Yazarlar

Published on Ekim 1st, 2020

0

Yoldaşça Sohbetler 4: Entelektüel sermaye ve zamanın ruhu – Cengiz Türüdü / Naim Kandemir


Kıt bir entelektüel sermaye vardı, O da birkaç ay içinde tüketildi zaten. Entelektüel sermaye diye bir kavram var. Bu sermaye kıttı bizim solda…

Naim- Pandemi bir gün biter de, bu toplumda okumayıp haberdar olanların laf cambazlığı pandemiden uzun sürer sanırım.

Cengiz- Laf olsun torba dolsun grubunda çok insan var.Bir altyapı yok, okuma, inceleme yok…

Naim- Üniversiteyi bir diploma, kariyer sanıyorlar sadece. Öyle değil. Bize üniversite ne kattı? Oranın verdiği diplomayı ne yaptık ki? O havayı solumak, o sosyal ilişkileri yaşamak; üniversite eğitiminden kastettiğimiz bu.

Cengiz- Toplumu ben Siyasal’ın derslerinde öğrenmedim. Onun kütüphanesinden, hocalarından, oradaki insanlardan öğrendik hepimiz.

Üniversite bir ortam, bir kültür, yaşam kültürü. Sinemasıyla, sanatıyla, felsefesiyle, davranış biçimleriyle, sosyal ilişkileriyle…

Naim- İnsan tanıma merkezi oldu oralar herkes için. İyisini de tanıyorsun, cinsini de…

Cengiz- Siyasal gibi yerlerde yoğun üniversite kültürü almış insanlarla, bu kültürü almayan insanlar arasında çok büyük farklar var.

Naim- Bunlar arasında espriyi bile anlama farkı var. Bu fark hayatın her alanına sirayet ediyor. Bir uyuşma olmuyor. Kafa dengiliği durumu doğmuyor. Bir konuyu, sözü çok fazla açıklamak, dipnotlarla konuşmak zorunda kalıyorsun.

Bizim 12 Eylül öncesi o ortamımızda büyük bir bölümümüz leb demeden leblebiyi anlayabilir haldeydiler. Aynı jargonu kullanmak da önemliydi tabi bunda.

Cengiz- Adam 30-40 yaşında Nietzsche okumaya kalkmış. Kardeşim, 40 yaşına kadar beynin Nietzsche’yle temas etmemişse, kırkından sonra Nietzsche’yi anlayamazsın. Ağaç yaşken eğilir. Her anlamanın bir yaşı vardır.

40 yaşına kadar Marks’ı anlamamışsın. Ondan sonra Marks’ın neyini anlayacaksın? Marksizm kitaplarını lisedeyken okuyordum ama anlayamıyordum. Onları anlayacak kültüre üniversitede ulaştım. Dolayısıyla yeniden okuduğumda anladım onları. Altyapı olmadan anlayamadım. Aynı zekâya sahiptim ama o altyapı yoktu. Bilgilene bilgilene o kitapları anlayacak düzeye ulaştım. O zaman çok rahat anladım. Her okuma anlama değildir.

Bu birikim, bilgilenme kolay iş değil. Tek başına zekâ da yetmiyor buna. Çok zeki olabilirsin. Ayrı bir şey. Zekâyı beslemeyince, onun altyapısını kurmayınca o zekâ da bir şeye yaramıyor. Fonksiyonel bir özellik kazanmıyor. Sonuçta; zekâ, temel koşullardan birisi. Önemli olan ikinci bir şey daha var. O da; zamana yayılmış bilgi süreci.

Naim- Zekâ konusunda bizim ülkede-okumuşlar arasında- zekâyı geliştirme, bilgiyi öğrenme açısından şöyle bir sıkıntı var; bunu yarıştırmak, pazarlamak için yapanlar var. Ben kendim öğreneyim, dünyayı tanıyayım alçak gönüllüğüyle değil çoğu zaman… Bu tipler çok yaygın. Yarıştırmak, mat etmek, öne çıkmak hedefleriyle yapanlar var maalesef. Amaç bu olunca dürüstlük falan kalmıyor.

