Makaleler

Published on Ekim 2nd, 2020

0

Emperyalizm ve körebecilik – İsmail Göçüm

Sabah akşam savaş çığırtkanlığı ile yatıp kalkanlar, içlerindeki barbarlığın hain sesiyle hareket edenlerdir.

Emperyalist paylaşım savaşları sonrası kurulan ulus devletlerin jakobenist ulus olma ülküsü sadece soyut milliyetçi ırkçı ideolojiden ibarettir; dolayısı ile uluslararası arenada tarihsel anlamda hiç bir milli ve demokratik değere sahip değillerdir.

Ulus olma özü kapitalizmin temel prensipleri ile her ne kadar doğrudan özdeşleşmese bile, ulusallaşmanın kapitalistleşme ile aynı evreyi yaşaması açısından, sadece rastlantısal bir zaman diliminden başka bir şey değildir.

Ulus olmanın özünde yatan evrensel özellikler ile kapitalizmin özüne uygun yeni bir ulus yaratmanın farkı ve bu farkın birbirinin zıddı kavramlar olduğunu, özellikle de kapitalizmin tekelci aşamaya geçmesi ile de doğrudan ilgili olduğunu ancak; emperyalist sömürgecilik yasaları ile ilişkilendirerek anlayabiliriz.

Peki bu ayrışma nasıl ortaya çıktı ve ne zaman anlaşılmaya başladı?

Kapitalizmin ortaya çıkması rasltantısal bir kavram olmadığına göre, bir devrimde değildir. Kapitalizm, feodalizmin kendi evrimsel özellikleri içerisinde gelişen, tarım toplumunun endüstriyel sanayiye geçişi sırasında artı mali sermayenin farklı kanallardan işleyişinin aksine, tek bir kanalda birleşerek, yeni ve güçlü bir dönüşüm toplumu ve bu toplumun kendine özgü kültürünü yaratmasında yatmaktadır.

16 yüz yılla başlayan Rönesans reform hareketleri, felsefi düşünce akımı ile toplumda karşılık görüp şekillenmesi sonrasında birbirinden farklılaşan ve çeşitleşen zengin bir kültür bileşenini ortaya çıkardı. Bu bileşenler yeni bir yaşam tarzını -farklı bir toplumsal yapıyla- birlikte ortaya çıkardı. Bu ilişkiler dar feodal kültür anlayışın içe dönük üretim ilişkilerini hızla zorlamaya başladı. Akabinde gelişen yeni üretim ilişkileri ve ortaya çıkan yenilikçi kültür birikimi; feodalizmi hızla çözülmeye bırakırken, endüstriyel kapitalisleşme sürecinde yepyeni bir burjuva toplumunun oluşumunu ortaya çıkardı. Bu sürece önderlik eden burjuvazi, sanayi kapitalizminin gelişiminin ilericilik rolünü de üstlenmiş oldu.

Bu dönemde sadece ütopik düşünce akımı olan felsefe, 17. Yüz yılla birlikte üretim ilişkilerinin değişimi ve iletişim kültürünün gelişimi, özellikle buharlı makinenin icadı ile üretim araçlarının gelişip emekçilerin hayatın zorluklarını olumlu yönde kolaylaştırmıştır. Bu kolaylık insan aklının gelişmesini dolayısı ile bilimsel anlamda doğa kanunlarının açıklanması ve gelişmesini de getirmiştir. Uzun yıllar, engizisyon kanunları altında ezilen bilim insanları ve aydın kesimler bu değişimle birlikte ilk kez derin bir nefes almıştır. Bütün bu gelişmeler, bilim ile kilise arasında ortaya çıkan çelişkiler sonrasında kiliselerden aforoz edilen din adamlarından ve tamamen kilisenin dinsel ve mülkiyet egemenliğinin dışında oluşmuş, toplumun bağrından kök salarak gelişen dallarda aşı bulmuş, dinamik tomurcuk çiçekler; yeni bir toplum dinanizmini ortaya çıkarmıştır.

Bu dinamizm mekanik tarzda üretim biçiminin dinamik tarza, yani makineleşmeye geçmesini sağlayınca 18. yüz yılla başlayan modern kapitalist sanayileşmenin çarkını daha hızlı döndürmeye başladı. Bu aynı zamanda sanayi ile birlikte dönen çarkta müthiş bir artı değer sermaye birikimi demekti. Böylece, hızla artan artı üretim artışı ile mali finanz sermaye farklı coğrafyalarda yeni pazar arayışına girdi. Bu endüstri ve sanayide toplumu olumsuz yönde etkileyen yeni bir dalgalanma demekti. Zaten yeni dinamiklere birlikte gelişerek güç zehirlenmesine dönüşen mali sermaye 19.y.yıl ile bambaşka bir evreye, tekelci kapitalist evreye girdi.

