Makaleler

Published on Aralık 3rd, 2021

0

Ben ne bilem, Prof. değilem! | İ. Metin Ayçiçek


Geçtiğimiz günlerde “Profesör” Taner Akçam Artı-TV’de yaptığı konuşmada “‘Helalleşmeye karşı hesaplaşma’ diyenlerin bir şey bilmediğini, gereksiz kabadayılık yaptıklarını” söyledikten sonra, bu girişiminden “dolayı da Kemal Bey’e teşekkür edilmeli” dileğinde bulunmuş…

Türkiye’de “profesör” unvanı gerçekten önemli. “Paşa” gibi, “komutan” gibi “kaymakam” ya da “Vali” gibi, unvanla birlikte hemen bir otorite sahibi oluyorsun. Hele de Türkiye gibi bir ülkede artık işin iş!

Unutamadığım bir anı: Bir zamanlar, politik konulu bir söyleşi için Avusturya’ya gitmiştim. Güzel bir söyleşi oldu. Sorular öncesi kısa bir ara verdik. İşte o arada, çok sempatik, yaşlıca bir ana yanıma geldi ve eliyle de konuşmasını canlandırarak: “Hocam, bir şey soracağım dedi. “Benim her öğlen vakti aha buradan bir ağrı giriyor, kırım kırım kıvratıyor, aha şuraya kadar uyuşturuyor?, ne yapmam gerekiyor söyler misin?”

Ben, bana “hoca” türünden tanımlara da sıcak davranmıyorum ama biliyorum ki halkımız saygı duyduğu kişilere bu tanımla yaklaşıyor, Ben de hemen oradan bir arkadaşımın adını vererek: “Ona söyleyeceğim seni hemen doktora götürsün, hangi doktor olduğunu biliyorum” dedim. Arkadaşım gerçekten yardımsever ve bu tür ilişkileri yakından tanıyan o kentten bir dostum. Yardım önerimi severek kabul etti ve ana ile konuşmaya gitti.

Toplantı tekrar başladı, ama o sırada sempatik anamızın alelacele toplantıyı terk ettiğini gördüm. “Sanırım, ağrısı yeniden geldi” diye düşündüm. Söyleşi sonrası arkadaşıma merakla o anayı sordum. Yardımcı olabilmiş miydi acaba? Doktor bulabildiler mi hemen? Yardım edebildin mi? diye sordum. “Boş ver hocam” dedi. “Kadın ana senden hoşlanmamış, ‘ne biçim hoca bu, ağrımı sordum, doktora git dedi, bir şey bilmiyor belli ki?”

**********

Bizde böyle idi demek ki. Bir konuda uzmansan her konuda uzman sayılırsın artık. Her şeyi bildiğini iddia edebilen bir Tayyip cahilinin, Türkiye’yi ekonomik olarak da ahlâk olarak da dibe çökertip, aynen Merkez Bankası gibi içini talan edip boşaltmasına rağmen; Aile Boyu da değil “Hükümet Boyu” hırsızlığı kameralarla saptanıp deşifre edilmesine rağmen; bir eroin şebekesinin yöneticilerini açıktan açığa yanında taşımasına rağmen bu ülkeyi 20 yıldır yönetebilmesini anlayabiliyorum elbette.

Cezaevlerinde tutsak olan devrimcilere yönelik o ünlü 19 Aralık Cezaevi katliamının emrini veren, 237 tutuklunun yaralandığı 30 tutuklunun asker kurşunuyla öldürüldüğü katliamın emrini veren kişi sosyal demokrat Adalet Bakanı hukukçu Profesör Hikmet Sami Türk değil miydi?

Nisan 2007 tarihinde Abdullah Gül’ün Cumhurbaşkanı seçilmesini engelleyen “367 Oy Zorunluluğu” yorumunda ısrarlı olan dönemin Cumhurbaşkanı Hukuk Profesörü Ahmet Necdet Sezer ise, çok daha sonraki yıllarda bu madde yorumunda hile yaptıklarını itiraf etti. Hukukçu Sezer Anayasa Mahkemesi Başkanı idi.

Peki Yusuf Hallacoğlu’nu tanır mısınız ey toplum? Tanırız!: “Ermeni Soykırımı yoktur; aslında Ermeniler Türklere yönelik katliam düzenlemişlerdir” diyerek bütün tarihe küfreden alçak. MHP’li dört dörtlük ırkçı faşist bir Profesör.

