçlar kesilir, ormanlar yakılır; yeter ki buralardan kâr gelsin! Bunlar yapılırken sermaye biriksin! Kapitalizmin mantığı budur. Kapitalizmin mantığı insanlığa aykırı bir mantıktır. İnsanın doğada, dünyada varoluşunu tehdit eden, bütün insanlığı yıkıma sürükleyen, bir avuç asalak kapitalistin keyfi için bütün insanlığı tehlikeye atan, insanlığın vicdanına, adalet duygusuna, insan haklarına aykırı bir sistemdir kapitalizm. Kapitalizm rasyonel değil irrasyonel, akıl dışı bir sistemdir. Bugün dünyada çok az sayıda, 15-20 kişinin serveti neredeyse dünyada yaşayan tüm insanların sahip olduğundan daha fazladır. Bu kadar adaletsiz, eşitsiz bir sistem bugün dünyaya hükmediyor.

***

Genel bir özetleme yapalım: bir tıkanmış durum var, bir yönetememe krizi var. Bu krizde bu ikisine bağlı olarak da birçok sorunun çözümsüz olarak birikimi var. Bu ortam aynı zamanda tüm solun, devrimcilerin konuşması gerektiği bir ortam. Sağ partiler, düzen partileri, sağ kadrolar kapitalizmi restore etmek, iyileştirmek, reforme etmek gibi bir sürü şeyler denediler, ama olmadı. En sonunda kapitalizm bütün çıplaklığıyla kendi gerçekliğini ortaya koydu. Kapitalizmin bu başarısızlığı Türkiye’de kat be kat arttı. Çünkü Türkiye’de sağ düzen partilerinin, düzenin siyasal kadrolarının, düzen aydınlarının bir çözümü yok.

Toplum, sistem bu halde ise o zaman halk için devrimciler, sosyalistler, sol ne yapacak? Sol, bu tıkanıklığı, bu krizi aşacak ve bu krize sebep olan kapitalizmi aşacak bir program etrafında yeni bir dünya hedeflemeli. Bunun özü yeni bir uygarlıktır, yeni bir yönetim, yeni bir toplum anlayışıdır, yeni bir insan anlayışıdır. Sol bunları netleştirmeli, somutlaştırmalı. Yani bu kapitalizmin pisliği içerisinde yoğrularak pisleşmiş insanın yerini alacak, doğa ile uyumlu, kendisiyle barışık, üretken, yozlaşmamış sağlıklı bir insan tipini ortaya çıkartmak, sağlıklı bir toplum inşa etmek için sol kafa yormalı.

Solda bazı sorunlu kafalar da var. “Kapitalizmi biz daha iyi yönetiriz, daha evcil hale getiririz, kapitalizmi insan için daha kabul edilebilir bir noktaya taşırız” iddiasında bir sol olamaz. Bu, düzen aydınlarının iddiasıdır. Sol, sosyalist perspektif kapitalizmi aşmayı içermeli. Yukarıda anlattığımız olumsuz tabloya sebep olan kapitalizmin kendisi. Buna sebep olan ortada dururken, kapitalizmi ne kadar iyileştirirsen iyileştir, sonunda o düzenin adı kapitalizmdir ve kaçınılmaz olarak yine aynı berbat durumları yaratır.

Kapitalizmin sebep olduğu olumsuzluklarda rötuş yaparsın, ancak kendi devam ettiği sürece kendinden kaynaklı olumsuz sonuçları önleyemezsin. Bunu sol da yapsa, başkaları da yapsa önleyemez. O zaman asıl perspektif nedir? Sadece Türkiye çapında değil, bütün dünya çapında kapitalizmi aşan yeni bir perspektif denemesi geliştirmek, bunun için de reel sosyalist sistemlerden, devrimlerden ders çıkartıp, onların düştüğü hataya düşmeden, onların yıkılışına yol açan gelişmeleri iyi izleyerek, iyi analiz ederek, aynı hatayı yapmadan, bir sol arayış içine girmek. Sol, sosyalizm toplumu, bireyi, kendini, dünyayı gençleştirmek, yenilemek, yeniden inşa etmek için baştan sona kendi geçmişini öz eleştirel bir yaklaşımla, yeni bir evrensel perspektifle oluşturmak, tüm mazlumların, ötekilerin, ezilenlerin, yoksulların, kadınların birliğini sağlayacak, bunları adalet, eşitlik, özgürlük, insanca yaşama zemininde birleştirecek bir perspektif geliştirmek zorunda. Sol bunu yaparken ilk başta dikkat etmesi gereken; geçmişte kendini hüsrana uğratan dogmatik anlayışlardan, hatalardan vazgeçmeli, kendini yenilemek, hayatın ortaya çıkardığı yeni olgular üzerine düşünmek ve bunları kapsayacak bir perspektifle bir programa sahip olmalıdır.

