Makaleler

Published on Kasım 23rd, 2021

0

Zenginler neden korkar | Mustafa Kumanova


Amacımız bir araç olan politik iktidarı ele geçirmek olmamalıdır. Amacımız tüm sınıfları ve politikanın kendisini tarihin mezarlığına gömmek olmalıdır…

Birbirine karşıt ve birbiriyle çelişkili sınıflardan oluşan toplumda sınıfsal mücadele sanılanın aksine sadece ekonomik alanda gerçekleşmez. Sınıflar arasında aynı zamanda sosyal ve politik rekabet de vardır. Diğer bir deyişle arka planda aslında gerçekleşen siyasi üstünlüğü elde etme ve sağlama mücadelesidir. Günümüz modern toplumunda bu üstünlüğü kurma mücadelesinin bir tarafında bu mücadeleyi sahip olduğu silahlar olan kimi zaman grevler kimi zaman seçimler ve kimi zamanda üst yapıyı yıkabilecek devrime evrilme potansiyeli taşıyan başkaldırı ve ayaklanmalar vasıtasıyla yürüten işçiler yer alır. Diğer tarafında ise kapitalist burjuva sınıfı ve varlığını asgari ücretli işçilerin sömürüsü üzerinden yürüten burjuva sınıfının maaşlı hizmetkarı memurlar/milletvekilleri yer alır. Burjuva sınıfı içinde asıl tehlikeli olanlar ise, ipleri elinde bulundurduğu sanılan ve sahne ışıkları altında pohpohlanarak yer almayı seven kibir ve ego abidesi Jeff Bezoss’lar, Marc Zuckenberg’ler ve Bill Gates’lerden ziyade perde arkasında siyasi kuklaların iplerini ellerinde bulunduran hiçbirimizin tanımadığı dolar milyarderleridir.

Bu dolar milyarderlerinin en büyük endişesi ve korkusu da servetlerini kaybetmektir. Bu korku onları uykusuz bırakabilir ve vicdani körelme eşliğinde tüm insani değerlerini kaybettirerek saldırganlaştırır. Aslında kapitalizm burjuva sınıfını da ele geçirmiştir. Servetleri ile her şeye ulaşabileceklerini ve her şeyi yapabileceklerini zannedenler gerçekte tasarruflarının çalınacağı ve boşaltılacağı endişesini taşıyarak çaresizlik labirentinde kaybolurlar. Bir anlamda tüm bilinçleri kapitalizm tarafından rehin alınmıştır. Aslında burjuva sınıfı temel ihtiyaç mallarına erişimi ve genel mutluluğu azaltan özgürlüklere erişimi engelleyerek sömürdüğü işçiler üzerinden zenginleşir. Ancak yine de sömürdüklerinin bilinçlenip hayatlarını gerçek anlamda kabusa çevirmelerinden ve servetlerini kaybetme ihtimali ile yüz yüze gelmekten endişelidirler. İşte bu çaresizlik de beraberinde şiddeti getirir. Şiddetle sarmalanmış bu saldırganlık hali ise siyasi zeminde kendini toplumun otoriterleşmesi(tek adamlık) ya da bir polis devletine dönüştürülmesi şeklinde gösterir. Aynı zamanda bu korku korkunun asıl sebebi olan sömürdükleri işçilerin bilinçlerine de bir başka şekliyle zerk edilir. Birbirlerine kırdırtılan göçmen ya da yerel işçilere, işlerini kaybetme korkusuyla kabusa dönüştürülen hayatlara, algılatılan yoksullaşma esasen sınıfsal bir uyanış ya da kabarışın önüne set çekerek varlıklı egemen sınıfın kendi endişesinin kendi kabusu haline dönüşmesini engellemekten ibarettir. Kökende olup bitenin üstünün örtülmesi, yani bir anlamda işçilerin birbirlerine kırdırılıp uyanmaması ise dini ve milliyetçi kimlikler üzerinden yaratılan ayrımcılıklarla su yüzüne çıkartılarak sağlanır.