Cengiz- Evet, öyle olunca hem dürüstlük kalmıyor, hem de bir entelektüellik, bir entelektüel yapı ortaya çıkmıyor.

Naim- Bilginin saflığı da bozuluyor. Bilgi; mat etme, faka bastırma, üstün gelme aracına dönüşüyor. Kardeşim, bu tavla değil ki! İnsana, dünyaya ilişkin ciddi bir şey konuşuluyor… Sen eksik, yanlış bilebilirsin; karşındaki senden iyi biliyorsa, tamamla. İkiniz de bilmiyorsanız, bileceğiniz birinden, yerlerden öğrenin. Türkiye’de bilgi edinmede ve bu ahlakta eksiklik var. Bizim soldaki, konuştuğumuz birçok sorunu da buna bağlıyorum…

Cengiz- Solda eskiden olanları hatırla. Çoğunda; sen bilmiyorsun, ben biliyorum; tartışmaların özü buydu.

Naim- Hele bir de kalabalığın önünde tartışma yapılıyorsa, meddahlar gibi çıkılıp; bak nasıl geçirdi, kitabı yutturdu, yedirdi, ağzının payını verdi, dut yemiş bülbüle çevirdi, susturdu; değerlendirmeler böyleydi.

Cengiz- Bakış açısı bu olduğu için o bilgiler, o teoriler hiçbir zaman bir bilgeliğe dönüşmedi. Bir aydınlanma özelliğine dönüşmeyip o şekilde kaldı işte.

Naim- Bu bizi şuraya getiriyor: bilgi, ahlakla, erdemle, bilgelikle iç içe olmalı.

Cengiz- Ahlak ve erdem yoksa, alçakgönüllülük, tevazu yoksa; o bilgi, bilgilenme süreci, o bilgi birikimi bilgeliğe dönüşmüyor. Onu bilgeliğe dönüştüren; dediğin o ahlak, o erdem, o alçakgönüllülük ve tevazu. Bunlar bilgiyi, bilgi birikimini bilgeliğe, yaşam felsefesine dönüştürüyor. Bunlar olmadan erdemsiz, ahlaksız, tevazudan yoksun modern insani bir yaşam felsefesi olmazki.

Naim- Soldaki bu sıkıntılı durumun doğmasının sebeplerinden birisi de “Sola teori neden gerekli?”* diyaloğunda anlattığın meseleye dayanıyor bence. Yeterli teorik donanım sağlanamadan yapılanmalara gidildiği için; o kısır, elde avuçta ne varsa, bir harçlık teori gibi her şeyi; dünya, Türkiye o ufacık harçlık teoriyle açıklamaya çalışıldığında iş fetbazlığa döndürüldü.

Cengiz- Kıt bir entelektüel sermaye vardı, O da birkaç ay içinde tüketildi zaten. Entelektüel sermaye diye bir kavram var. Bu sermaye kıttı bizim solda. Sermaye hemen bitince ağız dalaşı başladı. Baştan bir birikim varmış gibi görünüyor, aslında öyle bir şey de yok. O da bir yanılsama. Şirket nasıl bir sermaye birikimiyle kuruluyorsa, örgüt de bir entelektüel sermayeyle kurulur. Niye ağız dalaşı başlıyor? Çünkü yeterli entelektüel sermaye yok elde. Tüketmişsin hemen. Yeni bir şey de ekleyemişsin üzerine. İş, ayak oyunlarına dönüyor böylece.

Naim- 12 Eylül öncesi teorik mücadele Türkiye’de böyle yaşandı. Solun önündeki en büyük çukurları bu anlayış açtı.

Bu bilgi konusunda bir de bilginin züppeleşmesi olayı var…

Cengiz- Çok ünlü bir hocamız var, tanıyorsun. O da bu konuda erdem, tevazu yoksunu. Kendisi snoptur mesela. Malumatfuruştur. Çetin Altan gibi o da bilgiyi züppeleştiren insanlardandır.