Bu gelişimin olumlu yönlerine bakılacak olursa; özellikle 18. yüz yılın sonlarına doğru, sanayinin ve sermaye birikiminin evrensel boyutlarda hızlı artışı, zaten modern kapitalizmin o zamana kadar ilerici birtakım özellikler taşımıştı. Sanayinin kendi sınırları dışında hareket etmesiyle de ticari anlamda dinamik bir rol oynamıştı. Gelinen bu noktada evrensel anlamda hızla gelişen, yayılıp genişleyen modern kapitalist gelişmişlik; sosyal iletişimin yaygınlaşmasını, kültürel birliktenliğin ve bilgi birikimlerinin artmasını, tarihsel bilincin kader coğrafyasında bütünleşmesini yani kısacası modern romantizmi getirdi. Burada en belirgin olan bilimsel anlamda gelişmişliğin, kültürel birikimin ve dil bilinciyle gelişen yaygın yazılı edebiyatın küçük burjuva toplumsal yaşamında kendini göstermesidir.

Romantizmin toplumsal yansıması:

(Romantizm-Çoşkuluk- Edebiyat Akımı ve özellikleri. 18. yüzyıl sonlarına doğru ortaya çıkmış 19. yüzyıl başlarında bütün Avrupa’ya yayılmıştır. Klasik sanatın sıkı kurallarına bir tepki olarak doğmuştur. Bu aynı zamanda 18. yüzyıl aydınlanma çağı olarak görülür.)

18.y.yıl aydınlanma çağı; gerek iktisadi olarak, gerek refah düzeyinin artması açısından burjuva toplumun kendi sınıfsal rotasına oturmasını da sağladı. Bu yerinde coğrafi toplumlarda ulus olma bilincini hızla artırmış ve benzer toplumlarda bir ulusal uyanışa yol açmıştır.

Özellikle bu uyanış 1789 devriminin getirdiği; Liberti, Egalite, Fraternite; (Özgürlük, Eşitlik, Kardeşlik anlamına gelen ilkeler, komünal anlamda Fransız burjuvazisinin öncülük etmiş olması ulus bilincinin gelişmesini sağlamıştır. Bu bağlamda yasallaşan ilkeler monotonlaşmış imparatorlukların sonunu hazırlarken, ulus devletlerin ortaya çıkmasını da hızlandırdı. Bu ilkeler çercevesinde gelişen ulus bilinci, sanayi ve mali sermaye’yi elinde bulunduran burjuvazinin de sınıf olarak öne çıkmasını kaçınılmaz kılmıştır. Artan sermaye ve sömürü karşısında, dolayısı ile zincirlerinden başla kaybedecek bir şeyi kalmayan mülksüzler sınıfını; emeğinden başka satacak birşeyi olmayan işçi sınıfını ortaya çıkarmıştır. Ulus bilincinin getirdiği özgüven, yavaş yavaş dünyada ulusal devlet bilincini tatminkar kılarken, ulusların kendi kaderlerini tayin etme fikrini de haklı kıldı. Yalnız bazı ulusların Fransız jacobenist elit yaklaşımla egemen ulusun güdümünde gelişen sanayinin tekelleşmesi ile, azınlıkta kalan ulusların kaderlerini tayin etme hakkarının sorgulanmasına da neden oldu.

Bu nedenle, ileriki dönem için bir ulusun kendi kaderini tayin etme hakkı sadece; emperyalist sermayenin istemleri doğrultusunda ve onun çizdiği sınırlar çerçevesinde gerçekleşir bir hal aldı.

Evrensel anlamda hızla gelişen sanayi sermayesi, faizciliği, bankerciliği ve bankacılığı hortlattı. Bu sistem kendi içinde hızla gelişip yaygınlaşınca uluslararası anlamda gözle görünür bir rekabeteci gelişme kaydetmesine karşın, beraberinde uluslararası sanayi ile ulusal sermaye arasında hızlı bir çelişkinin de ortaya çıkmasına yol açmıştır.

Buradan hareketle, ayakları havada kalan idealist Hegelciliği tersyüz ederek, ayakları yere basan Karl Marks’ın Tarihi Diyalektik Metaryalist çıkışı, Kapital ile birlikte artı değer kavramının ekonomik politiğe girişi, Friedrich Engels ile 1848 de kaleme aldıkları komünist manifesto ile, gerek halklar arasında dayanışmayı, gerek se sınıf bilincine ulaşmış emekçi ve işci sınıfının enternasyonal alanda birliğin kurulmasına, komünter’in kurulmasına giden yollar açılmıştır.