Tanrısal bir buyrukmuş gibi kendisine sunulan yazgısal köleliğine boyun eğdirilip kendini ifade etmesi yasaklanan ve kendi potansiyelinin farkına varması elinden alınan işçi, yaratılan dini ve milliyetçi kimlikler vasıtasıyla böylece kendini ifade etme ayrıcalığına kavuştuğunu görür. Kendisine giydirilen kimlikler yoksulluğunun da açlığının da önüne geçer. Oysa tarihin her devrinde olduğu gibi ezenlerin hizmetinde yer alan din ve milliyetçilik ekmeksizlik demektir. Açlık demektir. Fakat onun karnı kimliklerle doymuştur. Ve böyle olduğu için de kendini ifade etme aldatmacası altında okşanan gururu ve çoğunluktan, yani güçlüden yana olma kibriyle kendi ezilmişliğinin acısını kendinden olmayan azınlık kimliklerden çıkartır. Oysa tüm bu gelinen noktalara rağmen gerçekte tek bir gerçeklik vardır. İşçi ve patron. Sömüren ve sömürülen. Patron daha aza daha çok çalıştırır. İşçi ise daha çoğa daha az çalışacağına din ve milliyet ile iştigaldir. Dincilik ve milliyetçilikte vücut bulan kendini ifade etme ve kendine toplumda çoğunluk olarak farklı bir yer edinme zannının verdiği haz fiziksel ve ruhsal sömürülmesine neden olan işçi sınıfı kimliğinin önüne geçer. Sömürülmesini ortadan kaldıracak gücü içinde barındıran işçi sınıfı mücadelesinin yerine sömürülmesini adeta ebedi kılacak dini ve milliyetçi kimliklerine sahip çıkmayı koyar ve onlar adına politika vasıtasıyla meşrulaştırılmış kimlikleri için ölme ve o kimlikleri adına öldürme içsel bir hal alır. 

Tüm bu olup bitenlerin ardında ise siyasi üstünlüğü elde ettikçe paraya hükmedilebileceği yanılsaması vardır. Oysa bir piyasaya bağımlı olma ve özel mülkiyet işçi sınıfını olduğu kadar burjuva sınıfını da felakete sürükler. Çünkü mevcut sistem içinde çoğaltma arzusu tüm insanlık erdemlerini bastırır. Mülkiyetin ve paranın çok büyük imtiyaz, sosyal konum, onur, saygı ve statü sunduğuna inanılan bu düzen içinde doğal olarak insan büyük bir hırsla ve kural kaide tanımamazlıkla elindekini çoğaltmak ister ve ne pahasına olursa olsun bunu amaç edinir. Tüm bunlara sahip olduktan sonra bile daha fazlasını ister. Elindekini korumak için daha çok çalışır. Kendini paralar. Hayatını paralar. Ve çevresini paralar. Sonuçta para ve güç yanlısı bir insan olarak bir doğa ve insanlık karşıtına dönüşür. Çünkü para için gölgesini sattığı şeytan tüm ruhunu bir kere ele geçirmiştir. Çünkü toplum yaşamın gerçek haz ve sevincini kaçıran bir yapaylığın içine sokulan bir inşadan başka bir şey değildir. Böylece kapitalist/zengin kendi kaderini ezdiklerinin insafına bırakamaz. Elindikileri kaybetme riskini göze alamaz. Tam da bu yüzden her türlü manipülasyonu ve spekülasyonu uygulamayı, rüzgârın tersten esip gemisini batırma tehlikesine karşı kendine bir hak olarak görür. Çünkü fakir bir insan olmak istemez. 

Piyasa bağımlılığı kapitalistleri, kendilerini diğerlerinden soyutlayan ya da suçlu hisseden veya çelişik duygular içinde olacak şekilde davranmaya mecbur bırakabilir. Kapitalizmin kapitalistlerin davranışlarını nasıl şekillendirdiğini kendimizde çok rahat analiz edebiliriz. Çalıştığımız şirkette kendimizi bir düşünelim! Rekabetçi ortamın/savaşın ayakta kalmak için bizi kapitalizmin vahşiliğine nasıl zorladığını ve emrinde bulunmak zorunda bırakıldığımız düzene bağlı olan kurallara uymamız gerektiğini bize nasıl hızlıca öğrettiğini iliklerimize kadar hissederiz. Aynı baskı kapitalistler için de geçerlidir. Çünkü toplumun tüm teşvik edilen ahlaki kodları kar ve zarara yardım edenler ve etmeyenler üzerinden şekillendirilir. Böyle olduğu için de ormanın, nehirin, denizin ve insanın bir önemi kalmaz. Hepsi güç ve para adına sömürmenin araçlarına dönüşür. 

Sonuç olarak işçi sınıfı kendini sömürülmekten kurtarmak istiyorsa tüm olgu ve kavramları yeniden ele alarak sadece siyasi üstünlüğü ele geçirme adına kapitalist burjuva sınıfı ile sosyal ve politik bir rekabete girişmemelidir. Aksine burjuva sınıfıyla birlikte kendi sınıfını da yok edebilecek teorik ve pratik değişimlere girişmelidir. Amacımız bir araç olan politik iktidarı ele geçirmek olmamalıdır. Amacımız tüm sınıfları ve politikanın kendisini tarihin mezarlığına gömmek olmalıdır. 


Mustafa Kumanova – 23.11-2021

Tags:


About the Author



Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Back to Top ↑