Burhan Kuzu’yu hatırlarsınız değil mi? Anayasa hukukçusu Profesör. Tayyip’in “Anayasa taslağı hazırla” komutunu verdiği kankası. Şu ünlü İranlı eroin mafyası liderine gecelik seks partneri ayarlayan onursuz şerefsiz kişi.   

***

Sevgili İlhan Arsel gerçek bir bilim insanıydı. Üstelik katılmadığım görüşleri de çoktu. Örneği Araplara yönelik ciddi boyutta olumsuz ayrımcılık yapıyordu. Çıkar peşinde koşmayan radikal bir sosyal demokrattı. Ve elbette Profesör idi ama gerçekten profesör idi. Kafası ne kadar basıyorsa o kadar veren, ama çıkar beklemeden, mütevazılıktan şaşmadan, başkalarını da ciddiye alan bir akademisyen idi. Bu nedenle profesör demedim, bilim insanı olarak tanımladım.

Arsel, 1977’de görevinden istifa ederken dilekçesinde şu ünlü bölüm aydınlara ışık olacak öneme sahipti:

“Biz öğretim üyeleri, içimizde hiç kuşkusuz pek iyilerimiz bulunmakla beraber, pek çoğumuz yetersiz ve bilgisiz kimseleriz. Dar görüşlülüğümüz ve tutuculuğumuz her türlü tanımlamanın dışında kalır. Çağdaş anlamda üniversite öğrencisi yetiştirecek olgunluktan çok uzağız; yetiştirdiğimiz insanların kaç kez düşük bilgiler ve zihniyetle bu toplumun başına bela olduğunu her gün görmekteyiz. Ülkemizi her gün biraz daha uçuruma yaklaştıranlar da bu bizim yetiştirdiklerimizdir. … bizler, en insafsız, en sert ve hatta en abartmalı biçimlerde yerilmeli, başkalarına çuvaldızı batırmadan önce iğnenin kendimize batırılmasını beklemeli ve bizi yerenleri baş tacı etmeliyiz.”

*****

Geçtiğimiz günlerde “Profesör” Taner Akçam Artı-TV’de yaptığı konuşmada “‘Helalleşmeye karşı hesaplaşma’ diyenlerin bir şey bilmediğini, gereksiz kabadayılık yaptıklarını” söyledikten sonra, bu girişiminden “dolayı da Kemal Bey’e teşekkür edilmeli” dileğinde bulunmuş.

Elbette ülkemin aydınları kendi düşüncelerinin ürünlerini dillendirirler. O da öyle yapmış. Ama ne yazık ki terbiyesizlik ederek, konuşmasında bir aydına yakışmayan tutumla, kendisi gibi düşünmeyenleri “bir şey bilmeden gereksiz kabadayılık yapmakla” suçlamış.

İşte burada onun sadece profesörlüğü değil, çağımızda ortalama herhangi bir “insanda” da var olması gereken sıradan bir değerden yoksun olduğunu görerek “bu ülkeden demokrat da aydın da çıkmaz” iddiasındaki haksız saptamaya inanası gelir insanın. Çünkü bu topraklarda kendini tanımaktan yoksun bir aydının temelinde şu veya bu ölçüde “her şeyi ben bilirim” diyebilen bir megaloman sureti bulursunuz. Geri kalmış uygarlıkların aydınlarında ortak olan özelliklerden biridir bu. Kendileri gibi düşünmeyenleri aşağılamak, hor görmek, hakaret etmek onların “akademik” hedefleridir. Ve Taner Akçam denilen kişi bu tipin “sonradan görme” ilkel bir örneğidir.

******

Dinleyicilerin bir kısmından ona yönelik eleştirel içerikli notlar aldım. Eleştiri herkesin hakkıdır, tamam, ama eleştiri gerçekten ona vereceğiniz emeği hak eden bir konuda olmalıdır. Olur olmaz konularda eleştiri yapmanın da bir mantığı yok. Hatta daha da kötüsü, bu bir enerji kaybıdır ve hakkınızdaki değerlendirmeleri de olumsuz etkileyebilecek bir girişimdir. Hemen sorarlar insana: Taner Akçam’dan başka bir beklentiniz mi vardı ki bu kadar öfkelendiniz?

