Makaleler

Published on Kasım 6th, 2020

0

Depremlerin adı ölüm, devlet de katil olur – Resul Erenler

“Bir ülke, yoksulluğu yenmedikçe depremlerin adı ölüm”, önlem almayan devlet, yaşamını yitirenlerin katili olur.

İzmir’de 6.6 büyüklüğünde gerçekleşen deprem birçok insanı yaşamda kopardı. Bunların arasında hayata tutunanlarda oldu.

Bu deprem ve başka depremler sadece meydana geldikleri bölgelerin ve ülkelerin insanını vurmaz, onların yüreğini yakmaz, tüm insanlığı vurur ve yüreğine acı bırakır insanın. 

Geçmişte, Kürdistan’da, Kürt illerinde deprem olunca sevinenler vardı ya (herkes onları bilir) onlar gibi düşünmeyen herkesin bu tür olaylar karşısında yüreği yanar, içi acır.

15 yaşındaki Günay’ın “abi sen gitme”, üç buçuk yaşındaki Elifin kendisini çıkaran görevlinin parmağını tutarak bırakmaması ve Busenin, çıkarılırken enkaz altındaki annesinin derdine düşmesi inanıyorum ki insani duygular taşıyan herkesin gözlerini doldurmuştur. Hala enkaz altında kalanların da bir an önce çıkarılması yakınlarına kavuşması en büyük temennimdir.  

“Bir ülke, yoksulluğu yenmedikçe depremlerin adı ölüm olur. İnsanlar istedikleri için kötü ev yapmıyorlar. Bir ülkede deprem sorununu çözmek için o ülkenin ekonomisinin düzelmesi gerekiyor. Yoksulluk ne kadar fazlaysa deprem size o kadar yakındır. Depremde yoksullar ölür, zenginler ölmez. Hiçbir ünlünün, zengin bir kişinin enkaz altından çıkarıldığını duymadınız, duymayacaksınız”. 

Deprem bilimci Jeofizik Yüksek Mühendisi Prof. Dr. Övgün Ahmet Ercan. 

Prof. Dr. Övgün Ahmet Ercan’ın bu söyledikleri çok önemli ve anlamlı. Bir deprem bilimcisi tarafında dile getiriliyorsa bu durum, daha çok önem arz ediyor. 

Bir toplumun yoksul kesimleri; emekçiler, asgari ücretle zar zor geçinmeye çalışan ve gecekondularda yaşamak zorunda kalanlar ve sağlam bir konutta, yaşamını sürdürmeyen insanlar bu tür acılarla hep karşı karşıyalar. Sanki deprem ve afetlerde ölmek onların kaderiymiş gibi bir algı içindeler. Her olayda olduğu gibi “Kaderinize razı olun, fıtratınızda ne varsa o olur” diyen muktedir, toplumun yoksul ve cahil kesimlerini kontrol altında tutmak ve yaratığı bu sonlara razı etmek için insanların dini duygularını sömürmek başta olmak üzere ne gerekiyorsa yapmaktan bir an bile geri durmuyor.  

Deprem vb. Afetlerin, kimleri neden ve niçin vurmadığını toplumun bilince çıkarması gerek. Eğer bunun bilincine varmaz, doğru bir tavır geliştirmezse toplum (özellikle yoksul ve emekçi kesim) benzer acılara kaderim diyerek hep katlanacaklardır.  Bu konuda toplumun bilinçlenmesi zorunlu. Onun içindir ki, devrimci, demokrat tüm sivil kitle örgütlerine büyük sorumluluk düşer. Bu konuda yapılanlar varsa bile yeterli olmadığı bir gerçek. 

Deprem zengini vurmuyor, toprak kayması, sel felaketi, yıldırım düşmesi, yangınlar, savaşlar vs. Hiçbiri zenginleri ve onların çocuklarını vurmuyor. Neden acaba? Bu sorunun doğru yanıtı toplumsal bilicin oluşmasıyla mümkün. Tersi, yaşanacak benzer olaylarda aynı acıların yaşanması kaçınılmaz olur. 

