Yazarlar

Published on Şubat 19th, 2021

0

Zamanın ruhunu yakalamak – XWE Metin Ayçiçek


Zamanın ruhunu yakalamak isteyenlerin zamanı ruhsuzlaştırdığı böylesi görüntülerle kirletilmesi (siyaset ya da grup farkı gözetmeksizin söyleyerek), ne yazık ki tarihimizde sıkça görüntülenen bir illet gibi yapıştı yakamıza…

Üç yıl önce idi. Türkiye’de genel seçimler sürecinde, sosyalist hareketin içinde hararetle sürdürülen tartışmalar üzerine Kemal Can’ın “Allah Benzetmesin” başlıklı yazısını okuduğumda büyük keyif almıştım. Benim de şu ya da bu biçimde içinde yer aldığım tartışmaların taraflarının iddialarını dayandırdığı çıkmazın tarihi belgelerinin “belge özelliğini koruyarak artık yayınlanması gerektiği” kararına ulaşınca, tek başıma altından kalkamayacağım bu işi sırtlayacak arkadaşların da aktif desteği ile çalışmalar başladı. Ve böylece esas olarak bu çabaya aktif olarak katılan arkadaşların emeği üzerinden KURTULUŞ BELGELER kitap dizisinin yayınlama süreci başladı. Nihayet BELGELER-5 ile birlikte 8 kitap aktarılabildi. Ve sanıyoruz ki, BELGELER en az 15 kitap olacaktır.

Kemal Can, yazısında 2018 yılı genel seçimleri sürecinde sürdürülen tartışmalara değindiği yazısında, 12 Eylül’den sonra da ve çok sıkça tanıdığımız, açıktan açığa ya da dolaylı ifadelerle tezlerini savunurken, aynı argümanların farklı yorumlarını dillendirmekten başka bir açılım getiremiyorlardı. Geleceğe ilişkin yorumlarla süslenen yazılarımız, “evrenselliği” iddialarıyla mutlaklaştırılan ve dinsel bir boyut kazandırılan Marksizm anlayışına karşı “somut koşulların somut tahlili” gibi zamanın egemen olan ruhuna kendini kaptırıp “duvarların yıkıldığı”, “sosyalizmin çöktüğü”, “kapitalizmin zaferini kutladığı” iddialarına kadar gerileyen “zamanın ruhunu yakalamak” esprisi… Kemal Can, dönemin (2018) tartışmalarını şöyle betimlemişti: “Tartışmaya katılan hemen herkes, kendi tezini kendi gibi düşünmeyenlerin yanlışlığı üzerine inşa etmeye çalışıyor, hatta önemli bir kısmı oradan ileriye de gitmiyor. En hafifinden “ahmaklık”, “aymazlık” olan suçlamalar hakaretlere kadar yükseliyor. Çünkü, dönemin ruhu; “anlatacak bir şey aramanın” değil karşındakinin kötü, yetersiz ve güçsüz olduğunu kanıtlamanın daha geçerli olduğu bir zemin yaratıyor. İkna edici bir şey söylemek yerine “ötekinin” sesini boğmak, haklı çıkmak değil karşındakini yere sermek, kavgayı önceden çıkartmak ve ilk yumruğu atmak önemli.”

Zamanın ruhunu yakalamak isteyenlerin zamanı ruhsuzlaştırdığı böylesi görüntülerle kirletilmesi (siyaset ya da grup farkı gözetmeksizin söyleyerek), ne yazık ki tarihimizde sıkça görüntülenen bir illet gibi yapıştı yakamıza. Tarihin babası olarak tanımlanan Heredot’tan daha önce ve üstelik bu asker-komutan olarak içinde yer aldığı Pelepones savaşları üzerine ilk tarih kitabını yazan Antik Yunan felsefesinin önemli isimlerinden biri olan Thukidides (MÖ: 472-404) , “doğaüstü güçlerin keyfi iradelerine göre biçimlendiği düşünülen toplumsal değişimlerin gerçekte sadece ve sadece ‘birlikte yaşayan insan eylemlerinin ürünü’” olduğunu söyleyerek geleneksel idealist felsefeye ve düşünce sistemlerine büyük bir darbe indirirken “toplumsal sorunların nedenlerinin tespit edilebileceği ve bu sorunların çözümünde bilimsel yöntemlerin uygulanabileceği görüşünü” savunarak da Marks’a kadar ulaşan bir etkileme gücü kazanmıştır. Thukidides, siyasetin eleştirel değerlendirmesinin yapılabilmesinin yolunun kesinlikle tarihin araştırılmasından geçmekte olduğunu söyleyerek, çağdaşı Heredot’tan bütünüyle ayrışmıştır. 