Naim- Son zamanlarda ülkede toplumsal muhalefetin amiral gemisi kadın hareketinin mücadelesi oldu. Bu, bir yanıyla da iktidarın zuhur eden köhnemiş Ortaçağ zihniyetiyle de mücadele demek. İktidar tüm topallığına rağmen hilafet provası yapmaktan da geri durmuyor. Onların hilafeti varsa, muhalefetin neyi olmalı?

Cengiz- Kadın hareketinin Türkiye’de bu kadar radikal, kitlesel ve özgür durumda olmasının en önemli nedenlerinden birisi; feodalizmini temizleyememiş, feodalizmin bütün değerleriyle, psikolojik mirasıyla, kültürel mirasıyla, ataerkil yapısıyla ortada durduğu bir toplum içerisinde kadının aşırı ezilmesinin, dışlanmasının, ikinci sınıf insan muamelesi görmesine hâlâ devam edilmesinin iktidar tarafından dinsel kılıflarla meşrulaştırılıp sürekli tahrik edilmesidir.

Sadece bu biçimde değerler sistemindeki çürümenin, çöküşün sebepleri aynı zamanda bu özgürlükçü, demokratik, yeni bir ahlak, değer arayışını hedefleyen bu kadın hareketine yol açan sebepler. Yani kadın cinayetlerine yol açan o barbarlığın, o ataerkil vahşetin sebep olduğu yıkımlar, aynı zamanda kadın hareketini yaratan sebepler. Bu ikisi birbirine bağlı. Kadınlar bu ataerkil sistemden bu kadar çekmeseydi, bu kadar aşağılanmasaydı, erkek hukukun, erkek devletin, erkek politikacıların bu kadar hedefi olmasalardı, bu kadar ezilmeselerdi, tepkileri, öfkeleri bu kadar kitlesel, bu kadar sert, bu kadar militanca olmazdı herhalde. Onları bu hale getiren kadınların inanılmaz değersizleştirilmesidir.

***

Özellikle Türkiye’de Cumhuriyet, kadına değer vermiştir. Mesela Atatürk, erkeklik üzerinde yükselen bir toplumdan bahsetmez. Atatürk, tek kanatla uçulmaz, uçmak için iki kanat lazım, yani kadınsız yükselme olmaz, der mealen. Bu bakış açısına sahip olduğu için dünyada kadınlara ilk seçme seçilme hakkının verildiği ülkelerden birisi Türkiye’dir. Cumhuriyet her ne kadar ataerkil tüm değerleri yıkamadıysa da Cumhuriyet için kadın değerliydi. Cumhuriyet en azından ataerkil değerlerden kurtulmanın önünü açmıştır.

AKP dönemi, Türkiye’de Cumhuriyet döneminin bir Cahiliye dönemi olarak tarihe geçecektir. Bu dönemde bütün Cahiliye dönemi alışkanlıkları yeniden zuhur etti. Kadınları değersizleştirme, kadınları aşağılayan söylemler, kadına şiddeti meşrulaştırıcı dinsel kılıflar, kadının kıyafetlerine müdahale, kadını sosyo-kültürel hayattan çekme, kadını mutfağa-yatak odasına hapsetme, kadını çocuk doğuran bir kuluçka makinesi haline getirme, kadının eğitim haklarını kısıtlama, yok etme biçimindeki bu zorbalıklar Türkiye’de aynı zamanda kadın hareketinin en önemli dinamiklerinden birisi.