Bunlar da demin konuştuğumuz dogmatizme bağlı kişilik yapılanmasının başka bir versiyonu. Bunlarda da etik, tevazu, erdem yok. Onun için bunların da bilgisi bilgeliğe dönüşmüyor. O yüzden bunların bilgisi de gösterişe, şov nesnesine dönüşüyor. Bilgileri bir şov görselliğine dönüşüyor. Bilgi, bunlarda da kasılma, kibirlenme, tepeden bakma, kabarma, küçümsemeye dönüşüyor.

Naim- 2011’de, bu tür olumsuz meziyetlere sahip olanlardan birinin ameliyat sonrası otoritenin şifa bulması için kaldırımda açılan geçmiş olsun defterine geçmiş olsun dileklerini yazmak amacıyla beklediğini ve deftere yazdığını gördük televizyonlarda. İç sızlatıcı bir görüntüydü.

Bu da yetmezmiş gibi kitaplarını bir üniversiteye bağışlayacağına, kitapla yazarla arasında dağlar olan bir yere bağışladı. Hiç gereği yoktu. Çok büyük yıprattı kendini. Neyin diyeti bu?

Cengiz- Dalkavukluk bunun adı. Ufak bir danışmanlığa tav olmuştur. İşte bu da zamanın ruhunu kavramak!

Zaman, zamansız bir zaman değildir. Yani, bu zaman, geçmişi olmayan bir zaman değildir. Bu zamanın nereden geldiğinin farkında olmak gerek. Bugünkü zamanın ruhu, dünkü zamanın içinden çıkıp geldi. Dünü bilenler buna şaşırmazlar. Diyalektik bunu gerektirir.

Nietzsche, Freud, Marks, Einstein çağ belirleyen dahiler. Bunları bütünlüklü okursan kafanda bir sistem oluşuyor. Adam böyle bir çabanın içine girmemiş; Nietzsche’den bir alıntı duyuyor, o alıntıyla dünyayı izah etmeye çalışıyor. Freud’dan ilginç bir alıntı buluyor, onunla maymuncuk gibi her kapıyı açacağını zannediyor. Bu dahileri ve bunların etrafında oluşan okulları bilmeden o meşhur zamanın ruhunu yakalayamazsın.

Edebiyat, sanat, sinema, müzikteki akımlar, gruplar, eğitim anlayışındaki farklılıklara baktığımız zaman; bunlar, çağlarını belirlemiş olan özellikle bu üç dahiye dayanıyor. Politik akımlar da öyle. Marksizm, faşizm… Faşizmin moral temellerini hazırlayanlardan biri Nietzsche. Bolşevizm, Marksizm, devrimler, anarşizm, başkaldırılar… Bu alanlarda da bu üç dahiyi bildiğin zaman, işin özünü kabaca anlıyorsun. Sanatsal, felsefi, politik akımların ve devlet yapılanmalarının özünü anlıyorsun. Bu üç büyük nehir yatağını bildiğin zaman toplumda akan suyun ne olduğunu, anlıyorsun. Suyun nereden geldiğini, nereye aktığını biliyorsun. Zamanın ruhu böyle bir şey; bunlardan hareket ederek zamanın ruhunu anlayabilirsin.

Naim- Zamanın ruhunu, dünyadaki dev markaları bilerek, sayarak değil; bu bütünlüklü bakış açısıyla kavrayabiliriz.

Cengiz- Bu markacılar, zamandan değil, zamanda bir ân’dan bahsediyorlar. Bu markalar zamanın bir ânı , aşaması. Zaman daha uzun bir süreç. İşte, o bütün süreç içerisinde ne oldu? Önemli olan o.

29 Eylül 2020

Çanakkale- İstanbul

 *UmutDiyalogları, 2020, Cengiz Türüdü&Naim Kandemir, Notabene Yayınları

Tags: ,


About the Author



Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Back to Top ↑