Bugün dünyanın dört bir yanında çıkartılan suni birtakım çatışmalarla fakir çocukları birbirini öldürürken, zenginler karlarına kar katmakla meşgul. Bu konuda Türkiye’yi yönetenlerin çocuklarının mal varlığına bakmak yeterli. 

Bugün dünyada yaşanan çatışmaların hiçbirinde bir devlet başkanının (ikinci dünya savaşında oğlu, Hitler askerlerine esir düşen ve kurşuna dizilerek katledilen Stalinin oğlunu saymazsak) ya da bir milyarderin çocuğu yer almaz. Almadığı gibi bu çatışmalar (egemenlerin marifeti olan ölme öldürme sanatı) kutsanır kutsallaştırılır. Uzağa gitmeye, dünyadan örnek vermeye gerek yok. Türkiye’de Kürt özgürlük mücadelesine karşı savaşa sürülenlerin hepsi yoksul çocukları. Ve bu çocukların cenazeleri evlerine Anne ve Babalarına teslim edildiğinde onların yaşadığı evlerin ne doğru dürüst kapıları, nede pencereleri basına yansır. Soğuktan korunmak için kapılar eski çullarla, pencereleri naylonla kapatılmış ve yoksulluk içindeler. Vatan uğruna ölümlere gönderilenlerin ve uğruna öldükleri vatanın tüm değerlerinden, zenginliklerinden başkalarının-bir avuç egemenin faydalandığını bilmeyecek kadar milliyetçi duygularla doldurulmuş ve geri bıraktırılmış durumdalar. 

Beyinleri milliyetçi ve dini duygulara yıkanmış insan toplulukları, her dönemde muktedirler için en vaz geçilmez olandır. 

Bugün Türkiye’de mevcut iktidarın gayretli çabalarıyla, hakkını arayan değil, kendisine sunulanla yetinen bir konuma doğru hızla evirilmekte toplum. Marks, boşuna din toplumun afyondur dememiş. İnsanları sömürü ve talan karşısında ilgisiz, pasif, kabullenici ve kadere inandırılarak, edilgen bir pozisyonda tutmak için hep din kullanılmıştır. Bugün Türkiye’de diyanete ayrılan bütçenin büyüklüğü, Marksın bu sözünü bir kez daha doğruluyor. 

18 yıllık iktidarında Akp, ülkede her alanda verilen mücadeleler sonucu elde edilmiş (iyi kötü) ne kadar kurum varsa (başta yargı olmak üzere) hepsini kendi düşünceleri doğrultusunda dönüştürmüş ve dönüştürmeye devem etmekte. Sözüm ona parlamentonun bir hükmü kalmamış. Tek bir kişinin iki dudağı arasında çıkan, saçmalıklara ülke halkları mahkûm edilmiş durumda. 

Deprem ve benzer olayların kader olmadığını ve bu gibi olaylar karşısında toplumun daha duyarlı olması gerektiği ve toplumun bilinçlendirilmesinin kaçınılmaz olduğu gerçeğiyle karşı karşıyayız. 

Prof. Dr. Övgün Ahmet Ercan’ın dediği gibi, bugüne kadar meydana gelen deprem ve benzeri olaylarda, zenginlerin oturduğu semtlerde acı olayların yaşandığı görülmemiştir. Olmuşsa yüzde bir bile değil. 

Bugün artık her şeye, her olaya sınıfsal. Deprem ve benzer olaylara da artık sınıfsallaşmış durumda. Zenginsen, iktidarların yalakalığını yapıyorsan seni depremler ve her tür afetlerin bulma şansı yok. Çünkü onların sağlam binalarda oturma şansın var. 

Depremler doğal felaketler olabilir. 

Depremlerin katliama dönüşmesine sebebiyet veren kapitalist sistemin; çalma, çırpma ve sömürücü yaklaşımıdır. Bu tür olayların katliamlar dönüşmemesi, ölümlerin yaşanmaması için, insanların en temel ihtiyacı olan barınma yerlerinin sağlam temeller üzerinde inşası kaçınılmaz olmalıdır. Barınma, beslenme, sağlık vb. temel ihtiyaçlar hiçbir gerekçe gösterilmeden güvence altında değilse, benzer her olayda bu acıların yaşanması kaçınılmazdır. Buda ancak sosyalist devlet anlayışıyla ve emeğin sömürü aracı olmaktan çıkarılmasıyla mümkündür. Tesir, bugüne kadar olduğu gibi, yaşanacak benzer olaylar karşısında boyun eğmekten başka bir çare yok. 