1900 lerin başlarında sanayi sermayesi ile birleşen mali sermaye ve bankalar; ulus devlet politikalarının da etkisi ile daha güçlü bir ulusal burjuva sınıfını oluşturmuşlardır. Daha yoğun bir sömürü politikasıyla yasal güvenceye kavuşan sermayedarlar, böylelikle 1905 tekel yasaları ile sanayi sermayelerini tekelci sermayenin merkezine oturtmuşlardır.

O zamana kadar gelişen sanayinin gelişmiş uluslar arasında paylaşılması, 1905 ile uluslararası yasal güvenceye kavuşun sanayi kapitalizmi tekelci aşamaya geçmiş oldu. Fakat; hızla gelişen üretim ve sanayi birikimleri ulusal alanda sıkışınca; gerek yeni pazar bulma, gerekse gelişen sanayiye hammadde sağlama açısından, tekelci kapitalizmim sömürü alanlarının da daralmasına neden oldu.

Fizik kuralı olarak patlama etkisi yaratacak olgular sanayinin ve sermayenin tekelleşmesi sonucunda ortaya çıkmıştır.

Bütün yönüyle de birbirlerinin pazarlarını zorlayarak sıkıştıkkarı dar alandan kurtulma çareleri arayan ulusal kapitalist devletler, birbirlerinin sınırlarını zorlayan, pazar ve hammadde alanlarında da birbirlerini zorlamaya başlamışlardır. Artık, birbirlerinin sömürü alanlarında kolaylıkla at koşturamadıkları zaman; birbirlerine karşı bu alanlarda da paylaşım savaşlarına girdikleri andır.

Tarihe ilk emperyalist paylaşım savaşları olarak geçerek ve milyonlarca insanın ölümüne neden olan 1.Dünya paylaşım Savaşıdır. Savaşın sonunda kaybedenler ile kazananlar zorunlu olarak bir masaya oturduklarında, pazarlarını kaybedenlerle, yeni pazarllar kazananlar arasında emperyalist paylaşım pazarlıkları devreye girdi.

Pazarlıkların sonucunda bir takım devletler ve imparatorluklar son bulurken, paylaşım politalarının sonucu, âlâlade aceleye getirilmiş; bütünlüksüz ve yapay sömürge ve yarı sömürge körebe devletler ortaya çıkmıştır. Ortadoğu ve Afrika’da kurulan bütün devletlerin yaşama şansı emperyalist paylaşım savaşının akibeti sonucu ortaya çıkmıştır.

Bu gün ortadoğuyu yeniden dizayn etme çabaları, 1. ve 2. Emperyalist Dünya savaşı sonrası oluşan pürüzleri, Afrika’dan başlayıp Ortadoğu’ya uzanan coğrafyalarda, sınırları ve idari yöneticileri, tarihin akış çizgisinde yeniden gözden geçirilen ülkelerde; hem etnik ve dini kimlikler üzerinden yeni pazar sınırları çizmek, hem ticari alan oluşturmak, hem silah satmak, hem de yeni silahlarını bu alanlarda denemek içindir.

Burada özellikle üzerine basa basa durulması gereken bir ülke var ki; o da bu günkü Türkiye Cumhuriyeti’dir. Yanan ve yıkılan bir imparatorluğun henüz daha soğumamış külleri üzerinde, yarı Fransız aydınlanmacılığının -her ne kadar yakınından geçmiş jön Türk hareketi- ekseninde ittihat terakkici, bir ulus devlet anlayışından hareketle yola çıkılmış olsa da, kurtuluş koşulları anti emperyalist çizgide seyretmiştir fakat; kuruluş felsefesinde ve ulusal alanda ortaya çıkan sorunları emperyalistlerin amaçlarından ayrı düşünmek oldukça saflık olur.

Bu gün bağımsız bir devlet olduğunu her fırsatta ifade eden devlet yöneticilerin, bu gün gizleyemedikleri tek gerçek; doğal kaynakların emperyalist sömürgeciliğin ipoteği altında olduğu gerçeğidir. Oysa ki; bununla açıklanacak tek gerçek bu değildir. Asıl gerçek baştan beri ifade etmeye çalıştığım: Emperyalizm sonrası oluşan ulus devletlerin, emperyalizmin yasaları çerçevesinde yasal çizgileri oluşturulan devletler olduğu gerçeğidir. Suriye’de yaşananlar, son sıcak gelişmeler; Libya, Akdeniz gerçeği ve Yunanistan ile yaşanan hava sahanlığı, ulusal hava sahası krizinde son noktayı koyanlar emperyalist devler olmuştur.