***** 

“Tarih” üzerine uğraşmak, o tarih içinde yer alanların savunma güdüsüyle “tarihsiz” olarak yapabileceği (ki, çoğu zaman sadece bu yapılmaktadır) karşı tezlerle irdelenebilmesi için belgelere dayandırılması çok önemlidir. Ama elbette belgelerin seçimi de bu konuda “her türlü hileye” kapı açabilir. Bu nedenle böylesi bir çaba ancak farklılıkları da içeren çalışma gruplarıyla birlikte sürdürülmelidir. 

İnsanın geçmiş bugün ve gelecek arasında kurduğu bağ, çizgisel bir rota olarak tanımlanamaz. “Tarihin belirli bir aşamasında geçmişte yaşadıkları ile içinde bulundukları koşullar arasında bir bağ olduğunu keşfetmişlerdir. Buna bağlı olarak tecrübelerini gelecek nesillere aktarmakla onlar için bir değer yaratabileceklerini düşünmüşlerdir. Tarih yazımının ortaya çıkışında bu gibi toplumsal etmenlerin önemli olduğu ileri sürülebilir ve buna bağlı olarak tarih fikrinin ortaya atılışının da tarihsel olduğu söylenebilir.” (Tanıl Bora. Zamanın Ruhu. Birikim Dergisi. 28 Mart 2018.) Gelecek kuşaklara aktarılacak bilgilerin “hangileri olduğu” bilgisinin seçimi, tarihi tarih olmaktan çıkarır ve toplum mühendisliğine soyunan senaristlerin yazdığı bir senaryoya dönüştürür. Tarihe yön veren olayların aktörlerinin kim olduğu önemli midir sorusu çok da masum bir soru değildir elbette. Biliyoruz ki tarih tek tek bireylerin kahramanlıkları üzerine kurgulanamaz ya da rastlantılarla açıklanamaz. Yani tarihin kullanım biçimi,” tarihten beklentileri ve tarih yazımı biçimlerini bütünüyle etkiler ve bu nedenle de bu anlayış da tarihseldir. Üstelik, “sahip oldukları ortak davranış formlarının önemli bir kısmı da kendilerine ‘tarih’ adıyla sunulan kolektiflik bilinci tarafından belirlenmiştir.” (Tanıl Bora. age).  Tarihte gerçekte yaşadıklarını, daha sonraki yıllarda üretildiklerini bildiğimiz örneğin İstanbul’un fethi masalları için uydurduğumuz “Ulubatlı Hasan” gibi; bütün Ortadoğu’nun ortak destanı olan ve esas olarak İran’a ait olan “Köroğlu” Destanı’nın Bolu versiyonu gibi duygu ve düşünceleri yönlendiren kültürel motifler hep süreç içinde uydurulmuş “ortak tarih içinden” verilir.

*** 

“Derin” sohbetlerimizi süslemek için felsefi derinliklere inerek kültürel derinliğimizi “sergilemek” sıkça başvurulan yöntemlerden birisidir. Uzay ve zamanın derinliklerine dalıp, başlangıç ve son arasında kalmanın şaşkınlığı içerisinde sonsuzu tartışmak dünya ölçekli ufkumuzu çok geliştiremese de, tarih üzerine girişilen sohbetlerin çoğunda mitolojiden başlayıp arkeoloji, etnoloji gibi köprüler üzerinden yola çıkarak fütürolojiye dalmak en keyifli sohbetlerimizin en keyifli anlarını yaşatır insanlara. Şimdilerde bu tür sohbetlerde teknoloji dünyasının ve özellikle bilgisayar teknolojisinin gelecek için vaat ettiği değişimler bol çeşnili ve o oranda da ilgi çeken temel temadır. Örneğin çip’lenmiş bir insan hayalinden başlayarak yaratılabilecek geleceğin dünyasının sunacağı olanakları olasılıklarla birlikte anlamaya çalışınca, sanırım bu tür bir sohbeti bitirebilmemiz için değil saatler, ömür de yetmez. Öylesine hızlı gelişen bir teknoloji içerisindeyiz ki, biz var olan alanda tartışmayı bitiremeden, yeni tartışmalara gebe yeni buluşların hızla türemesi artık olağan süreçtir.