***

Hilafet  dediğinin içi boş. İslam ülkeleri hiç kendi aralarında birlik sağlayamıyor. Dikkat edelim; Ortadoğu’da İslam ülkeleri son gelişmelerde kimin etrafında birlik sağlıyor? Şeytan, katil, siyonist dedikleri büyük İsrail dedikleri ABD’nin etrafında birlik sağlıyorlar. İslam ülkeleri lider bir İslam ülkesinin etrafında bir İslam Birliği sağlayamıyorlar. Ortadoğu’lu Arap ülkeleri İsrail etrafında kenetlenip onunla anlaşma yapıyor, onun etrafında toplanıyorlar. Türkiye’nin Ortadoğu politikasının en büyük aynası bu işte. İslam ülkeleri Türkiye’nin değil, İsrail’in etrafında toplandıkları gibi Türkiye’yi düşman olarak, istikrarsızlık unsuru olarak görüyorlar.

Birçok Arap aydını, yöneticisi Irak’taki, Suriye’deki, Libya’daki bölünmenin, istikrarsızlığın, çatışmanın en önemli sebeplerinden birinin AKP iktidarı ve lideri olduğunu ileri sürüyorlar. Türkiye’deki İhvancıların, gericilerin hayali İslam ülkelerinin önderi olmak, İslam ülkelerini Türkiye etrafında toparlamak, bu sayede İslam dünyasının halifesi olmak; tam bir boş hayal ve kuruntuydu. Bugün AKP liderliğini İslam ülkelerinde lider olarak kabul eden kimse yok.

Geçmişte AKP liderliği Arap sokaklarında popülerdi. Şimdi o popülaritenin esamesi okunmuyor. İzi bile kalmadı ama tabanını düzeltmek için bu cahilleştirilmiş, eğitimsiz, sosyal ilişkilerin dışında bırakılmış, bu dışlanmış, ezilen, ezik kitleleri motive etmek için; Osmanlıyı yeniden kuracağız, yeniden cihan hâkimiyetini sağlayacağız, yeniden hilafeti sağlayacağız, yeniden Osmanlı sancağı ile dünyaya hükmedecek,  İslam ülkelerinin lideri olacağız, Cumhuriyeti tasfiye edeceğiz, Atatürk putundan kurtulacağız, –kafirleşme olarak değerlendirdikleri- çağdaşlaşmayı ve yarattığı değerleri, kurumları yok edeceğiz, onun cisimleşmiş en önemli ifadesi olan Cumhuriyeti yok edeceğiz, Türkiye’de şer’i düzen, şer’i devlet kuracağız, Türkiye devleti ve toplum hayatını dini esaslara göre düzenleyeceğiz, biçiminde sürekli propaganda yapıyorlar ve tabanını bu şekilde konsolide ediyorlar.

Bunda hiçbir zaman başarılı olamayacaklar! Çünkü onların dediği çağda değiliz. Türkiye toplumu iyi-kötü bir kapitalist toplum haline geldi. Hilafet vs. bunların maddi temeli yok. Dünyada hilafetin yürütüleceği, İslam ülkelerine liderlik yapılacak bir pozisyon yok. Cumhuriyetçileri yok edecek, geri püskürtecek bir güçleri yok onların. Böyle bir entellektüel, siyasal, kültürel güçleri yok. Hayal kuruyorlar. Kitleleri manipüle ediyorlar. Devamlı bir demagoji ile gerçeklerin üzerini örterek tükenmiş iktidarlarını daha uzun ömürlü kılmaya çalışıyorlar. Onlar da biliyor yıkıldığını, eridiğini, baş aşağı gittiklerini. İktidarlarının yokuş aşağı giderken fren patlattığını, frenlerin tutmadığını, kamyonun nereye toslayacağının belli olmadığını onlar da görüyorlar. Dolayısıyla bu boş kuruntularla, yalanlarla Türkiye’yi düşünmeden sadece kendi menfaatlerini düşünerek iktidarlarını uzatmaya çalışıyorlar.