Bu gün devletin ve iktidarın sivri uçları bir noktada buluşmuş “anadolu kaplanları” adı altında milli olmayan bir milli sermayeden dem vurarak 2023 yılının hayalini kurmaktadırlar. Bu hayal emperyalist devletlerin kendi aralarında uzlaşarak, ateşe attıkları imparatorluğun küllerini yeniden üfleterek, BAB Ortadoğu planlarını gerçekleştirme arzusudur. Kurumuş çeşmenin suya susamış bu hali, bize ABD ve AB Emperyalistlerinin taşıma su ile imparatorluk heveslilerini serinletmekten başka bir anlam taşımadığını dünden bu güne anlatmaktadır.

Siyasal islamcı yeni osmanlıcılık heveslileri bu duruma zaten dünden açlar. Bu gün iştahı kabarmış ağızları açık beklemeleri de bu hevesten. Bir efsane 100 yıl hikayesi var ki; yeraltı kaynakların kullanım ipoteğinin kalkması… Yalnız unutmamak gerekir ki; böyle olmuş olsa bile, bu gün için bu ipoteğin kalkması tek başına hiç bir anlam ifade etmemektedir. Bu hikaye sadece, ülke yöneticilerinin kendi içlerinde sıkıştıklarında buz dağının karlı yüzünün görüntüsünü göstererek halkı avutma planından ibarettir. Burada asıl görülmesi gereken, bu günkü Türkiye’de potansiyel ağır sanayi kuruluşlarının A dan Z ye, top yekun olarak uluslararası emperyalist tekellerin denetimindeki kuruluşlar olduğudur. Bu gerçeği görmeden atılacak adımların milli olması söz konusu bile olamaz.

Bu gün Türkiye’de iktidarı elinde bulunduran Türk-İslam sentezli siyasi güçler, bir takım yalanlarla bu acı gerçeği gözardı ediyorlar ve hep edeceklerdir. Bu gerçeğin gizlenmesi… İşbirlikçi ve ajenteci yüzlerini gizlemektir. Bu aynı zamanda, dünyadaki bütün gelişmeler ve konjuktürel yapılanmalar karşısında, gizli bir ajandalarının olduğu gerçeğinin su yüzüne çıkması korkusudur… Emperyalistlerin Ortadoğu planları bu gün ortaya çıkmış bir gerçek değildir.

Öteden beri ülkenin tam bağımsızlığını savunan bizler, milli sermayenin ülkenin kendi iç dinamiklerinin ürünü olmasını savunuyoruz.

*Emperyalizmin yerli taşeronluğunu yapan, işbirlikçi, kompradorları teşhir eden ülkenin anti emperyalist sosyalistleri; tam bağımsız bir vatan şiarıyla yola çıkarken, sanki tam bağımsız bir vatan varmış gibi, burjuva iktidarların hedef tahtası olmuş, her zaman “vatan haini” damgası yiyen olmuşlardır…

*Her haklı direnişte katliamlara uğrayan, sesleri çıktığında da zindanlara atılan yine anti emperyalist sosyalistler olmuştur…

*Her ekonomik ve siyasi kriz çıkmazında şamar oğlanı, asi çocuklar yaftasıyla -devletin bütün organları tarafından- linç edilen yine anti emperyalist sosyalistler olmuştur…

* Devletin bütün bürokratik organlarını elinde bulunduranlar, bütün üretim araçlarını, entelektüel üretim araçlarını elinde tutanlar, her türlü medya yalanıyla ne söylerlerse söylesinler, emperyalizme karşı tam bağımsızlık savası verilmediği sürece, emperyalistlerle olan ikili; askeri siyasi ekonomik ilişkiler ve anlaşmalar tek taraflı iptal edilmediği sürece, her türlü milli söylemin havada kalacağı ve yalan bir söylem olmaktan öteye geçemeyeceği açıktır. Bağımsız, Demokratik, Eşitlikçi, Sosyal Hukuk ve Adalet ilkelerini benimseyen bir anayasanın yapılamamasının altında yatan tek gerçek te budur.

Bizler bu sömürü sistemi sürdüğü sürece; “Bir ölür, bin doğarız” şiarıyla büyümeye çalışan asi çocuklar olmaya her zaman devam edeceğiz. Çünkü çocukların tek düşüncesi; hiç bir menfaat beklemeden, hiç bir çıkar gözetmeden, savaşız bir dünya özlemidir.

Bizler asla körebeler olmayacağız.
Ülkeyi çocukluk saflığıyla; şiirlerle,
türkülerle, çiçeklerle süsleyeceğiz.

İsmail Göçüm – 02.10.2020

Tags:


About the Author



Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Back to Top ↑