***

Sanırım böylesi sohbetlerimizin çoğunun sonuç bildirgesi “zamanın ruhunu yakalamak” önerisiyle son bulur. Elbette yanlış da değil. İçinde yer aldığımız felsefi, etik ya da politik düşüncelerimize göre “zamanın ruhu” kavramından ne anladığımıza (ya da ne anlamak istediğimize) bağlı olarak yorumlar getirmemiz söz konusudur. Yani zamanın ruhu aynı zaman dilimi içerisinde tercih edilebilecek farklı felsefi, etik ya da politik düşüncelere göre farklılaşabilir, hatta birbiriyle tam zıtlık sergileyebilir. Basit bir örnek verebiliriz: Kapitalizmin egemen olduğu bir dünyada zamanın ruhu kapitalizme bağlı ve uyumlu düşünceler olabileceği gibi “zamanı dönüştürme” isteğiyle günümüzün egemen sosyo-ekonomik temeli olan “kapitalizmi”, doğaya, insana, ve topluma verdiği zararlar nedeniyle ortadan kaldırmaya yönelik düşünceler de olabilir. Birinci tercih de ikinci tercih de yaşanmakta olan zamanın içinde ve içinde yer aldığımız ilişkiler bağlamında anlam kazanabilmektedir. Bu nedenle güncel yaşamda da sıkça kullanılan bir kavramdır.

Kavramın kullanımı bile insana içsel bir mutluluk vermektedir. Çünkü insan geçmişle bugün, bugünle gelecek arasında bağ kuran bir varlıktır. Ve üstelik bu bağ içerisinde üstlendiği rol, ona günü ve geleceği değiştirebilme gücünü verdiği için, “kendini değerli bulmasının” belki de biricik kaynağıdır.

Çınar Oskay, Hürriyet’in pazar ekindeki Kars röportajında bir lokantada içki servisinin masa altından yapıldığını anlatırken, “zamanın ruhu”yla açıklıyor bunu. Dönemin şartları ve “zamana uyma” gereği yani. Oysa masa altından içki alan birey, böylece bir ihtiyacını gidermektedir. Bunu yapan kahveci, bu tür bir satışla belki de yasalara ya da toplumsal kurallara aykırı davranıp riske girmeyi kabullenerek kazancını sürdürmeye çalışmaktadır. Bu tür bir kahveci tavrını toplum için tehlikeli bulup karşı çıkan birey, mevcut zaman dilimi içindeki iktidar gücünün sistemin belirlediği yasal yetkiye dayanan “meşru” “kurumlarının” kararlarına uymanın zorunluluk olduğunu düşünerek, iyi bir vatandaş olabilmek için bu tür bir satışı reddedip gerekirse ihbar edebilir. Ekonomik sıkıntının geçim standartlarını çok negatif etkilediğini düşünen herhangi bir dar gelirli, bu tür bir ilişkiyi görmesine rağmen sesini çıkarmayarak bu ilişkiden yararlanmayı düşünebilir. Ya da “çocuklarımızı zehirleyeceksiniz” iddiasıyla ortalığı velveleye verebilir.

Bu tutumlardan hangisidir zamanın ruhu? Tek yanıtım var: Zaman ile ilişkilendirilip bir çıkara dayandırılan ve geniş toplumsal ilişkilerin dışında kalmayı göze alamayan bireyin.

Ve ben toplumun değer ve düşüncelerinin bütünüyle dışında ve hatta karşı bir duruşta olmamama rağmen ve kendimi tam da “zamanın ruhunu” yakalamış biri olarak tanımlarken, sanırım büyük çoğunluk, AKP’li bir iktidarın sunduğu harama ortaklık temelinde şekillenen davranışların arttığı ve bunun “normal” olarak adlandırıldığı ilişkiler bütününü İslâm’la da taçlandırarak savunmaktadır.

Ve Türkiye sosyalist hareketinin eskiye göre haylice azalmış bir kesimi de, kendi daracık mahfillerini korumak adına attıkları her adımı zamanın ruhuna dayandırıp, bireyi ruhlar âlemine götürmeye çalışırken, günün yakıcı gerçeklerinin dışında kalan kendi yaşamlarına anlam kazandırmaya çalışmaktadırlar.

Bu tavır, zaman zaman insanlığın, toplumların, ekonomik sistemlerin geleceğine yönelik muhteşem sohbetlere konu olurken, sosyalizm adına daracık alanlarda “oynamayı”, buna yönelik önerilerde bulunup, günümüzün sorunlarının dışında kalmayı sürdürmeyi alışkanlık haline getirmişlerdir.

***

Aslında “zamana uymak”,  “zamanın ruhunu yakalamak” gibi sözler bireyi yanlış bir arayış içerisine sokmaz. Ne var ki “bıçak” örneğinde sıkça anlattığım gibi, ekmek kesmeye de insan kesmeye de yarayan bir araçtır bu söz. Zamanı yenilediği ve elbette sürekli olarak değiştirdiği nesnel koşullar yok sayarak yaşayamaya çalışmak bireyi toplumun dışına atar. Ne var ki, toplum, çevre gibi toplumsal birimler tek bir içeriğe sahip değildir. Her birey, “kendini” kabul eden bir çevre bulabilir. O halde zamanın ruhunu yakalamak ve ortak değerlere sahip bireylerin oluşturduğu toplumsal birimle arasında yer almak, bireysel tutarlılık ve mutluluk için de bir zorunluluk olarak ortaya çıkar.