Bütün bunların karşısında sol, demokratlar, yurtseverler, çağdaş laik güçler ne yapmalı? Bunların neyi var? Bunların; çağdaş uygarlık perspektifi, laikliği, aydınlanma kültürü, laik hukuk kültürü, bir sürü evrensel laik bilimsel eğitim kültürü, çağdaş yaşam,  çağdaş bir eğitim sistemi, özgürlükler, temel haklar, hukuk kurumları, demokrasi kurumları, demokrasi, eşitlik duygusu, adalet mücadelesi, sözleşmeler… var. Bütün bunları göz önüne alarak, bunları mücadele zemini haline getirerek sol, laik güçler kendini bu biçimde hukuki demokratik, çağdaş bir zemin içerisinde var etmeli ve çağdışı, 7. Yüzyıl Ortaçağ artığı bu cehalet iktidarına son verecek güç birliğini mutlaka sağlamalı.

Ayrılıklar değil ortaklıklar, benzerlikler öne çıkarılmalı, basit şeyler sorun edilmemeli. Kesinlikle iktidarın, demokrasi güçlerinin birliğini bozucu provokasyonlar anında püskürtülmeli, iktidarın tuzağına düşülmemeli, iktidarın demokrasi güçlerini bölmek biçimindeki temel stratejisini boşa çıkartmalı. Sol kendi evrensel çağdaş hukuk, laiklik, aydınlanma, insan hakları, demokrasi, adalet, eşitlik, özgürlük mücadelesini programına alıp kendini var etmeli, bu şekilde iktidara karşı mücadele etmeli.

Naim- Bugün ülkede yaşayan halk, halk olmanın gereğini yerine getiriyor mu? Ülkedeki insan kütlesi kendi adına halk olmaya çağrılmalı mıdır, nasıl?

Cengiz- Anadolu’da bir söz vardır, bize bir haller oldu, diye. İşte topluma bu AKP döneminde bir haller oldu. AKP, toplumu toplum olmaktan çıkardı. Eskiden toplumu ayakta tutan bir ahlak yapısı, bir değerler sistemi vardı. AKP’nin yaptığı en büyük yıkımlardan birisi bu ahlak ve değerler düzenini sarsmak, aşındırmak, tahrip etmek, işlemez hale getirmek, ahlaksızlığın mümkün olduğu kadar yolunu açmak…

Devleti soymak, yolsuzluk, rantçılık, rüşvetçilik, devletin sırtından geçinmek meşru hale geldi. Geçmişte en sağcı iktidar döneminde bile bunlar eleştiri konusu olurdu. Bu tür şeylerle suçlananlar hakkında hukuki soruşturma açılırdı. Göstermelik de olsa, tam sonuca varmasa bile “bağımsız yargı” tarafından soruşturma açılıp üzerine gidilirdi, dosyalar öyle kolay kolay kapatılamazdı.

Bu dönemde bütün zenginlikler rantçı ve toplumu soyan bir anlayışla, toplumun ürettiği bütün zenginliklere el konuldu. Bu zenginlikler kendi yandaşlarına ve tarikatlara aktarıldı. Niye yapılıyor? Çünkü iktidar bir tarikatlar ve bunların uzantısı olan cemaatler koalisyonu. Yani Türkiye’deki gericiliğin merkezi. Yanında kim var? Faşistler var. Onlar da ırkçılığın, ötekileştirmenin merkezi. Türkiye’de bütün bu demokrasi, uygarlık, aydınlanma, çağdaş yaşam, özgürlük karşıtları bir araya gelmiş; bir blok oluşturmuşlar.  

Bunların amacı ne? Bu, söylediklerinden ve yaptıklarından belli. Örneğin Bahçeli’nin “TTB kapatılmalı” veya başkan yardımcısının “Marksist yuvası TTB tıbbi atıktır” demesi… Bunlar demokrasiye karşı. Bizim eski deyişle demokratik kitle örgütlerinin savunduğu en küçük demokratik talebi yok etmeye çalışıyorlar. Demokratik hak arayışlarını hainlikle, taşeronlukla, lobilerin uşağı olmakla, teröristlikle suçluyorlar. Bugün yapılan bilimsel araştırmalardan belli ki; AKP’nin kendisi ABD tarafından Ilımlı İslam projesine uygun olarak kurulmuş, geliştirilmiş ve iktidara getirilmiştir. Bunu sadece solcular değil, İslamcı gazeteciler; Ali Bulaç ve Abdurrahman Dilipak da ifade etti.