Devrimciliğinden ne gördük ki profesörlüğünde beklentimiz olsun. Hamburg’da, Elbe Nehri kenarında ördek besleyen sevgili Taner, nasıl da Hürriyet Gazetesi’nin muhabirine yakalanıvermişti hem de Hamburg da, ve hem de ülkesine duyduğu hasret her halinden belli iken, hem de romantizmi uç boyutta yaşarken hem de Elbe Nehrindeki ördeklere ekmek atıp beslerken.

Ah, aklıma neler gelmiyor ki öncesi ve sonrasına ilişkin olarak. Doğum günündeki kabadayılığını hatırlar mı acaba? 24 Ekim 1987.

Hani, tam da doğum gününü kutladığı bir günde Dev-Sol’dan bazı arkadaşların, içinde PKK’ye bağlı bir kitle örgütü olan “Feyka”nın da imzası bulunan ortak imzalı bir bildiriyi dağıtmak istedikleri mekân! (“ ‘Bildiri dağıtmak için bir grup geldi. Bildiriye altındaki imzadan dolayı itiraz ettik.”) Hani gereksiz kabadayılığa soyunup, şöyle demişti: “Siz bizim kim olduğumuzu bile bile böyle bir bildiri dağıtamazsınız…” (Cemalettin Canlı. Devrimci Bir Balet Aydın Erol Kitabı-Merhaba Yavuz. Nota Bene Yayınları, 2018).

Sonra, ikinci kez gelen grup ile “bu bildiriyi dağıtırız-dağıtamazsınız” tartışması ve itiş kakış ve hengame ve silahlar fora!. Ve sonra Dev-Yolcu Y. Ulusal’a ait silahın kazayla patlaması ve merminin, çok sevdiğim arkadaşım Dev-Yolcu balet Aydın Erol’un kafasına saplanması. Sonra gözyaşları. Sonra merminin kime ait olduğu tartışmaları. Sonra yoğunca suçlanan PKK, sonra yoğunca suçlanan Dev-Sol, ve ortaya çıkan sonuç: Bir Dev-Yolcu arkadaşın kazayla silahından çıkan bir mermi Aydın Erol’u bulmuştu.

Elbette bir kaza kurşunuydu bu. Elbette Y.Ulusal da diğer devrimciler de bu çatışmayı istemezdi, bu kazanın gerçekleşmesini istemezdi. Elbette benim de şahsen dostum yoldaşım olan Aydın Erol bütün devrimcilerin sevdiği saygı duyduğu bir komünistti.

Ama gereksiz bir kabadayılık örneği üretti çatışmayı. Kendisi gibi düşünmeyenleri “farklı düşünenler” olarak değil “düşünmeyi bilmeyenler” olarak aşağılayan, dahası hakaret edebilen bir Osmanlı Aydını tipi. Belli ki yıllar yıllar öncesinde mücadele ettiği burjuva demokrasisinin bile gerisinde kalmış, düşünce özgürlüğüne saygı duymayan Arsel’in tanımladığı şu malum profesörlerinden biri. Es kaza İktidar olsa, daha ekonomik olacağı için dara çekmek yerine giyotin kullanabilecek bir mantık.

Dilerim, Kılıçdaroğlu bu mesajı alır da ilk seçimlerde bir “profesör” daha meclise girer.

Dirisine sahip çıkamayıp, ölenlerin arkasından helalleşir mi, yoksa başta kendiyle olmak üzere hesaplaşır mı, kendisi bilir.

Tamam, dinle pratik ilişkimiz olmasa da cenaze törenlerinden biliriz: “Merhuma hakkınızı helal ediyor musunuz!” Saçma bir soru. Hayır desem ne olur? Giden gitti. Oysa gelecek, geçmişin unutturulması üzerine değil, geçmişin sorgulanması ve yeninin oluşturulması üzerine kurulur. Bunu bütün sosyoloji profesörleri bilir sanırdım.

Öyle değil!

Bundan sonrası, dört kurt işaretinin buluştuğu ünlü resme bir kurt işareti daha ekleriz olur biter. Sistemin içindekiler sisteme dokunmamak için birbirinin günahını örtsünler, ben sistemi yıkma inadımı sürdürmeye devam edeceğim.

Sonra ne mi olur?

Ben ne bilem, prof değilem!

İsyanıma devam ederem!


İ. Metin Ayçiçek

Tags: , , ,


About the Author



Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Back to Top ↑