Örneğin düşünce ve düşüncenin ifadesinin özgürlüğü konusunda çoktan aşılmış olan bir zaman dilimi içerisindeyken, dünyayı kendi mahfilimiz kadar görerek, gerektiğinde düşünce özgürlüğünü gasp edebilen bir anlayışın zamanın ruhunu yakalamış olduğu iddia edilirse, bu ruhun, gerçekte asit nitelikli “tuz ruhundan” başka bir şey olmadığını düşünebiliriz.

***

Heredotla aynı dönemin tarih yazarıdır Tukididis. Üstelik savaşın içinde fiilen yer alan bir savaşçıdır. Ve Heredot’tan önce yazmış olmasına rağmen kitabı pek ünlü değildir. Çünkü dil farklıdır. Heredot güzel süslemelerle, gerçek dışı öykülerle bir masal kitabı yazmıştır, Tukididis ise bir tarih kitabı (Pelopponnes Savaşlarının Tarihi). Yani genel tanımlama ile, “Herodot yalnızca bir hikâyeci iken Tukididis tarihi siyasi açıdan ele alan bir tarihçidir.” Ve o çağda Tukididis bu farkı bilir ve şöyle yazar:

“Eserim toplantıda okunurken masalımsı şeylerin bulunamaması dolayısıyla belki eğlendirici bir tesir bırakmaz. Geçmişteki şeyler gibi, yeryüzü olaylarında adet olduğu üzere, bir zaman gelip aynı yahut benzer şekilde meydana gelecek şeyler üzerine de eksiksiz bilgi edinmek isteyenlerin onu faydalı bulmaları yeter. Bu eser sürekli bir mal olmak için yazılmıştır, o an için dinlenecek gösterişli bir süs olarak değil.” (Thukididis. Pelopponnes Savaşlarının Tarihi)

***

KURTULUŞ BELGELERİ’nin yayınlanması, tarihin, yanlış bir “zamanın ruhu” kavramıyla açıklanmasının siyasete ödedeceği bedelleri sergilemeye yardımcı olabilir. Tarihsel sürecin değerlendirilmesine yönelik düşüncelerimizi yeniden irdeleyebilmemize yardımcı olabilir. “Zamanın ruhunu yakalamak” anlayışı ile keyfimizce belirlemiş olduğumuz “zamanın koşullarına teslim olmak”  anlayışının aynı şey olmadığını net olarak gösterebilir. Marksizmin ifade ettiği çağımız toplumlarının temel çelişkisini yok sayarak yaratılacak bir ruhun birey ya da örgütleri zamandan koparacak, ruhsuzluğa yol açacak sonuçlar üretebilmemize yardımcı olabilir. Sınıflı zamanların ruhu’nun 1845’lerde Komünist Manifesto ile tanımlandığı; özü itibarıyla bu ruhun bugün de varlığını sürdürdüğünü biliyoruz. Değişeni görerek, temel sınıflar arasındaki temel çelişkinin sürdüğünü fark ederek, somut koşullardaki, sömürü sistemlerine karşı sürdürülen mücadelelerin ruhunu yaşatarak eylemi geliştirmek, yenilemek, mevcut koşullara uygun hale getirerek yaygınlaştırmak, bugün de, zamanın ruhunu doğru anlamakla mümkündür.

***

 KURTULUŞ BELGELERİ kitapları, mücadele tarihimizin bir kesitinin deneyimlerini, mücadelenin sürdürülmesini isteyen herkesin ulaşabileceği bir kaynaktan ücretsiz olarak aktaracaktır. AVRUPA DEMOKRAT Gazetesi, bu kitapları okuyucularına ulaştırabilmek amacıyla internet sayfasında gerekli düzeltmeleri yaparak kitlelere ulaşımını gerçekleştirmektedir. Bu çabayı selamlıyor, teşekkür ediyoruz. Tukididis’in dediği gibi: Hamaset yapmak, masal anlatmak, bol keseden atmak yerine, kayda geçen yapılanlarla üzerinden konuşarak yapılanmayanları saptamaya çalışmak, geleceğe yönelik umutlarımızı yenileyecektir. 


XWE Metin Ayçiçek – 19.02.2021


Tüm kitapları aşağıdaki linkten direkt okuyabilir ve indirebilirsiniz…

https://avrupademokrat.com/kurtulus-belegeler-avrupa-demokratta/

Tags: , , , ,


About the Author



Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Back to Top ↑