Geçmişte MHP’nin (Uğur Mumcu’nun yazılarında bolca var) Türkeş’in arkadaşı Ruzi Nazar ve Enver Altaylı aracılığıyla karanlık odaklar ile kurulan bağlantıları var. Kendi geçmişlerinin karanlık taşeronluğu, işbirlikçilikleri açıkça belgeliyken, üzerlerindeki kirden kurtulmak için, kendi suçlarının üzerini örtmek için, demagoji yaparak kendi pisliklerini solun üzerine atıyorlar. Sol hiçbir zaman emperyalizmin taşeronu olmadı. Türkiye’de emperyalizmin işbirlikçisi burjuvazi oldu, burjuvazinin sözcüleri oldu, burjuvazinin peşinde koşan aydınlar oldu. Türkiye’de anti-emperyalist eylemler yükselirken, bu eylemleri yapanlara saldırıp öldürenler, kendileri bugün önüne geleni hainlikle, taşeronlukla suçlayan faşistler ve gericilerdi.

***

Bu koalisyon neyin koalisyonu? Nasıl bir geçmişin, nasıl bir birikimin, nasıl bir siyasi pratiğin koalisyonu; önce bunu analiz edip açığa çıkarmak gerekir. Bu koalisyonun içyüzünü deşifre etmek, onların maskelerini düşürmek, Türkiye’de gerçek demokrasi düşmanı, gerçek özgürlük düşmanı, gerçek sermaye taraftarlarının onlar olduğunu bilmek gerekiyor. Bunlar toplumu, devleti hep sermayeden yana dizayn ettiler. Bunların hiç halkçı yanları yok, halktan yana, halkın gelirini artırmak, halkın sağlığını korumak, güvenceye almak, sağlığa erişimi kolaylaştırmak; hiç böyle dertleri, sıkıntıları yok.

Bunlar Türkiye’nin bütün zenginliklerini sermayeye, yandaşlara aktarmak için mekanizmalar kurmak, bunu yapmak için de toplumun cahilleşmesine ihtiyaçları var. O yüzden bile bile toplumu cahilleştiriyorlar. Cumhuriyetin klasik bir eğitim anlayışı vardı. Tam olmasa bile çağdaş bir eğitimi vardı. Laik, çağdaş eğitim yerini giderek dinsel eğitime bıraktı. Normal bir batı ülkesinde olan eğitim yerini Ortaçağ eğitimine bıraktı.

Bugün değerler aktarımı maskesi altında çocuklara Ortaçağ Bedevi değerleri aktarılıyor ve bu İslam kılıfı altında yapılıyor. Bunlar, toplumda çağdaşlığı İslam düşmanlığı olarak gördüler, batılılaşmayı, uygarlığı ihanet olarak gördüler. Şimdi bunun intikamını alıyorlar, Cumhuriyetin rövanşını alıyorlar. O yüzden aydınlanmayı, çağdaşlığı yaratmayı hedefleyen Cumhuriyetten intikam alarak; cahil, sormayan, soruşturmayan, sorgulamayan, aklını kullanmasını bilmeyen, biat eden, itaat eden, adamsendeci bir cahil kitle yaratmak için tüm bu çabaları.

Toplumun bu hale gelmesinin, toplumun toplum olmaktan çıkmasının, toplumun bu kadar dağılmasının, toplumun değerlerini yitirmesinin, büyük bir ahlaksızlık ve pislik çukuru içine yuvarlanmasının en büyük sorumlusu bunlardır. Bunları bile bile, kendi saltanatlarını sürdürmek için bile isteye yapmaktadırlar. Bunlardan olan rektör ne dedi? “Okumuş insanları görünce afakanlar basıyor beni” dedi. Cahil insana güveniyor, kafa bu. Bunlar, cahil insanın basiretine güvenirlermiş… Okumuş insan onlar için tehlikeli! Niye tehlikeli? Bunların karanlık Ortaçağ iktidarı için tehlikeli. İktidarlar için tehlikeli olmayan ise cahil insan! Onun uysallığı, itaatkârlığı.