Kapitalist sistemin siyaset ve politikasında her zaman sıkıntılar ve sorunlar kaçınılmazdır. Dolaysıyla deprem ve benzer olaylara ilişkin geliştirdiği politikalarında sorunsalsızlık beklemek hayaldir. Çünkü kapitalizm, her şeye kar amaçlı bakar. İnsan yaşamı onlar için yapacakları kardan, elde edecekleri artı değerden her zaman geri plandadır. Onlar için elde edilecek artı değer-kar söz konusu olduğunda insan yaşamı bir hiçtir. 

Bugün Türkiye’de, deprem gibi felaketlerde toplanma alanları olarak belirlenen yerler, imara açılmış ve şehirler beton yığınına dönüştürülmüşse bunu tek sorumlusu iktidar.

Fay hattı üzerinde olan bir ülkenin, olası depremlere karşı hiçbir hazırlığı yokken, yandaş müttehitler eliyle şehirleşme ve bina yapımı konusunda her tür hukuksuzluğa göz yumulmuştur. TMMOB’nin, afetler ve şehirleşme konularında yapılan yanlışlar hakkındaki uyarılarını ciddiye almayan iktidar, bu depremde hayatını kaybedenlerin tek sorumlusu ve katilidir. 

Bugün Türkiye’de, kaynakların eşit dağılımından söz etmek mümkün değil. Köylerden büyük kentlere, iş bulmak amacıyla gelenler, iş olanaksızlığı yüzünde ciddi bir yoksulluk içinde yaşamların sürdürmek ve afetler karşısında da en savunmasız durumda olanlardır. Sosyal ve ekonomik eşitsizliklerin hat safhada yaşandığı bir devlettin, deprem ve benzeri olaylar karşısında alınabilecek hiçbir önlemi de olmaz. Devlet, toplumun yaşam standardını yükseltmiyor, eşit ve adaletli bir gelir paylaşımı sağlamıyorsa, bu gibi olaylar karşısında her zaman yoksul kesimlerin en büyük acıyı yaşamaları kaçınılmazdır.

Zenginlerin payına acı düşmez. Bugüne kadar yaşanmış deprem vb. Olaylarda, zenginlerin yaşadığı bir acıya ben tanık olmadım. Bu dünyanın her yanında böyledir. Olası deprem vb. Felaketler karşısında devlet, gerekli önlemi almadıysa onun adı afet değil, devlet eliyle yapılmış katliamdır…

Yalnızca devleti yönetenler depremleri doğal olaylar olarak açıklar. Ancak bu doğa olaylarının felaketlere dönüşmemesi için gerekli önlemleri almazlar. Örneğin yapılan binaların sağlamlığı konusunda yeterli denetim yapmadıkları gibi, bu yapılara sağlam raporu verilmesi konusunda da kayırmacı bir tutum sergilerler, dolaysıyla yaşanan bu büyük afetlerinde tek sorumlusu devleti yöneten iktidarlardan başkası değil. 

Sonuç olarak; İstanbul dünyanın en büyük kentlerinde biri ve fay hattı yoğun olan bir kent. Uzmanların tüm uyarılarına karşı bugüne kadar en ufak bir önlem alma konusunda bir şey yapılmazken ve para sıkıntısı ver denilirken, İstanbul kanalı için nasıl oluyorsa para bulmakta sıkıntı yaşanmıyor. Çünkü orda rant var.  

Eşitsizliğin yapısal bir hal aldığı bir toplumda, deprem vb. Felaketlerde kaçınmak mümkün değil. Yukarda da belirtiğim gibi yoksul insanların yaşam koşulları ne kadar kötü olursa olsun egemenlerin umurunda değil. Onların tek umursadığı kendi çıkarlarıdır. 


Resul Erenler – 06.11.2020

Tags:


About the Author



Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Back to Top ↑