Naim- İktidarın kadınlara, doğaya, yaban hayvanlarına, yazana, çizene, düşünene, Alevilere, Kürtlere, laiklere, Kemalistlere, sosyalistlere, hatta son zamanlarda eski dostları liberallere bile, velhasıl kendinden olmayan herkese yaptıklarına bakınca; insan sormadan edemiyor: İktidar, tüm bu akıl almaz uygulamaları neden yapıyor?

Bir sabah uyansak ve 83 milyon yurttaş, bir “mucize” eseri, iktidarın istediği gibi; düşünse, giyinse; hepimizin kafasında türban, takke; hepimizin ellerinde tespihler, seccadeler; hep yandaş kanalları seyretsek, gazeteleri okusak ve iktidarın istediği şekilde 83 milyon olarak hidayete ersek…

Peki, ülkenin yaklaşık 500 milyar dolar dış borcu, 10 milyonu aşan işsizi, 2500 tl düzeyinde açlık sınırı, Alevi ve Kürt sorunu, tüm komşularla hasımlık, eğitim ve sağlıktaki çöküş, iktidarın mühim kişilerinin kandırılma tehlikesi… gibi temel sorunlar hallolur mu? Dişi kesmeze dünya lokum olsa ne fayda! İktidara sormamız gerekmez mi: Ne yapacaksınız? 

Cengiz- Bu çok güzel bir soru. Yani bu koalisyonun içini deşmek için çok iyi bir soru. Bu iktidar ütopik bir iktidar. Ayakları yere basmayan, gerçekçi olmayan, hayatın ve dünyanın gerçek olgularından kopuk, hayaller dünyasında, fantastik olgular üzerine kurulmuş bir politik anlayış ve stratejileri var. Zihinsel bir kurgu, fantezi bunların anlayışları.

Bunlar İlk çıktığında Asr-ı Saadet (Dört Halife dönemi) düzeni kuracağız, diyordu. Halife Ömer gibi adaletli olacağız, dediler. Ne oldu? Tam tersi oldu. Ahlaklı yönetim kuracağız, dediler. Bundan fazla olursa hırsızlıktan olur, diyenler zengin oldular. Adalet diye gelenler adaletsizliğin şampiyonu oldular.

Bugün uygulamalara, politikalara yanlış diyenler hainlikle, teröristlikle suçlanıyor.  Ne olduğu belli olmayan üst akıl’ın taşeronu olmakla suçlanıyorlar. Eleştiriye, düşüncelerin ifade edilmesine hak tanımıyorlar, basın tekelleşti, düşünce özgürlüğüne hak tanınmıyor. Gelir dağılımında uçurum korkunç boyutlara ulaşmış. Halk sefalet içinde. Eğitimsiz, cahil, hasta ve perişan, binlerce insanın barınma sorunu var, milyonlarca insan işsiz…

Eser sahibi: Arthur Szyk. 
Karikatür: Satan leads the ball/ Şeytan topu yönetiyor-1942

İşte gerçekler bunlarken; bu gerçekleri görmeyip hayal kuruyorlar. İnsanlar aç, geçinemiyorlar, cinayetler, sapıklıklar almış başını gitmiş; gerçek tablo buyken hayal kuruyorlar. Şeriat düzeni getireceklermiş de… Olmayan duaya amin diyorlar. Bu dünyanın şartlarında, bu somut koşullarda gerçekler, veriler, olgular bunlarken kalkıp bir şeriat düzeni, bir mollarşi, faşist bir molla düzeni kurmanın imkânsızlığını bunlar anlamıyorlar! Hayal dünyasında yaşıyorlar. Bu boş hayallerin sonu hüsran. Gittikçe yoksullaşan milyonlar da, bu boş hayallerde mahvolan kurban. Bu gerçeği anladıkça, ayaklarının üzerinde doğrulmayı öğrenecek insan… Kendi gücünün farkına varmak çok önemli. Kendi gücünü örgütlü güce dönüştürmek daha da önemli. Güzel günler için değmez mi?


27 Eylül 2020

Çanakkale- İstanbul

Tags: ,


About the Author



Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Back to Top ↑